Muhalefeti etkisizleştirmek için başvurdukları hukuksuzluklar ve faşist baskılar sokağın yaratıcı direniş çizgisi karşısında başarılı olamayacaktır Dişli, “Bu kadar görüşme yapmışsın, abini niye aramadın?” sorusuna şu cevabı verdi: “Abimin telefonu bende yoktu. Ayrıca TSK’nin Başkomutanının yanındayım. Herhangi bir siyasiyi arama ihtiyacı da duymadım.” Başbakanlık avukatı “Siz gözaltına alındıktan sonra ağabeyinizi aramak aklınıza geliyor. Vardı kayıtlarda. Ama […]
Muhalefeti etkisizleştirmek için başvurdukları hukuksuzluklar ve faşist baskılar sokağın yaratıcı direniş çizgisi karşısında başarılı olamayacaktır
Dişli, “Bu kadar görüşme yapmışsın, abini niye aramadın?” sorusuna şu cevabı verdi: “Abimin telefonu bende yoktu. Ayrıca TSK’nin Başkomutanının yanındayım. Herhangi bir siyasiyi arama ihtiyacı da duymadım.” Başbakanlık avukatı “Siz gözaltına alındıktan sonra ağabeyinizi aramak aklınıza geliyor. Vardı kayıtlarda. Ama vatanınız için gece ağabeyinizi ya da başka bir gücü aramak aklınıza nedense gelmiyor” diye çıkıştı.
Malum darbe girişimi Çatı Davası duruşmasında AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin kardeşi Tümgeneral Mehmet Dişli’ye ait bu ifade yargılamaların amacını özetlemiş: AKP’lilerin bu darbe girişimi ile bir ilgisi yokmuş gibi göstermek. Yani asıl çaba Kılıçdaroğlu’nun sıkça dile getirdiği ve toplumun büyük kesiminin kafasında da soru işaretlerine neden olan “kontrollü darbe girişimi” iddiasını boşa çıkarmak, failler nasılsa cezalandırılır. Gerek TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nun gerekse de iddianamenin ortak özelliği AKP’yi aklamak. Öyle ki her iki belgede de kritik ifadeler yer almamış. İddianamede yer almayan kritik bir şey de 15 Temmuz günü saat 14.20’de darbe yapılacağını MİT’e ihbar eden itirafçı-Cemaatçi Binbaşı O.K’nin beyanları. MİT, O.K’den bilgileri alıp üzerine dinleme cihazı yerleştirip geri yolluyor, ancak ne hikmetse bu dinleme cihazının verilerinden faydalandığına dair hiçbir veri yok, zaten birkaç saat sonra darbe başladığında tekrar MİT’e çağrılıyor. İki savcı bir ay sonra O.K. ile bir görüşme yapıyor ve tutanak tutuyor, bu bilgiler o görüşme tutanağından. Savcılar ifade alamıyor çünkü O.K. alelacele eleman olarak MİT’e alınmış ve izinsiz ifadesi alınamıyor. Darbe Komisyonu belgelerinden de, iddianameden de öğrenilemeyen çok şey var: Cumhurbaşkanı darbeden ne zaman haberdar oldu? Genelkurmay Başkanı haber aldıktan sonra neden darbeyi engellemeye yarar bir şey yapmadı da, kendini olayların akışına bıraktı? MİT, kendisine gelen ihbarcıdan hiç faydalanmadığı gibi ihbarcıyı neden alelacele MİT’e eleman olarak aldı, ifade vermemesi için mi? Yoksa O.K’nin verdiği bilgileri MİT biliyor ve zaten o sırada bir operasyon mu yürütmekte?
