“Kürt Siyasi Hareketi ile masaya oturulmalı ve ortak hareket planı çıkarılmalıdır”
Hiç lafı uzatmadan, eveleyip gevelemeden, taktik maktik olarak da değil, basit stratejik hedeflerde uzlaşarak “Kürt Siyasi Hareketi ile masaya oturulmalı ve ortak hareket planı çıkarılmalıdır” çağrısı yüksek sesle yapılmalıdır
Haşmetlisi kükredi; “Şimdi kıçı kirli bazıları Suriye’de kalkıp bize tehdit sallıyor. Türkiye’yi kendi kabuğuna çekmek istiyor. (…) topunuz gelin, ne olursanız olun tepenize ineceğiz.”
“Ne hayaller kurmuştum, neler geldi başıma” diyor mudur acaba Tayyip Erdoğan, oturduğu hela taşında tek başına düşünürken? Mutlaka ama mutlaka diyordur.
Hangisi hangisini gaza getirdi bilinmez ancak Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Ortadoğu hayallerini gerçekleştirmek için başlangıç noktası olarak planladıkları yer Suriye idi. İşe Suriye’den başlayacak sonra Ürdün, Lübnan ve Filistin’e (Gazze’ye) ulaşacaklardı. Bu süreç içinde Irak’ı batıdan kuşatırken kuzeyde de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni (Barzani) ekonomik olarak bağımlı hale getireceklerdi. Mezheptaş Körfez ülkelerine (sermayesine) “panik yapmayın” mesajı da mutlaka verilmeliydi. Ve elbette yayılmacılığın bir sonraki adımlarının altyapıları bu süreçte hazırlanmalıydı. Bunun için de “AKP türevi” siyasal oluşumlar Tunus, Fas, Mısır gibi ülkelerde şimdiden palazlandırılmaya başlanmalıydı.[1]
Ve süreç başlatıldı…
Esad ile teşrikimesai yoğunlaştırıldı. Vizeler kaldırıldı, hatta sınırların kaldırılması hedefler arasına alındı. Ortak Bakanlar Kurulu toplandı, yetmedi bakanlar kurulu başkanları ailelerini de yanına alıp birlikte tatil yaptı, yan yana güneşlendi. Kısa vadeli projeler içine yeni bir demiryolu hattı yapmak, İskenderun Limanı’nı genişletmek, serbest ticaret bölgeleri kurmak alındı. Vs, vs, vs…
Arap halklarının ayaklanmaları başladı, devreye ABD, Rusya ve bilumum emperyalisti girdi, desteklenen “türevler” iktidarlardan tamamen uzaklaştırıldı, IŞİD hortladı, Kürt halkı silahlandı/siyasallaştı, Türkmenler hem birbirini hem herkesi sattı, planlar güncellendi, Esad Esed yapıldı, “Bu cuma namazını Şam’da kılarız” lafları edildi, ama bu Esed Rusya’yı arkalayınca direngenleşti, Ahrar’uş Şam, Sukuru’ş Şam, el-Fetih Tugayı, el-Furkan Tugayı, el-Nasr Tugayı, Nusra Cephesi, ÖSO vs isim değiştirdi, taraf değiştirdi, dinci/mezhepçi gericilik kılcal damarlara kadar yayıldı ve plan mlan, taktik maktik, dış politika mış politika kalmadı… Ve Ortadoğu’da Yeni Osmanlıcılık hegemonyası kurmak için açılan kapıdan geri geri çıkmak zorunda kalındı. Çıkılmakla kalınmadı, o kapıya 900 km’lik bir de duvar örülmeye başlandı. Suriye sınırına örülen o duvar, Erdoğan’ın Ortadoğu hayallerine duvar ördüğünün anıtıdır.
Uzun yıllar boyunca içerideki Kürt sorunu, Türk dış siyasetinin ana eksenini oluşturmuştu. Şimdi buna eklenecek olan durum ise dışarıdaki Kürt sorununun iç siyasetin ana eksenini oluşturacak olmasıdır. Anlaşılmaktadır ki Tayyip Erdoğan, Suriye’deki Kürt halkını “götü boklu” ilan ederek içeride iktidarını korumanın yolunu nefret yayma ve savaş çıkarma sınırında gezinerek bulmuş durumda.
Savaş çıkarma ihtimali göz ardı edilemez. Suriye’deki siyasi ve silahlı örgütlenmiş Kürt hareketi ile bir savaş çıkarmak, başta ABD olmak üzere bölgedeki bir dizi gücü karşısına almak bir yana böylesi bir savaşta verilecek muazzam kayıpları göze almak demektir. Bundan daha da önemlisi Türkiye sınırları içerisinde başlayacak bir “cephe arkası savaşın” kayıplarını da öngörmeyi gerektirir. Buna rağmen bilinmektedir ki Erdoğan’ın kendi iktidarını korumak için yapmayacağı hiçbir şey yoktur.
