AKP iktidarı Katar krizine soğukkanlı ve tarafgirlik belirtmeden yaklaşmaya çalışsa da iktidar saflarının kalemleri, krizin olası etkilerinden duyulan endişeyi dillendirmeye başladı bile
Sütten ağzımız yanmışken yoğurdu üfleyerek yeme telkini, Katar’ın ardından sıranın Türkiye’ye geleceği öngörüsü, esas meselenin Türkiye’nin devrilmesi olduğu fantezisi… AKP iktidarı Katar krizine soğukkanlı ve tarafgirlik belirtmeden yaklaşmaya çalışsa da iktidar saflarının kalemleri, krizin olası etkilerinden duyulan endişeyi dillendirmeye başladı bile
Ortadoğu’nun “ılımlı” İslamcılarının krizi ayyuka çıktı. Suudi Arabistan ile Katar arasında Mısır, Libya ve Yemen gibi konularda baş gösteren ayrışma, ABD Başkanı Donald Trump’ın Riyad gezisi, Suudi şeyhleriyle kılıç dansı ve 350 milyar dolarlık askeri anlaşma imzalanması ile doruğa çıktı.
Suudi Arabistan, sırtını Trump’a yaslamanın özgüveniyle ve “terör örgütlerini barındırarak teröre destek vermek”, “terör örgütlerinin propagandasını yapmak”, “İran bağlantılı terör eylemlerini desteklemek”, “Yemen’deki Husi militanlarını desteklemek” gibi gerekçeler sıralayarak Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini kesti, deniz ve hava sınırlarını kapadı.
“Kardeş ülkelere de aynısını yapma” çağrısı yapan Riyad yönetimi, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Yemen, Libya, Maldivler ve Mauritius’u hızla yanında buldu.
Krizin tarafları Suudi Arabistan ve Katar, mevzubahis de “teröre destek” olunca gözlerimizi AKP iktidarına çevirmemek olanaksız. Ne de olsa bu iki Körfez ülkesi AKP’nin başlıca iki müttefikiydi ve ortaklıklarının konusu da gerek yurtiçinde gerek yurtdışında “terör” ile ilişkilendirilen faaliyetlerle iç içeydi.
Katar ile Türkiye arasında askeri içeriğe de sahip “stratejik ortaklık” anlaşmaları imzalanalı, Katar Emiri Temim’e Boğaz ve Trabzon sahili pazarlanalı, Katar Emiri de bu jeste karşılık 4 milyon liraya satın aldığı taya “Erdoğan” adını vereli şunun şurasında kaç hafta olmuştu ki…
AKP’nin krize verdiği ilk tepki duyduğu “büyük üzüntüyü” dillendirmek, “Görüş ve yaklaşım farklılıklarının diyalog yoluyla çözülmesi” temennisinde bulunmak ve arabuluculuk önermek oldu. Dışişleri Bakanlığı açıklamasında “tarafgirlik” sonucu doğuracak en ufak bir ayrıntı yer almadı.
Krizin olası etkilerinden duyulan endişeyi okumak içinse kısa bir egemen medya taramasında fayda var.
Doğan Medya’nın krize dönük yaklaşımını, Hürriyet ve CnnTürk’ün güne manşete çekerek başladığı Murat Yetkin’in köşe yazısından okuyabilmek olanaklı.
Yazısının genişçe bir bölümünü Suudi Arabistan ile Katar arasındaki gerilimin geçmişine ayıran Yetkin, krizin Türkiye’ye yansıması içinse “Bölgedeki her kriz, Türkiye için riskin büyümesi demek” ifadesini kullandı.
