Ortada zora dayanan bir çatışma alanı vardır. Burada halk, iktidarın zor kullanımı karşısında edilgen kaldığında, yazılı yasalar, kararnameler ya da fiili buyruklar halkın zararına, iktidarın yararına olacak şekilde uygulanır Hukukun otoriter veyahut faşist bir iktidar tarafından askıya alındığı ya da eşdeyişle söz konusu iktidarın kendi yararına bir serbest yasalılık hali tesis ettiği bir ülkenin verili […]
Ortada zora dayanan bir çatışma alanı vardır. Burada halk, iktidarın zor kullanımı karşısında edilgen kaldığında, yazılı yasalar, kararnameler ya da fiili buyruklar halkın zararına, iktidarın yararına olacak şekilde uygulanır
Yeterli bir niceliğin fiilen mahkeme kapısında bulunması, kaçırılan kişinin özgür kalması için hayati bir etken oluşturur. Öyle ki ortada bir mahkeme değil açık bir çatışma alanı vardır.
Hukukun otoriter veyahut faşist bir iktidar tarafından askıya alındığı ya da eşdeyişle söz konusu iktidarın kendi yararına bir serbest yasalılık hali tesis ettiği bir ülkenin verili hukuk kurumları nasıl değerlendirilmelidir? Bu koşullar altında söz konusu kurumların başlıca işlevi nedir?
Bu soruların muhatabı olan bir ülke için olağanüstü halin artık bir kural haline geldiği söylenebilir.[1] Bunun anlamı iktidarın kendisi ya da bir mutabakat tarafından yapılan yasaları korumaktan çok kararname ve fiili buyruk gibi araçları kullanarak, onların yerine geçtiği anlamına gelir. Yasalar, kimi olağan dışı koşullar çerçevesinde değil iktidarın yararına olmadıkları her anda geçersiz kılınır ve boş kalan yerleri, kararname ve fiili buyruklarla ikame edilir. Böylece iktidar ya yasaların dışında konumlanır ya da kendisine bir muafiyet alanı oluşturur ve yasalar, ancak müdahale edilmedikleri sürece geçerli olan birer hareket noktasına dönüşürler.
Hukukun askıya alınmasıyla, zor[2] kullanımı yasalarda içerilen normların onayından kurtulur ve büsbütün serbest kalır. Bu sadece iktidar için değil halk için de geçerlidir. Ortada zora dayanan bir çatışma alanı vardır. Burada halk, iktidarın zor kullanımı karşısında edilgen kaldığında, yazılı yasalar, kararnameler ya da fiili buyruklar halkın zararına, iktidarın yararına olacak şekilde uygulanır. Aksi durumda, yani halk kendisi nazarında hukuksuzluk olana karşı kendi hukukunu, halkın adaletini dayattığında, çatışma kaçınılmaz olur. Bu çatışma alanında her özne, şimdi ve burada mevcut, zora dayanan gücü kadar vardır. Başka bir deyişle, herkes gücü oranında toplumsal ilişkiler dâhilinde belirleyen ve belirlenen konumundadır.
Bu anlatıları somut kılmak adına biri yargıdan vakaya, diğeri vakadan yargıya doğru ilerleyen iki örneğe değinmek mümkün. Bunlardan ilki uydurma gerekçeler eşliğinde yapılan gözaltı ve tutuklama halini, diğeri kadınların yaşam biçimlerine yönelik saldırı fiilini konu alacaktır.
Birinci örnekte, hedef olarak belirlenen kişi uydurulmuş bir gerekçe eşliğinde hâlihazırda gözaltına alınmış ya da tutuklanmıştır. Sonrasında, kendisi için kurulacak olan mahkeme mümkün olan en geç zaman dilimi içerisinde hazırlanır. Bu sırada iktidar, tutuklu olan kişinin bir gün dahi fazla tutulması için çabalar. Derken, mahkeme kurulur. Bu noktada gözaltı ya da tutuklu olmayı sağlayan gerekçenin hâlihazırda uydurulmuş olmasıyla beraber, uydurulan gerekçenin arkasında politik bir sebep ve dahası baştan belirlenmiş bir hüküm vardır. Öyleyse ortada alenen kaçırılmış bir insan olduğu pekâlâ söylenebilir. Bu kaçırılma fiili karşısında yapılabilecek herhangi bir şey yok mudur?
Burada her şeyden önce halkın dava hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğu ve onu ne kadar takip ettiği önemlidir. Bu koşulun hissedilir orandaki varlığı, dava üstünde bir baskı unsuru olur. Halkın uydurulmuş gerekçenin farkında olması ve kişinin politik bir sebep dolayısıyla alıkonulduğunu bilmesi, örgütlenmeye açık bir tepki doğurur. Dahası, yeterli bir niceliğin fiilen mahkeme kapısında bulunması, kaçırılan kişinin özgür kalması için hayati bir etken oluşturur. Öyle ki ortada bir mahkeme değil açık bir çatışma alanı vardır. Bu alanda halkın nicelik üstünlüğü ve ardında, üretime dayanan baskı imkânları, kendisi çoğunlukla bilincinde olmasa da iktidarı korkutur. Halk kitlesel bir kalkışma içine girdiğinde, iktidar, durduramayacağı bir enerjinin açığa çıkabileceği çekincesiyle ya geri adım atar, ya da açığa çıkan enerjinin sonuçlarıyla yüzleşir. Her iki durumda da toplumsal işlerliğin bozulması düzenin kaybınadır. Netice itibarıyla mahkeme önündeki olası kalabalık, davanın seyrini değiştirebilecek bir güç olarak, ya kaçırılan kişinin özgürlüğünü kazanır ya da sonraki hamle için kritik bir birikim elde eder. Bahsi geçen olası kalabalık oluşmadığında ise, halk, iktidarın dayattığı sonuçlara katlanmak zorunda kalır.