Bu efelenmeler bir blöf olsa bile[2] ya da ABD, Rusya, İran ve Suriye’den onay alınamadığı için kadük kalsa bile Tayyip Erdoğan’ın ajite hali daim kalacaktır. “İhtiyaç duyulduğu anlarda” da yeniden hortlatılacaktır.
Artık iyice anlaşılmıştır ki Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün bir dış politika stratejisi yoktur, Türkiye’nin komşularıyla, AB ile, Ortadoğu ile bir amaca yönelik sistematik ilerleyiş yoktur, sadece anlık/geçici taktikler vardır, bir de her zaman daim olan Kürt düşmanlığı vardır.
Ve yine artık Erdoğan gitse bile dış politikada eski (fabrika) ayarlara dönülemez. Erdoğan kaldığında ise bölgede yaşayan tüm halklar için bataklık derinleşecek ve genişleyecektir. Tayyipli ya da Tayyipsiz, egemenler cephesindeki hiçbir siyasi aktörün Ortadoğu’ya, başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarına, şu anki kaostan çıkabilecek bir politika önerileri yoktur.
Hiç lafı uzatmadan, eveleyip gevelemeden, taktik maktik olarak da değil, basit stratejik hedeflerde uzlaşarak “Kürt Siyasi Hareketi ile masaya oturulmalı ve ortak hareket planı çıkarılmalıdır” çağrısı yüksek sesle yapılmalıdır. Bu çağrı aynı zamanda, yeni bir Türkiye kurmak iddiasında olanların siyasal iktidar hedefi olduğunun en önemli kanıtlarından biri olacaktır/olmalıdır.
Suriye ve Irak’a, doğru bir siyasal yaklaşımla müdahale edilmezse bölge halkları gerici ve/veya emperyalist güçlerin savaş, iktidar, sömürü tezgâhına terk edilecektir. Bu tezgâhın Türkiye’ye bulaşmayacağını sanmak aptallıktır.
Bu bölgeye müdahalenin en temel ve zorunlu kuralı bölgede özne olan taraflardan biriyle “ortaklık” kurmaktır. Mantığı tersten kuralım, soru şudur, (ister pragmatist ister acayip ilkeli yanıt verilsin) bölgede kiminle birlikte hareket edilebilir? Bölgede üç yerel güç mevcut; Esad, dinci siyasi yapılar ve Kürtlerin siyasi örgütü YPG. Zaten dikkat edilirse bölgeye müdahale eden “dış siyasi güçler” de bu üçlüden (esas olarak) birini seçiyorlar; Rusya Esad’ı, ABD YPG’yi ve Erdoğan dinci siyasi yapıları.[3] Ön şartı tekrar ederek, yani “bölgeye müdahale etmek bir zorunluluktur” ise, ve müdahale etmek isteyenler “birazcık” ilerici, “birazcık” anti-emperyalist ve “birazcık” demokrat ise YPG’den başka bir tercihleri yoktur.
Şimdi de mantığı düzden kuralım, şu sözü edilen “birazcık” ilerici, “birazcık” anti-emperyalist ve “birazcık” demokrat özneler bölgeye “yayılmacı emeller güdeceklerse” (ki bu bir zorunluluk), kötünün iyisi olduğu için değil, doğru tercih olduğu için de Kürt Siyasi Hareketi’ni seçmelidir. Çünkü Kürt Siyasi Hareketi feodaliteyi büyük ölçüde tasfiye etmiş bölgedeki tek harekettir, kadın-erkek eşitliğini ilke haline getirmekle kalmamış, bunu sahada da doğrudan uygulayan bölgedeki tek harekettir, dini yapıların, dini kuralların ve mezhepsel farkların etkide bulunamadığı bölgedeki tek seküler/laik harekettir ve bu hareket, Kürt burjuvalarının/feodallerinin ana rotasına bir türlü etki edemediği bir yoksul halk hareketidir.
