Bir Avrupa ordusu düşüncesi, halen daha ilk aşamalarındaysa da, küresel satranç tahtasındaki dinamiklerin Washington’ın aleyhine değişmeye başladıkça, kesinlikle gözlerin üzerinde tutulması gereken önemli gelişmelerden biridir
Bir Avrupa ordusu düşüncesi, halen daha ilk aşamalarındaysa da, küresel satranç tahtasındaki dinamiklerin Washington’ın aleyhine değişmeye başladıkça, kesinlikle gözlerin üzerinde tutulması gereken önemli gelişmelerden biridir
13 Kasım 2017’de, Avrupa Birliği (AB) üyesi 28 devletten 23’ü, bir ortak Avrupa ordusunun çekirdeğini oluşturması beklenen şeyi yaratan bir beyannameye imza attı. İmza atmayan ülkeler ise, Büyük Britanya, Danimarka, Malta, Portekiz ve her ne kadar önceden katılmaya dönük biraz istek göstermişse de İrlanda oldu.
Savunma anlaşması, hızlı müdahale kuvvetlerinin geliştirilmesinin yanı sıra tanklar ve insansız hava araçları dahil olmak üzere yeni askeri malzeme ve ekipmanların uygulamaya konmasını amaçlıyor. Anlaşma, operasyonları ve araştırma faaliyetlerini mali açıdan destekleyen özel bir fonun yanı sıra silah satın almaya yönelik beş milyar Avroluk bir savunma fonunu da içeriyor.
Almanya bu projenin öncülüğünü neredeyse tek başına yapıyor. Sadece iki yıl önce, Avrupa Komisyonu başkanı Jean-Claude Juncker, Alman gazetesi Welt am Sonntag‘a, Almanya’nın neden Avrupa’nın neden kendi ordusuna sahip olması gerektiğine inandığını şöyle açıklamıştı: “Avrupa ordusunu hemen kullanmak üzere kurmayacaksınız. Fakat Avrupalılar arasında kurulacak bir ortak ordu, bizlerin Avrupa Birliği’nin değerlerini savunmak konusunda ciddi olduğumuzu Rusya’ya göstermiş olacaktır.”
Bu sözler, NATO’nun bugünlerde Rusya’nın sınırlarını Amerikan askerlerinin ve füzelerinin yer aldığı bir tuzak ile kuşatmaya çabaladığı göz önünde tutulduğunda, kulağa çok da anlamlı gelmiyor. Ancak, Almanya gibi ülkeler, ABD’nin Avrupa’yı Rusya’dan daha fazla koruyamayacağına samimi biçimde inanıyorlar. NATO’nun başını esasen ABD çekiyor ve bunu Büyük Britanya izliyor; bu ülkelerin ikisi de, coğrafi bağlantısızlıkları düşünüldüğünde (ki burada Büyük Britanya’nın, Avrupa’nın askeri çıkarları üzerindeki etkisini daha az açık kılarak AB’den ayrılmayı seçmiş olmasını kast etmiyorum), her zaman Avrupa anakarasının temel çıkarları lehine hareket edemeyecekleri söylenebilir.
ABD, Donald Trump yönetiminde, George W. Bush ve Barack Obama tarafından zaten yıpratılmaya başlanmış olan sözüm ona küresel liderlik rolünü resmen kaybetmiştir. 2017 yılının Mayıs ayında, NATO yetkilileri, Trump’a, kimsenin onun dört dakikalık dikkat aralığını dikkate alarak dört dakikadan fazla konuşmadığı bir başkanlık ziyaretinde bulundular. Bu bağlamda, Almanya ABD’ye güvenmeye devam edemeyeceğini açıkça söyledi ve söylentiye göre, Amerika’nın bir süper güç olarak gerileyişini takiben liderliği üstlenme arayışını beyan etmiş oldu.
Yine NATO’nun üyelerinden biri Almanya ile hiçbir zaman göz temasına girmeyen ve Rusya’nın ve Çin’in başını çektiği Şangay Bloğuna girmek istediğini ifade etmiş bir ülke olan Türkiye’dir.
