Nuriye ve Semih’in tüm baskılara rağmen direnişi sürdürmeleri, anıtın önünde, ülke içinde ve dışında devam eden irade savaşını diri kıldı
Anıtın, adeta bir işgal gücünün ruh halinin yansıdığı şekilde, insandan arındırılması ve etrafına sıralanan çelik bariyerler, zırhlı araçlar ve silahlı kimseler, hâlihazırda oluşmuş politik auranın en açık emareleri olarak düşünülebilirler
Aura sözcüğü antik Yunan ve Roma mitolojilerinde, insanı saran rüzgâr ve havanın kişileştirilerek, bir ya da daha çok tanrı (Aurae) için kullanımını içerir. Sözcük zaman içerisinde, belirli bir öğeyi ya da etkinliği saran koşulların nitelenmesinde de kullanılmaya başlanmıştır. Bu noktada aura kavramı, başta mekân olmak üzere, kendisini kuşatan verili koşulların görece söz konusu öğe ya da etkinlik tarafından belirlenmesini, sonrasında bu koşulların olanaklar bakımından onun bir uzuvu haline gelmesini, böylece ona belirli karakteristik özellikler sağlamasını ve onunla bütünleşik şekilde anılabilmesini içerir.[1] Bu durumda bahsi geçen koşulların namevcut olması, öğenin ya da etkinliğin eksik kalması ve özgünlüğünü yitirmesi anlamına gelecektir.
Bu bağlamların estetik için olduğu kadar, politika için de materyalist bir içerik doğrultusunda kullanılabilmesi mümkündür.[2] Başka bir deyişle, belirli bir auranın oluşumu, örneğin bir resim ve bir sanat galerisi arasındaki ilişkinin sonucu olabileceği gibi, bir devrimci ve bir anıt arasındaki ilişkinin sonucu da olabilir.
Kimi zaman burjuva iktidarı ve örgütlü halk arasındaki çatışmada belirli mekânlar önemli mevziler haline gelirler. Bu mekânlar, mevcut ya da olası toplumsal etkileri bakımından, her iki karşıt irade için de odak noktası olarak belirlenirler. Burada halk nezdinde, mekân üstünde hâkimiyet kurulması, mekânın ihtiyaç doğrultusunda dönüştürülmesi ve mekâna dair hâkimiyetin kimi diğer koşullarla bütün kılınması fiilleri ve netice olarak bir politik auranın oluşumu söz konusu edilebilirken, iktidarın amacı bahsi geçen fiilleri ve neticesi olan mevziyi engellemek olarak belirir. Bu çatışma hallerine ilişkin birçok örnek akla gelebilir. Örneğin Ankara, Kızılay’ın Yüksel Caddesi’nde bulunan İnsan Hakları Anıtı, yakın zamanın en sert geçen irade savaşlarından birine sahne olmuştur; ve olmayı sürdürmektedir.
Yüksel Direnişi, ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen’in anıtın önünde açtığı yalın bir “İşimi istiyorum!” döviziyle başladı. Bu ilk adımın ardından Nuriye, az sayıda destekçisiyle birlikte, uzun süre darp, gözaltı ve tehdit gibi engelleme fiillerine karşı koydu. Daha sonra Nuriye’nin mücadelesine, ihraç edilen öğretmenler Semih Özakça, Esra Özakça, Acun Karadağ, Mehmet Dersulu ve sosyolog Veli Saçılık gibi isimler de katıldı. Böylece direnişin yükü daha fazla insan tarafından sırtlanmış oldu. Bununla beraber, engelleme çabaları da direnişçilerin kararlılığı sayesinde, biraz da olsa seyrelmeye başlamıştı. Dahası, anıtın önünde direnişçiler yararına adım adım bir mekânsal hâkimiyet oluşuyordu.
Direnişçiler anıt ve çevresinde, kendilerini ifade eden döviz, önlük ve pankart kullanıyor, kim olduklarını ve ne yaptıklarını anlatan bildiriler dağıtıyor, ellerinde dövizler, oturma eyleminde bulunuyor ve gün içinde en az iki kere basın açıklaması düzenliyorlardı. Bu ve benzeri diğer pratiklerin sürekli kılınması, mekânsal hâkimiyet için uygun bir zemin oluşturuyordu.
Bir zaman sonra, mekânsal hâkimiyet hali büsbütün elde edilmiştir. Bu duruma ilişkin en önemli işaret ise, kolluk güçlerinin anıtın uzağında konuşlanmaya başlaması ve olası engelleme fiilleri doğrultusunda hareket ettiklerinde, sürecin bir mevzinin kuşatılması ve savunulması biçiminde kendisini göstermesi olmuştur.
