Erdoğan iktidarının 2019 yolundaki stratejisi dikiş tutmuyor. O nedenle “İşimiz kolay değil” derken hiç haksız değil. Peki biz, işini kolaylaştırmasını mı bekleyeceğiz?
Teşkilatta metal yorgunluk ve yenilenme ihtiyacı, “yeni devlet” tartışması, Mehmet Görmez’in tasfiyesi, bitmeyen iç hesaplar ve huzursuzluklar… Erdoğan iktidarının 2019 yolundaki stratejisi dikiş tutmuyor. O nedenle “İşimiz kolay değil” derken hiç haksız değil. Peki biz, işini kolaylaştırmasını mı bekleyeceğiz?
Tayyip Erdoğan, 16 Nisan referandumundan gayri meşru “evet” sonucunu çıkardıktan sonra 2019’a giden yolda üç ayaklı bir stratejiyi önüne koydu:
Stratejinin bu üç ayağı, Erdoğan’a sadakat-biat temelli bir kadro örgütlenmesi göz önünde bulundurulduğunda, elbette birbirinden bağımsız değil.
Daha önemlisi, bu iç içelik aynı zamanda birbirlerinin gerilimlerini, krizlerini besliyor.
Erdoğan tehlikenin farkında. Dillendirmekten de çekinmiyor. Yaklaşık bir aydır parti içindeki metal yorgunluktan ve yenilenme ihtiyacından zaten söz ediyordu. Bunu, 7 Ağustos günü, partisinin son genel seçimde en yüksek oy oranına eriştiği Rize’deki konuşmasında yenilgi olasılığını dillendirmesi izledi.
“Asıl imtihan 2019’da” dedi Erdoğan. Yerel seçimde tökezlemeleri halinde milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önlerine psikolojik bir bariyer çıkabileceğinden dem vurdu. “Yüzde 50’nin üzerinde oy almanın zorluğunu Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve 16 Nisan halkoylamasında gördük” diye devam etti. “İşimiz kolay değil” cümlesini ise birden fazla defa kurdu.
Ağustos ayının ilk haftasıyla birlikte somut adımlar da atılmaya başlandı.
28 Temmuz’daki MKYK toplantısında il ve ilçe teşkilatları masaya yatırıldı.
5 Ağustos günü genel merkezden yerel teşkilatlara 10 maddelik talimatname gönderildi. Büyük kısmı kongrelere ilişkin teknik ayrıntıların arasına “Partimizin, farklı anlamlara yol açabilecek düşünceleri dile getirmemesi açısından, verilecek mesajların tek bir ağızdan çıkmasına ve bu açıklamaları yapacak olanların partide yetkili kişiler olmasına dikkat edilmelidir” ibaresi sıkıştırıldı. Bu, “Erdoğan’ın sözünün dışına çıkılmaması, üstüne söz söylenmemesi” demekti.
7 Ağustos günü Star gazetesinde teşkilatlardaki değişiklikler için düğmeye basıldığı ve 5 il başkanın istifasının istendiği haberi yer aldı. Habere göre bir daha aday olmayacak il başkanlarının istifası istenecek, yeni isimler atama yoluyla göreve getirilecek ve ilçe kongreleri yenilenmiş il başkanlarınca organize edilecekti. Değişikliğe gidilecek isimler arasında İstanbul ve İzmir gibi bazı büyükşehirlerin il başkanlarının da olduğu ileri sürüldü.
Ancak Erdoğan’ın dediği gibi, bu yenilenme ve teşkilat içi siyasal bütünlüğün tesisi işi o kadar kolay değildi.
AKP’nin yenilenen MKYK’sinin dışında kalmış isimlerden Ayhan Oğan, 3 Ağustos akşamı CNNTürk’te katıldığı programda “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin beğenmeyin, bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır” dedi.