Almanya’nın NATO’ya dönük olumlu bir bakıştan yoksun olması önemlidir. Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisidir. Alman Savunma Bakanlığı’nın tahminine göre, Almanya 2020 yılı itibariyle, 2016 yılıyla karşılaştırıldığında askeri ekipmanlara yüzde 53 daha fazla para harcamayı amaçlamaktadır. Gelgelelim, Almanya her ne kadar silahlı güçlerinin boyutunu 2017 yılı başı itibariyle 200.000’e çıkarmayı taahhüt etmişse de, Rusya, Çin, Hindistan ve geri kalan Avrupa devletlerinin yükselen güçleri karşısında, Almanya’nın kendi başına bir süper güç haline gelmesi gerçek olamayacaktır. 2017 yılı Şubat ayında Almanya’nın meselelere el koyarak ve kendine ait bir Avrupa ordusuna (Bundeswehr) yönelik ilk adımları atarak Romanya ve Çek Cumhuriyeti’nin silahlı kuvvetleri ile bütünleşme ilan etmesinin nedeni tam da budur.
Foreign Policy dergisine göre:
“Romanya’nın ordusunun tamamı Bundeswehr‘e katılmayacak ve Çek silahlı kuvvetleri de Alman ordusunun bir alt kolu haline gelmeyecek. Fakat önümüzdeki aylarda, iki ülke de Alman silahlı kuvvetlerine birer tugayını entegre edecek: Romanya’nın 81. Mekanize Tugayı, Bundeswehr‘in Acil Müdahale Güçleri Birliği’ne katılırken, Çek ordusunun öncü gücü kabul edilen ve Afganistan ve Kosova’da faaliyet göstermiş olan Çek 4. Acil Müdahale Tugayı da Alman ordusunun Zırhlı Birlikleri’nin bir parçası olarak hizmet vermeye başlayacak. Böylece bu iki birlik, biri halihazırda Bundeswehr‘in Acil Müdahale Güçleri Birliği’ne katılmış olan ve diğeri de Bundeswehr‘in 1. Zırhlı Birliği’ne entegre edilmiş olan iki Hollanda askeri tugayının izinden gitmiş olacaklar. Münih’teki Bundeswehr Üniversitesi’nde uluslararası siyaset profesörü Carlo Masala’ya göre, “Alman hükümeti, Avrupa askeri bütünleşmesine devam etmeye dönük iradesini gösteriyor – her ne kadar kıtadaki diğer ülkeler henüz bu iradeyi göstermiyorlarsa da.”
Almanya, askeri açıdan bir büyük süper güç haline gelecek konumda değildi fakat bu açmaz ile nasıl başa çıkacağına dair aklında başka fikirler de vardı.
Polonya merkezli Doğu Çalışmaları Merkezi’nden Doğu Avrupalı araştırmacı Justyna Gotkowska, Foreign Affairs‘in de alıntıladığı “Girişim, Bundeswehr‘in zayıflığından kaynaklandı” sözlerini sarf ediyor ve ekliyordu: “Almanlar … NATO içinde siyasi ve askeri etki kazanmak için … Bundeswehr‘in kendi karar kuvvetlerindeki eksikleri gidermediğini fark etti.”
Yine Foreign Policy, Almanya’nın, İkinci Dünya Savaşı’ndaki berbat sicili düşünüldüğünde, komşularının, rakiplerinin ve dünyanın geri kalanının yeniden doğan bir Alman ordusuna ilişkin nasıl bir algıya sahip olduğu konusunda dikkatli olması gerektiğinin de altını çizdi. Bir AB ordusu, neredeyse kesinlikle Almanya tarafından idare edilecektir; fakat bu ordunun çok daha heybetli bir güç haline gelmesi için (Almanya’nın bir kez daha bir askeri güç haline gelmesi düşüncesine eşlik eden olumsuz görünümden kurtulunması halinde) yeterli sayıda devleti de kapsayacaktır.
Göze batan bir başka sorun, sakinlerini denizaşırı bölgelerde ölüme gönderip göndermemeye karar vermeye yönelik bir yetki sahip olduğu varsayılan sözüm ona demokratik olarak seçilmiş kurumların aksine, makamlarına seçimle gelmemiş olan AB yetkililerinin artık Avrupa’nın askeri birliklerini savaşa yollayacak bir konumda olacak olmalarıdır.
Yine akılda tutulmalıdır ki, bu projenin sıkı bir destekçisi olan Fransa, AB’nin başını çektiği bloğun lehine kullanabildiği bir veto gücüyle donanmış olarak BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyeliğe sahiptir. Bu güç, ABD ve Birleşik Krallık olmaksızın bile, kendi iradesini gerçekleştirmek ve kendi çıkarlarını korumak açısından önemli bir etkiye ve güce sahip olmuş olacaktır.
Bir Avrupa ordusu düşüncesi, halen daha ilk aşamalarındaysa da, küresel satranç tahtasındaki dinamiklerin Washington’ın aleyhine değişmeye başladıkça, kesinlikle gözlerin üzerinde tutulması gereken önemli gelişmelerden biridir.
[Antimedia.org’deki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.