Bunlarla beraber, Kürt Hareketi’nin siyasal tercihlerine ilişkin ciddi eleştiriler de mevcut. Ve bu eleştiriler iki noktada yoğunlaşmakta. Birincisi, Kürtlerin ABD ile girdiği “tabiiyet ilişkisi”. Bu eleştirinin dayandığı temel kabul, Kürtlerin kendi siyasal hedeflerinin olmadığı ve ABD’nin tüm çıkarlarını savundukları gibi onun her dediğini yapacak kukla karakterler olduğudur. Ancak herkes bilmektedir ki Kürtlerin bir siyasal hedefi mevcuttur, sadece bu hedefi gerçekleştirmek için (şimdilik) ABD’den başka herhangi bir gücün güvencesinden mahrumdurlar. Bunu değiştirmek “siyasetin” elindedir/işidir. Kürt Hareketi ile ortak hedeflerde anlaşıldığında ve eşit, hukuksal ve kurumsal bir ilişki düzlemi oluşturulduğunda ABD tercihi rahatlıkla dışlanabilir bir seçenek haline getirilebilir. Ha, siyasi özneler bu konuda tüm samimiyetiyle elinden gelen her şeyi yapar ve işe yaramazsa, ortaya çıkan sonuç ayrı değerlendirmeyi hak eder.[4]
İkincisi, Kürtlerin “sınır güvenlik güçleri” de olan bir devlet haline gelebileceği korkusudur. Artık bunca yıldan, bunca mücadeleden, bunca bedelden ve hepsinden belki daha önemli olarak, Kürt halkının edindiği “ulus bilincinden” geriye gidiş mümkün mü? Kabul edilsin ki bu sonuç sadece geciktirilebilir ama önlenemez. Ancak bu durumu farklılaştırmak yine “siyasetin “elindedir/işidir. Bu noktada atılacak tek adım vardır; iktidarı paylaşmak.[5] Yani Kürtlerin ve Türklerin birbirinden ayrılmaz, ayrılmaması gereken iki halk olduğunu kabul etmek, eşit yurttaşlık ve eşit haklar temelinde yeni bir toplum ve yeni bir iktidar (yeni bir ülke) kurmayı hedeflemektir.[6] Böylesi bir seçeneğin Kürt halkının çok büyük bir kesimi tarafından onay göreceği de aşikârdır (İşte bu referandumda gönül rahatlığıyla “evet” için çalışılır).
Ülkemizdeki savaşı sonlandırmak, barışı tesis edebilmek için (Tayyip Erdoğan’ın sayesinde ve ona rağmen) artık bir nedenimiz, bir zorunluluğumuz daha var; Ortadoğu’ya yayılmacı emeller güdebiliriz! Ve bunun için “barış talebi” yetmez, Kürt halkıyla birlikte yeni bir ülke kurmak gerekir.
Türk ve Kürt halklarının eşitlik, özgürlük, laiklik, barış ve yurtseverlik ilkeleriyle kuracakları yeni birliktelik… İşte o zaman Ortadoğu’ya devrim ihraç edebiliriz!
Dipnotlar:
[1] Egoları birbiriyle yarışan Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin planında, önemsiz gördüklerinden olsa gerek, ABD, Rusya, İran gibi aktörler göz ardı edilmişti. Kürtler zaten söz konusu olmazdı. Göz ardı edilen çok daha “önemsiz” bir faktör daha vardı; Halklar. Hani şu “Arap Baharı” adı konan ayaklanmaları başlatan halklar!
[2] 29-30 Ocak’ta Rusya’nın Soçi kentinde yapılacak olan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin içeriğinin ve katılımcılarının belirlenmesine karşı bir hamle.
[3] Bu noktada, Rusya/Esad seçeneği biraz kafa bulandırmış olabilir! Rusya’dan bağımsız bir Esad “artık” olamayacağı için aslında bu seçenekte tek aktör Rusya. ABD ile emperyalist amaçlar konusunda yarışan bir Rusya ile eşit ilişki kurmak söz konusu da olamayacağına göre, böyle bir seçeneği işaretlemek sadece ikinci bir Esad olmayı isteyenlerin tercihi olabilir. Bağımsız bir siyaset kurmak yerine Ortadoğu’da Rus BOP’unun eşbaşkanlığına soyunmaktır.
[4] Ancak Kürtlerle siyasi ve sosyal ilişkinin her türünü reddeden, onların kendileri gibi Atatürkçü, kendileri gibi komünist olmalarını bekleyen, bu beklentileri karşılanmayınca da en kestirmeden “emperyalist işbirlikçisi” değerlendirmesi yapanlar, bu sonuca ulaşabilmek için “biraz emek” harcamalılar.
[5] Şu “iktidarı paylaşmak” lafına, CHP içinde bolca bulunan, hatta solcular içinde de bolca bulunan sosyal-şoven “arkadaşların” takacağı belli. Sanki iktidarda kendileri varmış gibi sanki onlardan iktidar talep ediliyormuş gibi takacaklar. Ama bir nebze de olsa haklılık payları var; böyle bir seçenek karşısında kendi küçük iktidarları epey sorgulanır olacaktır.
[6] Bu arada, Misak-ı Milli sınırlarına ulaşma hayalleri olan kim varsa hepsine bir tüyo vereyim; hayallerinizin ötesine geçebilirsiniz! Çünkü böyle bir devlet, yani bir Türk-Kürt Devleti, Kürt halkının yaşadığı bütün topraklarda yani İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin ve hatta Ermenistan’ın Kürt bölgelerinde hak sahibidir. Buyurun Ortadoğu’nun yeni haritasını bu sefer çizin.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.