CHP’nin stratejisi, yüzde 51 almaya çalışmaktan çok yüzde 51 aldırtmamaya odaklı bir siyasal taktik üzerine kuruludur. Geleneksel siyasal doğrularıyla politika yapmak yerine yüzde 51’in sahipleneceği bir politik söylem şemsiyesi oluşturmaya çalışmaktadır
CHP’nin stratejisi, yüzde 51 almaya çalışmaktan çok yüzde 51 aldırtmamaya odaklı bir siyasal taktik üzerine kuruludur. Geleneksel siyasal doğrularıyla politika yapmak yerine yüzde 51’in sahipleneceği bir politik söylem şemsiyesi oluşturmaya çalışmaktadır
Hadi bu sefer şeytanın avukatlığını değil de karşı tarafın(!) avukatlığını yapalım. Bu davada karşı taraf CHP. Ne İsa’ya ne Musa’ya, yani ne solculara ne sağcılara yaranamayan CHP. Herkesin bir aklının (fikrinin) olduğu ama ortak aklı kimsenin sahiplenmediği CHP. 21. yüzyılın Gandi’si olan ancak adam yerine konulmayan bir Genel Başkan’a sahip olan CHP.[1]
’80 öncesi Ecevit CHP’si ve ’80 sonrası SHP dönemi bir kenara bırakılırsa, Deniz Baykal ile başlayan ve bugüne dek uzanan CHP’ye en büyük eleştiri; iktidar olma stratejisini asıl olarak sağ politikalar üzerinden yapması ve sağcı politikacıları kendi bünyesine katmaya çalışmasıdır.[2] Sosyal demokrasinin temel kriterlerini esas alan bir stratejiyle bir politik çizgiyi iktidar yapmaya çalışmak yerine ezilenlerden yana bir sınıf siyasetine hiç soyunmadan sadece nemalanma ilişkilerini değiştirmeyi vadederek, iktidar değişimini basitçe bir partiden başka bir partiye devir teslim töreni olarak anlayan CHP’nin hâkim anlayışı hala iflas etmiş değil. Devrimci Hareket’in siyasal ve toplumsal etkisi güçlü bir biçimde hissedilmeden / hissettirilmeden bu durumun değişeceğini beklemek de hayalden öte bir şey değil. Ancak…
Ancak ülkenin değişen koşulları, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ın rejimin ayarlarına yaptığı müdahale CHP’nin ayarlarında da değişimi zorunlu kıldı. 16 Nisan referandum sürecinde fakat daha da belirgin olarak Adalet Yürüyüşü’nde bunu görebilmek mümkün. Bu noktada bir “üst aklın” müdahalesi de iddia edilebilir, koşulların zorlaması da. Her şey bir yana CHP’nin bu dönem izlediği taktikler bir planın parçaları olarak değerlendirilebilir(?!).
Dikkate değer en belirgin özellikler Adalet Yürüyüşü’nde idi. Büyük oranda tarihteki örneklerinden feyiz alınmış olsa da bu yürüyüşte içerik itibariyle özel tercihlerin(!) yapıldığı pekâlâ görülebilir. “Adalet” dışında hiçbir sloganın kullanılmaması, CHP’ye ait hiçbir simgenin bulundurulmaması, her türlü tacize/saldırıya karşı olabilecek en yumuşak tepkinin verilmesi, ezilen sınıfların temsilcilerinden ziyade farklı siyasi kimliklerin temsilcilerinin tercih edilmesi vs.[3] Hiç kuşkusuz bunların tam tersi de tercih edilebilirdi. Yani yürüyüş “sosyal demokrasi” hedefi gösterilerek yapılabilir, yer gök CHP pankartları ile donatılabilir, her türlü saldırıya aynı biçimde yanıt verilebilir ve sadece toplumun ezilen kesimlerinin temsilcileri ile ortak ve bu kesimlerin taleplerini içerecek biçimde yapılabilirdi. (Böyle yapılsaydı neler olabileceği sadece hayal gücünün sınırları zorlanarak tahmin edilebilir herhalde.)
Adalet Yürüyüşü’nden bir süre sonra gerçekleştirilen Adalet Kurultayı’nda ise bu özellikler daha da belirginleşti. Kürtlerin ve LGBTİ bireylerin ve kadın hareketinin dışındaki siyasal kimlikleri -ki bunlar geleneksel sağ ideolojinin kapsadığı /kapsandığı kimlikler- aynı potada toplamaya çalışan ve bu kimliklere eşit söz hakkı vererek eşit temsiliyet vadeden bir biçimsel demokrasi ilişkisi sergilendi. Ve Adalet talebinin yanına Demokrasi ve Huzur talepleri de eklendi.
CHP daha sonra Karadeniz’de Fındık, Ege’de Üzüm Mitingleri düzenledi -ki bu bölgesel mitingler bölgesel talepler üzerinden büyük olasılıkla devam edecek. Bu mitinglerde de temel karakteristik özellikler değişmedi.
