Şimdi, devrimin gübresi değil, kendisi olmayı amaçlayanların yanıtlanması gereken sorular şunlardır: Devrimcilerin kendiliğinden hareketlerle ilişkisi nasıl olmalıdır? Devrimci örgüt nerede ve nasıl konumlanmalıdır?
Şimdi, devrimin gübresi değil, kendisi olmayı amaçlayanların yanıtlanması gereken sorular şunlardır: Devrimcilerin kendiliğinden hareketlerle ilişkisi nasıl olmalıdır? Devrimci örgüt nerede ve nasıl konumlanmalıdır?
Olağan olmayan bir tarihsel kesit içindeyiz. Başlangıcı tartışılabilir; Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için konulan 367 şartı da ileri sürülebilir, 2010 referandumu da, 1 Mayıs 2013’ü içine alan Haziran İsyanı da pekâlâ kabul edilebilir. Hatta hepsinden öte Tayyip Erdoğan’ın ilk önce milletvekili yapıldığı sonra da başbakan olduğu tarihler de başlangıç noktası sayılabilir. Başlangıç noktasının (en azından) bu yazı için çok bir önemi yok. Bu yazı için önemli olan “olağan olmayan bir tarihsel kesit içinde” bulunulması. Ve bu tarihsel kesitin henüz sonlanmamış oluşu! Ve elbette devrimcilerin bu “olağan olmayan” sürece neyle ve nasıl müdahale edip, devrime giden yolu nasıl kısaltacakları!
Bu koşullar doğal olarak, tamamlanmış bir analiz ve kapsamlı bir değerlendirme yapmayı zorlaştırmasına rağmen bu dönemin “ciddiye alınması” gereken özelliklerini (özellikle örgüt konusunu) bir kez daha değerlendirmek (elbette devrimciler açısından) kritik öneme sahip.
İlk olarak, bu tarihsel kesiti değerli kılan “şey”in, yani ülke tarihinde benzer çapta görülmemiş ve ardışık halk hareketlerinin/hareketlenmelerinin üzerinde durmak gerek; 2013 Haziran’ında patlayan isyan, 2015 Haziran’ındaki genel seçimde HDP’ye barajı geçiren faaliyet, 2017 Nisan’ındaki referandumunda Hayır’ı hedefleyen siyasal etkinlik ve CHP Genel Başkanı’nın Ankara’dan İstanbul yaptığı “adalet” yürüyüşü sonunda Maltepe’deki buluşma. Kuşkusuz hepsinin ortak özelliği çok büyük halk kitlelerini harekete geçirebilmiş olması.
Her bir hareket, birbirinin doğrusal devamı olmasa da, kendi içinde farklı özellikleri barındırsa da, Tayyip Erdoğan’da cisimleşen siyasal iktidarı (yıkmayı olmasa bile) sınırlandırmayı, güçsüzleştirmeyi amaçlayan bir ortak hedefle gerçekleşmiştir.