Katar yönetimi taviz vermedikçe krizin yatışmasının zor göründüğünü belirten, bu tavizlerden birinin de “Müslüman Kardeşler yöneticilerinin ülkeden çıkarılması” olduğuna dikkat çeken Yetkin, şöyle devam etti:
Emir, ya da yerine yeni emir gelirse yenisi, olur da ülkedeki Müslüman Kardeşler yöneticilerini ülkeden çıkarmak zorunda kalırsa, nereye gidecekleri konusunda Türkiye devreye girmek zorunda kalmak istemeyecektir. Neticede Erdoğan ve AK Parti hükümeti Katar’dan gelen yatırımın değerini gayet iyi biliyor, yönetimde kim olursa olsun. Dolayısıyla krizin bir an önce yatışmasında Türkiye’nin çıkarı var.
Yetkin yazısını “Dolayısıyla Türkiye’nin Katar krizine çıplak elleriyle dokunmaması, diplomasi maşasıyla yaklaşma tutumunu sürdürmesinde yarar var. Suriye sütüyle ağzımız yandıktan sonra Katar yoğurdunu üfleyerek yemekte de…” telkiniyle sonlandırdı.
Hürriyet’in bir diğer kalemi Taha Akyol da Ortadoğu’nun istikrarsızlığına odaklandığı yazısının sonunda “yapılması gereken”i şöyle özetledi:
İhvan terör örgütü değildir fakat kavgası Türkiye’ye düşmez. Yeterince sorunu bulunan Türkiye’nin kendi güvenliği ve milli menfaatlerinden başka davası olamaz. Türkiye Araplar arası sorunlarda ve Arap ülkelerinin iç sorunlarında taraf olmamalıdır. Mısır’la da ilişkilerimizi geliştirmeliyiz.
Egemen medyada dış politikaya ilişkin bir diğer yaklaşım odağı elbette Ahmet Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen Karar gazetesi. Karar gazetesinin üç yazarı köşelerini Katar krizine ayırırken ortak noktaları “Türkiye dış politikasını zor günlerin beklediği” mesajı oldu.
Suud ve Körfez emirlikleri için iki hayati tehdidin İran ile kendi iktidarını tehdit eden/edebilecek olan anti-monarşist akımlar olduğunu, Katar’ın ise hem İran hem de İhvan’la iyi ilişkileri nedeniyle hedef haline geldiğini söyleyen İbrahim Kiras, Türkiye’nin de bu krizden dolaylı yoldan etkileneceğini belirtti ve ekledi: “Türkiye’nin bazı dış politika tercihlerinin revizyonunu gerektirebilecek ölçüde bir bölgesel hareketliliğe karşı şimdiden hazırlıklı olması gerekiyor.”
Mustafa Karaalioğlu Suudi kuşatmasının “yapanın yanına kâr kaldığı” bir dış politikanın ürünü olduğunu ifade etti. Türkiye’nin neden böyle şeyler yapamadığını, yumruğunu vurup geçemediğini soran Karaalioğlu, sorusuna “Birincisi hukuk olmaması işlerin istediğiniz şekilde çözülmesini garanti etmiyor. Hukuk yoksa güç oyunu var ve sandığımızın aksine güç rezervlerimiz çok geniş değil. İkinci ve olmazsa olmaz şart da rest çekmeyi ya da vurup geçmeyi düşünen ülke, ABD çıkarlarına dokunmamalıdır. Bizim talihsizliğimiz yapmayı planladığımız işlerin tamamının ABD’nin çıkarlarına dokunması, arta kalanların da Rusya’nın canını sıkması” yanıtı vererek mevcut çözümsüzlüğü işaret etti.