AKP tarafından ekranlara öyle her ismin çıkarılmadığı düşünüldüğünde Oğan’ın sözleri bir gaf değil, olsa olsa bir fikrin aşılanma çabasıydı. Ancak bu fikir aşısı, siyasal bütünlüğün tutulması gereken bir diğer ayağı olan iktidar ilişkilerinde iç kanamayı tetikledi.
Erdoğan’ın yüzde 50’yi aşmak için muhtaç olduğu ve giderek bağımlılaştığı Devlet Bahçeli, “müptezel” dediği Oğan için “Sayın Cumhurbaşkanı’nın öncelikle cevap vermesi en doğru ve akılcı olanıdır” dedi.
TBMM eski Başkanı Cemil Çiçek de Hürriyet’e verdiği “özel” demeçte “Hiçbir şekilde bu fikirleri tasvip etmediğim gibi tarihi gerçeklerden uzak, saygısızca ve nankörce bir ifade tarzı olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Başbakan Binali Yıldırım ve AKP Sözcüsü Mahir Ünal bir telaş “Kendi görüşüdür, bizi bağlamaz” dese de gözler Erdoğan’daydı.
Erdoğan da üç gün gecikmeli olarak “Kim ne derse desin hepsi hikaye. Türkiye Cumhuriyeti devletinden başka devletimiz yoktur” demek zorunda kaldı.
“Yeni devlet” tartışmasında Devlet Bahçeli, Erdoğan iktidarına verdiği desteğin sınırlı ve şartlı olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
İktidar ilişkilerinden söz etmişken Saadet Partisi (SP) ve Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) de es geçmemeli. Her iki parti, yüzde 1’i geçmeyen oy oranlarına karşın AKP tabanına etki edebilme gücüne sahip.
İsrail krizi baş gösterdiğinde Saadet Partisi Yenikapı’da yirmi bini aşkın kişiyle Kudüs Mitingi düzenleyerek, BBP ise Alperen Ocakları aracılığıyla sinagog saldırısı örgütleyerek Erdoğan’a “Zayıf karnını biliyoruz, bizi es geçme” mesajı gönderdi.
Erdoğan’ın sadakat-biat temelli bir kadro yenilemesinden söz etmişken Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan “emekli edilmesini” es geçmek olmaz.
Görmez, her ne kadar 15 Temmuz gecesi camilerden salalar okutarak “göz doldursa” da, Kutlu Doğum organizasyonları ve Şiiliği de gözeten açıklamaları ile iktidar medyasının eleştiri oklarının hedefindeydi.
Görmez, 20 Temmuz gecesi Saray’a çağrıldı. Ertesi gün, Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevinden yakın zamanda alınan Mehmet Özafşar’a yakın Dinihaberler adlı siteden Görmez’in görevden alındığı iddiası ortaya atıldı. Erdoğan, iddiayı 25 Temmuz’da “Görevden alınma ya da istifa değil, başka bir görev” diyerek doğruladı.
27 Temmuz’da ise iktidar kulislerinin operasyonel kalemi Abdülkadir Selvi “Görmez’in 15 Temmuz’u”nu yazdı. Selvi, Görmez’in 15 Temmuz akşamı MİT yerleşkesinde Hakan Fidan ile yemekte olduğunu, darbe girişimini saat 22.00’da, yani başkentte jetler alçak uçuş yapmaya başladıktan sonra, eşinin telefonuyla öğrendiğini yazdı. Yazıdaki iddialar hiçbir makam ya da kişi tarafından yalanlanmadı.
Şutlananın ardından tekme savurmak kolay olunca yenileri de gecikmedi. Türkiye gazetesi yazarı Batuhan Yaşar, “O gece salaları Mehmet Görmez okutturmadı!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yaşar’ın iddiası o ki; Görmez MİT’ten ayrıldıktan sonra kızının evine geçti, telefonunun kartını ve bataryasını çıkardı ve gece 2’ye kadar “ulaşılmaz” hale girdi. Camilerden okutulan salalar mı? Yaşar, bu talimatı Erdoğan’ın başdanışmanlarından Şeref Malkoç’un verdiğini, Memur-Sen Başkanı Ali Yalçın’ın da talimatı uygulatmak için aracı olduğunu ileri sürdü.