Haziran İsyanı, kent merkezleri üzerinde hak iddia etmekle başlayıp çok kısa bir zaman içinde adalet, onur ve yaşam tarzı savunusuna evrilmiş ve hızla ülkenin tamamına yayılmıştır. Ancak iktidarı yıkmayı ya da iktidara alternatif yaratmayı hedeflememiştir. Hatta ortaklaşmış somut siyasal talepler bile oluşturulamamıştır.(1)
Niteliği ve çalışma tarzı tamamen farklı olsa da 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye barajı geçirten faaliyet de asıl olarak (ve özellikle parlamenter düzlemde) AKP’yi geriletmeyi amaçlamıştır. Bu noktada belki de üzerinde en çok durulması gereken dönem 7 Haziran seçimleridir. Toplumun büyük kesimi tarafından 30 yılı aşkındır süren savaşın sorumlusu olarak görülen Kürt siyasal hareketinin yasal partisi olduğu halde HDP, kilidi açacak siyasi anahtar olarak kabul görmüştür.(2) Ancak 7 Haziran seçimleri etrafında yükselen siyasal faaliyet HDP’yi iktidara taşımak bir yana, Kürt ve Türk halklarının ortak bir siyasal programa sahip olması anlamına bile gelmemiştir. En büyük amacı, HDP’nin milletvekili sayısını artırarak, AKP’nin tek başına Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa erişmesini engelleyecek siyasal sonucu ile sınırlanmıştır. Hareketin ortak bir siyasal programa ve “ortak bir özne”ye evrilememiş, evriltilememiş olması bugünden bakıldığında büyük bir “fırsat”ın değerlendirilemediği anlamına gelir. Sonuçta eski kimliklere tekrar dönülmüştür.(1)
Benzer bir durum 16 Nisan referandumu için de geçerlidir. Adından da anlaşılacağı gibi bir “hayır hareketi” olarak Tayyip Erdoğan’ın ulaşmak istediği siyasal hedefi engelleme amacıyla “sınırlı”dır. Kapsadığı alan çok daha geniş olmasına rağmen (MHP’lilerden Saadetçilere) kendinden öncekileri aşan (Haziran İsyanı’ndaki ve 7 Haziran’daki) bir pratik ve örgütlenme sağlayamamıştır.(1)
Bu üç hareket de kitlelerin ya kendisine dayatılan gündemlerde ya da önüne konan sandıkta tavır almaya zorlandığı koşullarda açığa çıkmış ve/ancak nesnel durumun birikimiyle hızla siyasal sonuçlar yaratmıştır. Ancak siyasi sonuçlar kalıcı olmamıştır. Ayrıca yeni bir siyaset için kurucu (inşa) zemin barındırmalarına rağmen bu yönde bir gelişme kat edememişlerdir. Üstelik Haziran İsyanı’nın geri çekilme döneminde (büyüme döneminde değil) formüle edilen mahalle ve ilçe forumları dışında yeni bir üst/alt/yan örgüt modelleri geliştiremediği gibi yeni liderler de oluşturamamıştır.(1) (Bu noktada Haziran İsyanı’nda Taksim Dayanışması’nın, 7 Haziran’da da Selahattin Demirtaş’ın aldıkları inisiyatif ve geliştirdikleri politik müdahaleler artıları ve eksikleriyle mutlaka değerlendirilmeye, ders çıkarılmaya muhtaç.)
Adalet Yürüyüşü
CHP Genel Başkanı’nın öncülüğünde gerçekleştirilen “Adalet Yürüyüşü” ise önceki hareketlerden “kısmen” farklılıklar içermekte. Bu hareket de özünde bir tepki hareketi olmasına rağmen (Enis Berberoğlu’nun tutuklanması), bir iradi müdahale ile başlamış ve CHP örgütünün seferber olmasıyla büyümüştür. Fark yaratan budur. Özellikle 15 Temmuz’un bastırılmasından sonra gemi azıya almış Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün hak ve hukuk gasplarını herkesin birbirine şikayet ettiği, aynı şeyi söylediği bir ortamda “neyle ve nasıl” müdahale edilebileceğini göstermiştir. Yani bir örgütle (burada CHP) ve herkesin yapabileceği/katılabileceği bir eylem biçimiyle (yani yürümekle) (3), 2013’ten beri iniş çıkışlar gösteren ancak yok olmayan halktaki potansiyel enerji “örgütün/liderin öncülüğünde eylemin basitliğiyle” açığa çıkarılmıştır.(4)