CHP, tüm bu süreçte kendi geleneksel politik söyleminden uzak durduğu gibi kendi kitlesinin en kritik talebinden yani laiklikten özenle uzak durdu. CHP’ye üye ol kampanyası açmadığı gibi ezberleşmiş propaganda biçimlerinden olan “sağcılara CHP rozeti takmaya” da hiç yeltenmedi, yani bu topluluğu örgütlemeye çalışmadı.
Sonuç olarak CHP’nin stratejisi; yüzde 51 almaya çalışmaktan çok yüzde 51 aldırtmamaya odaklı bir siyasal taktik üzerine kuruludur. Geleneksel siyasal doğrularıyla politika yapmak yerine yüzde 51’in sahipleneceği bir politik söylem şemsiyesi oluşturmaya çalışmaktadır. Anlaşılmaktadır ki bu şemsiyenin kritik kavramları Adalet ve Huzur (tek adama karşı olan ortalamanın sahiplenebilecekleri) olacaktır. Bu şemsiyenin altında bir politik örgütlenmeye gidilmesi tercihi yoktur, gizli politik özne olarak CHP, daha doğrusu CHP’nin “üst aklı” yeterlidir. CHP’nin şimdiye kadar kapsamış olduğu “sol potansiyel” ise çantada keklik görülmekte, homurdansa da bir etkide bulunamayacağı öngörülmektedir.[4] (Aslında sistem içi bir çözüm yolu olarak, 2019’u hedefleyen bu strateji hiç de mantıksız değildir). Ancak…
Ancak açıktır ki bu değişen pozisyon, sistemin zaten aksak olan “sol ayağı”nı tamamen tökezletecektir. Merkez sağda değil, merkez solda bir boşluk olacaktır artık.[5] Yani laiklik talebinin, barış talebinin, kadın özgürlüğü talebinin, emperyalist taşeronluğa son talebinin, vs. bir sahibi olmayacağı gibi, yurtseverlik, kamusal hakları savunma, faşizme karşı aktif direniş gibi hedefler de görüntü olarak bile kalmayacaktır. Şimdiye kadar sol örgütlerden özenle uzak duran, CHP’nin bu talepler için doğrudan mücadele edeceğini sürekli uman “standart CHP kitlesinin” artık farklı bir mecra, farklı bir adres arayışında olması kaçınılmaz görünmektedir.[6] Böylesi bir iddianın da CHP içinden çıkmayacağı aşikârdır.
Kuşkusuz bunlar, dillendirilmediğinde ortadan kalkacak talepler ve hedefler değildir. Devrimciler bu talepleri sahiplenmek, bu hedefleri gerçekleştirmek ve elbette ki bunların siyasal örgütünü kurmakla mükelleftir.
Dipnotlar:
[1] Türkiye tarihinde 69 yaşında, 23 gün boyunca Ankara’dan İstanbul’a yaklaşık 450 km yürüyen ve kendi partisine oy istemek için değil de sadece adalet isteyen bir sağ partinin lideri bulunsaydı (örneğin; Menderes, Demirel, Türkeş, Erbakan, Çiller ya da Erdoğan) bu ülkenin tarihi farklı yazılırdı.
[2] Neoliberal politikaları benimsemesi, sermayenin desteğine büyük önem vermesi, Kürt politikasını milliyetçi bir eksenden kurması v.s. CHP stratejisinin temel özellikleri. Şeyh Edibali’den Yaşar Nuri’ye, Mehmet Bekaroğlu’dan Mansur Yavaş’a, Sinan Aygün’den İlhan Kesici’ye kadar bir sürü sağcı politikacının devşirilme çabası da bu stratejinin bütünleyicisi. Bu isimlerden herhangi birinin sağcılıktan tövbe edip sosyal demokrat olduğu iddia edilebilir mi?
[3] Şeytanın avukatı burada devreye girip; “CHP’nin bunları yapabilmesine, sıkışmışlıktan kaynaklı kendiliğinden refleks” diyebilir pekâlâ.
[4] Bu noktada bazı yasal sol partilerin ve yasal sol şahsiyetlerin, oluşacak boşluğu farklı bir biçimde doldurmak yerine, CHP’yi “içeriden” etkilemeye çalışmalarının beyhude çalışmalar olacağını belirtmeye gerek var mı?
[5] Kontrgerillanın bir grubunun temsilciliğini üstlenen tescilli faşist Meral Akşener’in partileşmesiyle birlikte, CHP’nin sağ kulvarda yarışacağı aktörlerin sayısı da artmaktadır.
[6] Böyle bir durum gerçekleştiğinde, bu yeni oluşumun illa CHP’ye karşı olması gerekmez CHP’nin değişen durumuyla “karşılıklı bir paylaşım içinde” aynı amaca, yani Tayyip diktatörlüğüne karşı birlikte de mücadele edilebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.