Diğer örneğe dair söz konusu koşulların bulunduğu bir ülkede en sık kullanılan ifade, kadınlara yönelik saldırıların devlet ve hukuk kurumları tarafından teşvik edildiğidir. Bu teşvik halinin en önemli göstergesi, saldırı sonrasında gerçekleşen yargılamanın mağdurun zararına ve saldırganın yararına sonuçlanmasıdır. Böylesi bir sonucun anlamı, düzen nezdinde saldırganların mahkemede sıraladıkları gerekçelerin haklı bulunduğu ve dolayısıyla saldırının meşru kabul edildiğidir. Burada düzen, mağduru yaşam biçimine dair herhangi bir sebepten dolayı dışlar ve saldırganı düzeni koruduğu için ödüllendirir. Bir anlamda kadını yargılar ve yargılama sonucunda, düzenin istediği yaşam biçiminin dışında olmasını bir suç ve saldırganın saldırısını bir ceza olarak tanır. Bu durumda mahkemeden aklanarak çıkan saldırgan, düzenin korunması bakımından bir katkı sunmuş olur.
Bu sonucun arkasında birden fazla boyut olduğu aşikâr. Öyle ki din, eğitim, kültür ve diğer toplumsal bilinç biçimleri düzenin ilkeleri doğrultusunda şekillendirilir. Başka bir deyişle, bahsi geçen kişinin yaşam biçimi, düzen nezdinde ortadan kaldırılması amaçlanan bir hedeftir. Bu noktada saldırgan, düzen tarafından örgütlü bir şekilde harekete geçirilebileceği gibi, düzenin kitle tabanından biri olarak, bir otokontrol hali de deneyimleyebilir. Bu ikincisi daha tehlikelidir. Kurulmuş otomatların hemen her yerde saldırıya hazır bekledikleri ve düzen tarafından teşvik edildikleri anlamına gelir. Düzen söz konusu saldırıları biriktirerek, sonunda istediği yaşam biçimini hâkim kılmayı amaçlar. Bu durumda sessiz kalmak bir çözüm olabilir mi?
Düzenin nihai amacı, her bireyi kendi istediği kalıba dökmektir. Bireye kendi yaşam biçimini dayatmak amacıyla saldırıları teşvik ederken, niyeti söz konusu kadının kendisini evine hapsetmesi, sosyal anlamda yaşantısını mümkün olduğunca askıya alması ya da hiç değilse düzen için asgari bir kabul edilebilirlik noktasına çekmesidir. Bu noktada bireye bırakılan iki seçenek vardır. Bunlardan ilki teslim olmak, diğeri de mücadele etmektir.
Bu iki örneğe stantların dağıtılması, cenazelere saldırılması, içki içenlerin darp edilmesi gibi sayısız örnek eklenebilir. Bunlar, hukukun askıya alındığı bir ülkede verili hukuk kurumlarının başlıca işlevinin, iktidar yararına kurulmuş özel türde bir çatışma alanı meydana getirmek olduğunu göstermektedirler. Örnekler sırasında işaret edilen mücadele biçimleri ise, halkın bu çatışma alanında atacağı ilk adımlar olarak değerlendirilebilirler. Bu ilk adımların atılması (henüz yeterince değil) ve ardından kısa süre içinde daha büyük adımların atılması, alternatif yaşam biçimlerinden başlayarak, faşizmin dışında kalan her türlü toplumsal ilişkinin korunması, sürdürülmesi ve ilerletilmesi bakımından tek seçenektir.
Dipnotlar:
[1] Bu noktada istisna hali ya da eşdeyişle olağanüstü hal kavramına ilişkin bir çalışma için bkz. Önder Kulak, “İstisna Hali Kavramına Bir Giriş”, ViraVerita, 19.01.2015.
https://viraverita.org/yazilar/istisna-hali-kavramina-bir-giris
[2] Bu noktada zor kullanımın sadece şiddet fiillerini içermediği belirtilebilir. Zor, şiddeti de içeren farklı formlara sahiptir. Örneğin bir uzamı zıt bir özneden arındıran oturma eylemi de yerine göre belirli bir zor içerir. Zor, zıt olmaları beklenen öznelerin birbirlerini cismi olarak yerlerinden etmek için kullandıkları fiillerden oluşur. Zor kavramını en iyi açıklayan isimlerin başında Walter Benjamin gelir. Benjamin, zorun sadece şiddetle sınırlı olmadığını göstermek açısından, kavramı Gewalt sözcüğüyle karşılamıştır. Bu bağlamda Benjamin, örneğin grevi bir zor biçimi olarak örneklemiştir. Benjamin’in söz konusu çalışması için bkz. Walter Benjamin, “Critique of Violence”, Selected Writings Volume One içinde, ed. M. Bullock ve M. W. Jennings, Harvard: Harvard University Press, 2004.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.