Gazetede esas çarpıcı yazı ise Galip Dalay’dan geldi. Suudi Arabistan’ın Katar’ı doğrudan vesayeti altına almayı, bir nevi Bahreynleştirmeyi amaçladığını, İran gerekçesinin operasyonu Batı gözünde meşrulaştırma amacı taşıdığını savunan Dalay, Katar ile Türkiye arasındaki yakın müttefiklik ilişkisine dikkat çekti ve krizin olası sonuçlarına dair şu değerlendirmeyi yaptı:
Katar’ın izole edilmesi, Türkiye’nin bölgesel nüfuz alanının ve etkisinin daha da kırılması ve sınırlandırılması manasına gelecektir. İzolasyonun ötesinde eğer Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bu yaptırımlarla Katar’a makas değiştirtirse, bu Katar-Türkiye ilişkilerini de Türkiye’nin Katar’daki üssünün geleceğini de yakından etkileyecektir. Buna ilaveten, Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileriyle medyasının Katar’a yönelttiği suçlamalara baktığımızda, benzer suçlamaların daha önce Türkiye’ye karşı da yapıldığını ve bugün de yapılabileceğini görüyoruz. Yani Katar şahsında bölgesel bir politika ve pozisyon hedef alınmış durumda. Bu Türkiye’nin de önemli ölçüde paylaştığı bir bölgesel pozisyon. Eğer bu grup bu girişimin birinci ayağında başarılı olursa, ikinci ayağını da planlamaya girişecekleri kuvvetle muhtemeldir. Bunun da Türkiye’yi hedef alacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Dalay’ın gerçekçi yaklaşımının fantastik versiyonu ise -şaşırtmayan bir biçimde- Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül’den geldi. Yazısını -yine şaşırtmayan bir biçimde- CIA-Mossad merkezli bir “dış mihrak” tezine ve “Hedef Erdoğan, Türkiye ve İslam” söylemine dayayan Karagül, Katar krizinin bir yönüyle Türkiye’yi hedef aldığını şu sözlerle savundu:
Sanki birileri Katar üzerinden Türkiye’ye operasyon çekiyor, onu yalnızlaştırmaya, ekonomik sıkıntılara sokmaya dönük bir süreç işletiyor. Burada da BAE ve malum darbeci, suikastçı ekip merkezde gibi duruyor. Yarın Katar üzerinden Türkiye’yi köşeye sıkıştırma operasyonunun detaylarına dair e-mailler de sızarsa kimse şaşırmasın. Radikal gelişmeler olabilir.
Belki bu sefer ekonomik bir dalgaya, finansal bir krize yatırım yapıyorlar. 15 Temmuz sonrasına dair yeni yol haritaları sanki belli olmuş gibi. Yapsınlar, biz de ne yaptıklarını takip edeceğiz.
(…)
Mesele Türkiye’yi devirmek. Türkiye devrilmeden hiçbir şey yapamayacaklar. Bu yüzden kavgamız çok büyük. Bunun da cevabını alacaklar. En ağır haliyle.
Ama Katar şoku bütün bölgede güç haritalarını yerle bir edecek. Radikal gelişmelere hazır olalım…
Dış politikadaki çelişki ve çözümsüzlükler ile ilgili endişelerin yeniden ve yüksek sesle dillendirilmesi boşa değil. AKP iktidarının Katar yönetimi ile kurduğu politik-ekonomik-askeri işbirliği göz önünde bulundurulduğunda Katar krizinin sonuçlarının Türkiye’yi de etkisi altına alacağı aşikar.
Darbe girişimi dava ifadeleri üzerine tartışmalar, yeni bir darbe hazırlığı iddiaları, Bülent Arınç’ın “FETÖ”den tutuklanan damadına sahip çıkması, Davutoğlu’nun yaklaşık bir yıl sonra koltuğundan edilmesine vesile olan Pelikan Dosyası hakkında “Yapılan şey itibar suikastıdır. Bizi en çok üzen ise dostlarımızın bu konuda suskunlukları olmuştur” demesi, Arınç ve Davutoğlu’nun Binali Yıldırım’ın düzenlediği iftar yemeğine katılmamaları, AKP medyasındaki kapışmaların yeniden alevlenmesi gibi iktidar içi bir dizi gelişme de yine bu zaman aralığına denk geldi.
Bu gelişmelerin Katar kriziyle ilişkisini doğrudan kurmak ne kadar abartı olursa; dış politikada, üstelik onun en zafiyet barındıran konu başlığında karşı karşıya kalınacak sıkıntıların, Erdoğan’ın iktidar mekanizmalarını yeniden düzenlemeye giriştiği bir dönemde içe dönük sonuçları olmayacağını düşünmek de o kadar safdillik olur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.