Direnişçilerin anıtı kararlı şekilde savunmaları, birçok insana cesaret aşılamış ve daha fazla insanın direnişlerine tutunmasını sağlamıştı.[3] Bu doğrultuda, bireylerin katılımlarını düzenlemek ve onlara direnişin içeriğini ve hedefini daha iyi anlatabilmek amacıyla müzik dinletisi, şiir okuması, ateş başı sohbeti gibi çeşitli etkinlikler örgütlenmiştir. Bu sırada anıt ve çevresine hâlihazırda dövizler, pankartlar yerleştirilmiş, imza ve bilgi standı için masa kurulmuş, bir oturma alanı oluşturulmuş ve desteğe gelenlerin getirdiği her renkten çiçekler de anıtın önüne sıralanmıştı. Başka bir deyişle, anıt, direnişin ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir çehreye kavuşmuştu.
Yüksel Direnişi bir kişileştirmeye konu edilecek olursa, zihinlerde son derece sıcak ve halden anlayan bir insan imgesi belireceği aşikârdır. Bu koşulun oluşmasındaki etkenlerden biri anıtın yeni çehresi ise, başka bir etken de direnişçilerin anıtın çevresinde birebir ve anıtın dışında sosyal medya gibi araçlar sayesinde kurdukları etkili iletişimdir. Bu iletişimi etkili kılan başlıca unsur, direnişçilerin karşılaştıkları haksızlıkları anlattıkları kadar, karşılaşılan haksızlıkları da dinlemeleri ve bireylere ve topluluklara bahsi geçen tüm haksızlıkların kaynağı için düzeni işaret etmeleridir.[4] Başka bir deyişle, anlatılanın sadece kendilerinin değil hepimizin hikâyesi olduğunu göstermeleridir.
Bu iletişimin etkisinin bir sonucu olarak, anıtın çevresindeki temizlik işçilerinden, esnaflardan, sokak çocuklarından başlayarak, Türkiye içinden ve dışından yüz binlerce insan ve direnişçiler arasında bir gönül bağı oluşmuştur. Bu oluşan gönül bağının elbette politik bir içeriği ve etkisi vardır. Haksız ihraç karşısında ve haklı direniş yanında olmanın bir dışavurumu olan bu gönül bağı, muhatapların üstündeki en büyük baskıdır. Bu baskı, politik diğer hoşnutsuzlukları da içeren bir tepkinin, gerilmiş bir ok misali, potansiyel olarak kendisini hissettirmesidir. Bu potansiyelin boyutları, Nuriye ve Semih’in açlık grevi kararı almalarıyla destek eylemleri ve açlık grevleri gibi örnekler altında kendini iyiden iyiye açığa vurmuştur. Nuriye’nin attığı küçük kartopu, kocaman bir kütle haline gelmiş ve arkasında güçlü bir çığı saklamaya başlamıştır…
Bugüne kadar sayısız mücadelenin uğraklarından biri olmuş olan İnsan Hakları Anıtı, Nuriye ve Semih’in başlıca özneleri olduğu Yüksel Direnişi’nin ardından bambaşka bir i��eriğe bürünmüştür. Başka bir deyişle, Nuriye ve Semih’in bir yıllık mücadelesi anıtın her köşesini, hatta en çok da toplum nazarındaki anlamını değiştirmiştir. Bu noktada en başta gelen kavramın insan hakları olduğu söylenebilir.
Nuriye ve Semih’in mücadelesi anıtın isminde geçen insan hakları ifadesinin bir eleştirisi olarak düşünülebilir. Bu eleştiri, sınıflı bir toplum dâhilinde kullanılan insan kavramının, daima emeğe ya da emeğin sömürüsüne dayanan bir sınıfı öncül olarak içerdiği fikrine dayanır. Bu durumda bir kimse ya da topluluğun hakları konu edildiğinde, esasen belirli bir sınıfın haklarından bahsedilmektedir. Bu bağlamda Nuriye ve Semih, açlık grevi kararı almalarının gerekçelerini açıklarken, egemen sınıfın kendi yasalarına dahi riayet etmediğini, yandaş olmadıkları ve aksine sınıf bilincine sahip eğitim emekçileri oldukları için ihraç edildiklerini, haklarını aradıklarını, ancak düzenin hukuk kurumlarının kendilerine ve ihraç edilen tüm emekçilere kapatıldığını, düzen içi her olanağı tükettiklerini ve aldıkları kararın açlıkla terbiye edilmek istenmelerine karşı bir reddiye olduğunu belirtmişlerdir.
Nuriye ve Semih, böylece, örneğin düzenin mahkemeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi burjuva kurumları tarafından kullanılan içi boş insan ve hak ifadelerinin sakladığı riyakârlığı teşhir etmişler, vuku bulan sınıf çatışmasının hasıraltı edilmesine izin vermemişler ve bu gibi ideolojik örtülere boş alan bırakmamışlardır. Dahası, bireylerin sınıfsal varlıkları doğrultusunda belirli haklara ve özgürlüklere sahip olduklarını ve kendi direnişlerinin de emeğe dayanan sınıfın temel hakları ve özgürlükleri için verdiği mücadelenin bir parçası olduğunu göstermişlerdir. Bu noktada, ayrıca, yaşanan her şeyin hukuka uygun olduğunu belirten söz konusu kurumların kendi sınıf çıkarlarını savunduklarını ve dolayısıyla onlardan hiçbir beklentilerinin olmadığını, tüm beklentilerinin ait oldukları sınıftan, halktan olduğunu defalarca vurgulamışlardır.
