Duce’nin sözleri hakikat olarak alınır. Alenen yalan söylemesinde de sakınca görülmez. Yalana bağlı olarak, daha önce söyleneni inkâr etmesi ve bir başkasının söylediğini yok sayması yığının unutması beklenen fiillerdir
Mussolini tüm projelerin kendisine ait olduğu öne sürdü. Dahası, eski ulaşım hizmetinin ne kadar kötü olduğunu ve iktidarıyla beraber ulaşım hizmetinin ne kadar iyi hale geldiğini konuşmalarında sıklıkla vurguladı
Faşizm sınıftan her bireyi sonunda birer korkuluğa dönüştürmeyi amaçlar. Burjuva demokratik iktidar formundan farklı olarak, sınıf bilincini aşındırmak ve mümkün olduğunca zayıflatmak fiillerinde, eşdeyişle manipülasyon mekanizması dahilinde, terazi iknanın değil baskının ağırlığı altındadır. Bu koşullar altında zihnini teslim eden bir birey, düzenin kurulu yanılsamalar ağındaki en karanlık parçalardan biri olarak nitelenebilir. Öyle ki bu kimse neredeyse bütünüyle benliğini yitirmiştir. Bir iknayı değil kendisini edilgen kılan bir baskıyı deneyimler. Kendisi gibi olmayanları korkutması beklenen, ama esasında kendisini oluşturan otoritenin komutları dışında pek hareketi olmayan bir korkuluğu andırmaktadır. Korkuluk, üretim ilişkilerinden bilinç biçimlerine sürekli baskı altında tutularak, uyuyan benliği bastırılan bir özne durumundadır. Bu nokta faşizmin hem güçlü noktası hem de zayıf noktası, eşdeyişle Akhilleus topuğu olarak alınabilir. Bireyin bilinç biçimleri bakımından baskı altında tutulması görece daha kolay olmasına karşın, üretim ilişkileri bireyi daima sınıfın gerçekleriyle yüzleştirir. Bu yüzleşme faşizmin sendelediği anlarda manipülasyonu kırar ve iktidarın üstünde durduğu temelin altını boşaltır. Böylesi büyük bir riski minimuma indirmek amacıyla faşizmin manipülasyon formları içerisine daima bir zihin kapanı yerleştirdiği görülür. Bu kapanı en iyi şekilde ifade eden isimlerden biri, Mussolini faşizminin temsilcilerinden Niccolò Giani’dir.
Giani, faşizmin yığınlar üstündeki etkisini ancak bir tür mitoloji ve mistisizme dayanarak koruyabileceğini savunur.[1] Tıpkı Antik Roma’da olduğu gibi, yığınları aynı köklerden geldiklerine ve kurulu düzenin kendi toplulukları için en iyisi olduğuna ve bundan dolayı onu canları pahasına korumaları gerektiğine inandıracak mitoslara (söylencelere) ihtiyaç olduğunu düşünür. Giani bu düşüncelerini Mistica Fascista ismiyle bir araya getirdi. Bu düşüncelerin faşist öğretinin özüne ve en iyi kısmına işaret ettiğini savundu.
Giani’ye göre üretilecek mitoslar, akla dayanmayan, dolayısıyla kanıtlanması ve aynı zamanda çürütülmesi mümkün olmayan içeriklere sahip olacaklardır. Bu mitosların üretilmelerinin ardından, esinlendikleri olgularla ve onları gerekli kılan koşullarla olan ilişkilerinin izleri de ortadan kaldırılmalıdır. Öyle ki onu üretenler bile söz konusu izleri akıllarından çıkarmalıdırlar. Bu koşulun yerine getirilmesi mitoslara ebedi nitelikler atfedebilme olanağını sağlar. Giani mistisizmin ancak bu şekilde geleneğe sadık bir önermeler bütünü oluşturabileceğini düşünüyordu. Bu önermeler bütünü toplum, ekonomi, siyaset, ahlak gibi alanlardan ampirik ve kuramsal bilgiler ile kategorik ve dogmatik inançların bir harmanlanması olarak görülebilir. Giani bu harmanlamanın sadece mistisizmin ustaları tarafından doğru şekilde, eşdeyişle inancın ağırlığı altında oluşturulabileceği savunuyordu.