Görmez, giderayak ardında soru işaretleri bırakırken Erdoğan tartışmayı bitirmek namına devreye girdi. 5 Ağustos’ta Diyanet’in bir etkinliğinde konuştu, Diyanet’in eğitim alanında gerekeni yapmadığını, “FETÖ”nün de bu zaafı kullandığını söyledi, “Başkanlığımızın bu konuda çok eksiği var. Defalarca bu ikazı yaptık. Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki çalışmalarda çok ama çok geç kalmıştır” dedi.
Erdoğan’ın sözünü ettiği eksiklik sadece Kürt coğrafyasındaki gerici örgütlenme ya da sadece “FETÖ ile mücadele” konularında mıydı? Elbette hayır.
Star Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, 29 Temmuz tarihli yazısında tasfiyenin esas amacını açık ve net yazdı:
Yeni başkan gerçekten Erdoğan’a katkı verme niyetinde ise önce Diyanet’i 40 yıllık FETÖ işgalinden kurtararak, ehlisünnet hassasiyetine sahip İslami bir kurum haline getirmelidir.
Mehmet Görmez’in tasfiyesine iktidar saflarından en sert çıkış ise Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar’dan geldi.
İktidar medyasının eleştirilerini artırdığı dönemde “Görmez’e taarruz” diye başlık atan Karar yazarı Hakan Albayrak, tasfiye sonrasında da sözünü esirgemedi. “Esaslı duruşların, hakikatli tavırların cezalandırma sebebi olabildiği bir devirden geçiyoruz” dedi, “Öyle olmasaydı Ahmet Davutoğlu hâlâ başbakan olurdu” diyerek mağdurlar arasındaki kader ortaklığına dikkat çekti.
Türkiye gazetesinden kovulduktan sonra soluğu Karar’da alan ve oldukça sert yazılarla dönüş yapan Yıldıray Oğur da Görmez’in tasfiyesinde “liyakat-sadakat” tartışmasına girdi:
Esas cevap galiba Diyanet’in uzun tarihinde saklı. Bu uzun tarih bize iktidarları Diyanet’le çatışmalarının bir laiklik sorunu değil, tam tersine dini hayatı yöneten bu kurumun her zaman kontrol altında tutulmak istenen muazzam gücü olduğunu anlatıyor. Bütün iktidarların kontrol birinci hedefi olunca ehliyet ve liyakatten çok sadakat aranan bir vasıf haline geliyor.
Kovulmak ve Karar demişken; son dönemde eleştiri dozunu tırmandırdığı için iktidar medyasınca hedef gösterilen Akif Beki’nin Hürriyet’ten kovulması, Cem Küçük’ün “Beki, Karar’da yazacak” iddiası ve eğitim alanında gerici saldırılar peş peşe gelirken Karar yazarları Mehmet Ocaktan ile Yusuf Ziya Cömert’in “Zeki çocukları imam hatiplerde heba ediyoruz” çıkışı da Karar’ın iktidar içi gerilimde konumunu keskinleştirmesi açısından dikkat çekici.
Erdoğan, 2019 yolunda elde avuçtaki yüzde 50’yi bir arada, karşısındaki yüzde 50’yi parçalı tutmak zorunda.
Bunun için Tek Adam rejimi baskısını tırmandırdığında tabandaki hoşnutsuzluk hortluyor, o hoşnutsuzluk teşkilata yansıyor.
Sadakat-biat temelli kadro yenilenmesi, hem teşkilatta hem de devlet kurumlarında tartışma ve karşı refleks doğuruyor.
Gericiliği ve rejimin dönüşümünü kaşıdığında iktidar içi ilişkilerde gedikler açılıyor.
Kontrgerilladaki siyasal bütünlük başlı başına sorun olmaya devam ediyor.
Eh, adam haklı, işleri kolay değil.
Öyleyse bu işi daha da zorlaştırmak gerekiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.