Bu süreçte “tersten” bir örneğe de tanıklık edildi; Erdoğan’ın KHK’lerinden biriyle işlerine son verilen iki kamu emekçisinin (Nuriye Gülmen ve Semih Özakça) Ankara’da önce Yüksel’de başlattıkları sürekli direniş ardından başlattıkları açlık grevi eylemi. Eylem biçiminin kendisi, aynısının yapılarak kitleselleşmeye elverişli olmamasına rağmen bu “sorun” kısa zamanda aşıldı ve “destek ziyareti eylemleri”ne dönüştürüldü. Ancak temel sorun yani örgüt sorunu giderilemedi. Tam bu noktada bir örgüt olarak devreye girmesi gereken KESK (aslında süreci başından itibaren örgütlemesi gereken KESK), üstelik kendi yönetici kadrolarının önemli bir kısmı KHK’lerle tasfiye edilmiş olmasına rağmen beş maymunu oynadı.(5)
Açıktır ki Tayyip Erdoğan iktidarda kaldığı sürece, hatta daha da ileri gidelim, Tayyip Erdoğan siyasal sürecin tamamen dışarısına çıkarılsa bile bu ülkenin siyasal dengeleri yeniden yerli yerine oturtuluncaya kadar(6) halk hareketlenmeleri durulmayacak. Kah bir kıvılcımla bir öfke patlaması şeklinde gerçekleşecek kah burjuva siyasal aktörlerin kişisel ya da sistem içi hesaplarıyla önce tutuşturulup sonra söndürülmeye çalışılacak. Devrimciler doğru belirlenmiş bir strateji ve doğru planlanmış taktikler geliştiremedikleri ölçüde de sonuç ya diktatörlüğün sağlamlaştırılması ya da eski sistemin kendini yenilemesiyle sonuçlanacak.
Şimdi, devrimin gübresi değil, kendisi olmayı amaçlayanların yanıtlanması gereken sorular şunlardır:
Devrimcilerin kendiliğinden hareketlerle (yani etki-tepki hareketleriyle) ilişkisi nasıl olmalıdır?
Devrimci örgüt nerede ve nasıl konumlanmalıdır?
Anlaşılmaktadır ki lafza sahip olmak (en geniş kitle çalışması içerisinde en dar kadro çalışması yapmak) o lafzı gerçekleştirmeye yeterli olmamaktadır. Kadrolaşma politikasının somut programı ne olmalıdır?
Vasıtasız ve vasıtalı ihtiyatlarla ilişki hangi araçlarla ve nasıl kurulacaktır?
Devrimci öncünün ödevleri, görevleri ve sorumluluğu nelerdir?
Bunlara mutlaka başka sorular da eklenmeli. Ve bilinmeli ki tüm sorular 2019’a kadar ve 2019’dan sonrası göz önüne alınarak yanıtlanmalı ve elbette uygulanmalı!
Dipnotlar:
(1) Bunun nedenleri konusunda elbette (ikna edici) birçok gerekçe sıralanabilir. Ancak burada nedenlerden çok olgusal sonuçlardan bahsedilmekte.
(2) Bu durum HDP’ye oy verenler için iradi bir tercihken, CHP kitlesi için de zımni onay görmüştür.
(3) “Bundan sonra da aynı örgüt ve aynı eylem biçimiyle devam etmek gerekir” diye bir sonuç elbette çıkarmamak gerek.
(4) CHP, her ne kadar toplumsal hareketlenmelerin baktığı ana merkezlerden en önemlisi olmasına rağmen bu misyonu gerçekleştiremeyeceği bir kez daha kanıtlandı. Maltepe mitinginde esip gürleyenler, sonraki süreçteki gelişmelere (eğitim müfredatında yapılan değişiklikler, Cumhuriyet davası, vs.) seyirci kaldılar. Ancak her şeye rağmen bilinmeli ki CHP var olduğu sürece ondan beklentiler bitmeyecek ve her kıpırdanışında toplumsal muhalefetin ritmini bozabilecek!
(5) Ellerini ve ayaklarını da bağladı. Eylemin öznelerini ve eylemin biçimini beğenmeyebilirsin ama başka özneler ve eylem biçimleri de geliştiremez misin?
(6) Gönül ister ki (!) burjuva siyasal dengelerin yeniden kurulmasına mahal verilmeden sosyalist devrim gerçekleştirilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.