Giani, faşizmin kadrolarını faşist mistisizmin ustaları olmakla yükümlü kılar. Bu ustaların en yetkini ise Duce, yani liderdir. Ebedi Duce, Benito Mussolini’dir. Duce’nin üstünde hiçbir değer yoktur. Duce, ulusun değerlerini geleneklere ve ihtiyaçlara göre belirleyebilme ve aynı zamanda değiştirebilme yetisine sahip en büyük değerdir. Dahası Tanrı ile kurulacak ilişkideki başlıca rehber ve dolayısıyla kutsalın içeriğini aktarabilen yegâne öznedir.[2] Duce tüm bunları yerine getirirken, bireylerin bir aradalığından oluşan ulusun kendi zihninde ve bedeninde bütünleştiğini iddia eder. Bu noktada Duce’nin sözleri hakikat olarak alınır. Hatta alenen yalan söylemesinde dahi bir sakınca görülmez. Örneğin yalana bağlı olarak, daha önce söyleneni inkâr etmesi ve bir başkasının söylediğini yok sayması yığının unutması beklenen fiillerdir. Öyle ki Duce, gerçekliğin ötesini temsil eder. Hakikat, pratik, bilgi nesnesi ve gerçeklik arasındaki ilişkide aranmaz; çünkü hakikat olan Duce’nin sözleridir. Bu noktada bir örnek olarak, Mussolini’nin tren mitosu konu edilebilir.
Mussolini dönemin gelişmişlik düzeyine işaret eden sembollerden birini, trenleri konuşmaları sırasında çokça kullanmıştır. Bu konuşmalarda, faşist iktidar öncesinde İtalya’da trenlerin ve demiryollarının yok denecek kadar az olduğunu sıklıkla tekrarladı. Mussolini belki imkânı olsa, trenlerin kendi iktidarıyla beraber icat edildiğini dahi söyleyebilirdi. Ne var ki, İtalya’daki trenlerin ve demiryollarının gelişimi, faşist iktidarın birkaç yıl öncesine dayanmaktaydı. Örneğin yeni demiryollarının yapılması ve eski demiryollarının onarılması ve geliştirilmesi için harekete geçilmiş ve birçok proje sıraya alınmıştı. Mussolini bu devam eden ve sırada olan projeleri iktidarıyla beraber masasında hazır bulmuştu. Bu durumda ona sadece projeleri uygulamak kalmıştı. Buna karşın Mussolini tüm projelerin kendisine ait olduğu öne sürdü. Dahası, eski ulaşım hizmetinin ne kadar kötü olduğunu ve iktidarıyla beraber ulaşım hizmetinin ne kadar iyi hale geldiğini konuşmalarında sıklıkla vurguladı. Bunu o kadar çok yaptı ki, bugün bile kullanılan bir deyimin ortaya çıkmasını sağladı: “Mussolini trenleri dakik hale getirdi.”[3] Bu elbette doğru değildi. Mussolini döneminde de trenler çeşitli nedenlerden ötürü geç kalıyor ya da zamanında kalkamıyordu. Hatta bu durum İtalyan muhalifler arasında bir alay konusuydu. Fakat Mussolini göz önünde olan bu duruma rağmen, insanların büyük kısmını aslında öyle olmadığına inandırmayı başarmıştı. Öyle ki Duce’nin sözleri gerçekliğin ötesindeydi.
Mussolini demiryolu sistemini kendi iktidarıyla özdeşleştirmişti. Bu sisteme bakarak kendi iktidarını anlatıyordu. Böylece hem kendi iktidarına hem de sisteme dair gerçekten uzak, kusursuz bir kurgu oluşturuyordu. Bu kurgu yerine gerçekliğin yolunu izlemek, Mussolini’nin hedefi olmak anlamına geliyordu; çünkü kurulu düzeninin tümü bir kurgudan, eşdeyişle bir yalandan ibaretti. Partizanlar söz konusu yalana karşı bir yandan sesleri ve yayınları aracılığıyla halka ulaşıyor, faşizmin kitle tabanını onu teşhir ederek eritmeye çalışıyor; diğer yandan faşizmin baskı kaynağı olan silahlı unsurlarına saldırıyordu. Başka bir deyişle savaşı hem cismen hem de zihnen sürdürüyordu. Bu birleşik mücadelenin sonunda Partizanlar, faşizmin zihin kapanını ve halka doğrulttukları silahları, büyük bedeller pahasına ortadan kaldırmayı başardılar.
Dipnotlar:
[1] Bkz. Niccolò Giani, La marcia sul mondo, Pienerolo: Novantico Editore, 2010, ss. 43, 48, 55, 102, 106.
[2] Bu görüş Mussolini taraftarları ve dönemin kimi dini kurum yöneticileri arasında önemli bir anlaşmazsızlığın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu anlaşmazsızlık sonrası Mussolini, muhalif dini kurum yöneticilerini görevlerinden almıştır.
[3] Bu konuya dair bir yazı için bkz. Brian Cathcart, “Rear Window: Making Italy work: Did Mussolini really get the trains running on time?”, Independent, 2 Nisan 1994.
http://www.independent.co.uk/voices/rear-window-making-italy-work-did-mussolini-really-get-the-trains-running-on-time-1367688.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.