Yüksel Direnişi ve özelinde Nuriye ve Semih’in mücadelesi, iki devrimcinin bir anıtla birlikte anılmasını sağlayan politik bir auranın oluşumunu mümkün kılmıştır. Başka bir deyişle, direnişin yanı başındaki anıt, anıta bağlı eylem odaklı zaman kullanımı ve çevresindeki insanlarla kurulan iletişim, görece verilen mücadele tarafından belirlenmiş ve mekân, zaman ve insan koşulları adım adım direnişin bir uzuvu haline gelmiştir. Bu durumda anıt, bir anlamda direnişle bütünleşmiş, olanaklarını direnişçilere açmıştır. Böylece direnişin etkisi, suya atılan bir taşın dalgası misali, anıttan ötesine küme küme yayılmış ve netice olarak belirli bir politik çekim merkezi oluşmuştur. Bu merkez, gündem belirlemenin ötesinde, haklılığına dayanarak, otorite karşısında kendini dayatmıştır. Bunun en açık işareti, olağanüstü halin yasaklarının, haksız oldukları gerekçesiyle, defalarca aşılması olmuştur.
Nuriye ve Semih, zayıflayan bedenleri dolayısıyla uykusuz kaldıkları gecelerden birinde tutuklandılar. Bu noktada amaçlanan, direnişin sönümlenmesi ya da en azından halk üstündeki etkisini yitirmesi ve direnişçilerin iradesine rağmen olası bir seçenek olarak müdahaleye hazırlık yapılmasıdır. Nuriye ve Semih’i alıkoymanın yeterli olmayacağının anlaşılmasıyla, İnsan Hakları Anıtı da birkaç saat içinde tutuklandı.
Anıtın, adeta bir işgal gücünün ruh halinin yansıdığı şekilde, insandan arındırılması ve etrafına sıralanan çelik bariyerler, zırhlı araçlar ve silahlı kimseler, hâlihazırda oluşmuş politik auranın en açık emareleri olarak düşünülebilirler. Bu engellemenin tek nedeni, anıtın, Nuriye ve Semih’in tutuklanmasına rağmen, onların mücadelesinin bir uzuvu olmayı sürdürmesidir. Öyle ki, söz konusu engelleme çabası da yeterli olamadı. Bunun anlamı, anıtın Nuriye ve Semih fiziken orada olamadığında dahi, bir bellek oluşturduğu ve onları anımsattığı, direnişteki diğer isimlerin ve destekçilerin mücadelenin haklılığına ve birikimine dayanarak mekân üstünde hak iddia ettikleri, onları o uzamda anlatmayı sürdürdükleri ve böylece oluşan etkiyi koruduklarıdır. Bu etki, direnişin diğer isimlerinin ve destekçilerinin engelleme fiillerini aşabilmek için ortaya koydukları pratiğe bağlı olarak korunmaktadır.
Nuriye ve Semih’in tüm baskılara rağmen direnişi sürdürmeleri, anıtın önünde, ülke içinde ve dışında devam eden irade savaşını diri kıldı. Bu sayede Semih serbest kaldı; ama Nuriye’nin tutukluğu hâlâ devam ediyor. Ayrıca her ikisinin de sağlık durumu tehlikeli bir boyut aldı. Bu durum, onlarla gönül bağı olan kimseler için bir gerilim unsurudur. Buna karşılık gerilim, korku aracılığıyla bastırılırken, açığa çıkan tepkilere karşı da zor kullanılmaktadır. Ne var ki baskı ve zor halkın hoşnutsuzluğunu sadece derinleştirmektedir. Ve sadece işini isteyen iki eğitim emekçisi, anıtın ötesine, öğrencilerine dönmek için direnişini sürdürmektedir.
Dipnotlar:
[1] Bu noktada öğe ya da etkinlik de, elbette tarihsel ve toplumsal ilişkiler bakımından bir belirleme ve belirlenme ilişkisinin dolayımını taşır.
[2] Aura oldukça tartışmalı bir kavramdır. Burada Walter Benjamin kavrama içerik kazandıran isimlerin başında gelir. Benjamin’in kullanımlarına bakıldığında ise, kavrama ilişkin birden fazla içerik olduğu görülebilir. Önceki paragrafta belirlenen içerik de, yine söz konusu içeriklerden birine dair okumalara ve yorumlara dayanmaktadır. Bu içeriğe yer veren bir çalışmada bkz. Carsten Strathausen, “Benjamin’s Aura and the Broken Heart of Modernity”, Benjamin’s Blind Spot: Walter Benjamin and the Premature Death of Aura içinde, New York: Distributed Art Publishers, 2001, ss. 4, 8.
[3] Bu noktada Yüksel Direnişi’nden etkilenen ya da onunla tam dayanışma içinde olan diğer direnişler de akla gelebilir.
[4] Burada Filistinli tutsaklara ilişkin destek eylemleri çarpıcı bir örnek olarak anımsanabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.