Bu arada Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, beş ay önce kendisine yöneltilen soruların yanıtlarını Darbe Komisyonu’nun raporu açıklandıktan sonra yolladı (Tam metin için tıklayınız!). Yanıt, AKP’nin devlet ahlakına çok uygun “postada takılmış”, o da son anda kurye ile göndermiş! Sorulara verdiği cevaplar postada takılması kadar inandırıcı: “Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bu ihbar en başından itibaren çok ciddi bir şekilde ele alınmış ve gerekli tedbirlerin tereddütsüz alınması ve icra edilmesi sağlanmıştır. Kanaatimce, alınan bu tedbirlerden dolayıdır ki, hainler paniğe kapılarak, daha sonra sanık ifadelerinden öğrendiğimize göre geç saatlerde yapmayı (saat 03.00) planladıkları işi öne almak suretiyle erkenden ifşa olmuşlar ve böylelikle darbe girişiminin akamete uğramasındaki önemli bir faktör gerçekleşmiştir.” Darbe engellenmemiş, ifşa olunca kendi kendine akamete uğramış! (Tarihe geçecek müthiş bir itiraf)
“… TSK içinde FETÖ/PDY örgüt mensupları olduğunu tespit ettiniz mi? … Bu örgütle mücadele kapsamında herhangi bir girişiminiz oldu mu?” Bu soruyu genel geçer laflarla geçiştirmekte, yanıt vermemektedir. Çünkü ne dese hükümeti suçlamak zorunda kalacak. Oysa ifadelere de yansıdığı gibi general rütbesindeki herkes ordudaki Cemaatçileri biliyor.
Devam ediyor Akar; “Bu esnada MİT Müsteşarı, Sayın Cumhurbaşkanını bilgilendirmek istediğini söyledi. Müteakiben Cumhurbaşkanı Koruma Müdürü ile bir telefon görüşmesi yaptı”. Cumhurbaşkanı koruma müdürü ile 18.30 civarında telefon görüşmesi yapılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeyi “21.30’da eniştesi Ziya’dan haber aldığını” söylüyor, daha önce de 20.00’da demiş. Şimdilerde ise “o sırada torununa Kuran öğrettiğini” söylüyor. Hangisi doğru, hangisi değil?
En kritik soru yine havada kalıyor: Darbe planı ne zaman öğrenildi ve neden başlamadan bastırılmadı?
Darbe girişiminin kontrollü olup olmadığı tartışılsa da Darbe Komisyonu’nun ve yargılamanın oldukça kontrollü olduğu tartışma götürmez. Muhalefet cephesinde darbenin perde arkasını araştırma olanağına sahip tek aktör CHP’dir, onların da ne kadar becereceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak bu davadan, devletin yeniden yapılanmasında ve kadro devşirilmesinde maksimum fayda sağlanmaya çalışılacağı ve muhalefetin FETÖ’cülükle suçlanıp baskı altına alınmasında kullanılacağı Darbe Komisyonu başkanının “Fethullah Gülen’in CHP’ye bağış yaptığının belgesi” diye sahte makbuz düzenlemesinden de anlaşılıyor.
* * *
Erdoğan, partisinin başına resmen geçerek, Bahçeli’nin “fiili durumu yasallaştırma” arzusunu yerine getirdi(!). (Bahçeli’nin fiili durumunu ne zaman yasallaştırır acaba?) MYK’yi yeniledi, kabineyi de yenileyecek. Ancak her ikisinde de hareket alanı oldukça sınırlı çünkü kadro seçenekleri sınırlı.
Erdoğan’ın projesi hükümeti yenilemek, izleyegeldiği dış politikanın dış ticaret üzerindeki olumsuz unsurlarını ortadan kaldırmak (yani AB ile yeniden yumuşak ilişkiler kurmak), büyümeyi 5-6 seviyesine çıkartıp ardından seçime gitmek. Bunun için sıcak paraya (yabancı sermaye girişine) ve mal satacağı müşterilere (ülkelere) ihtiyacı var ve tabi ucuz üretime. Erdoğan’ın bu süre zarfında dış politikada ılımlı bir hat tutturmaya çalışması akla yatkın olandır. TÜSİAD’ın OHAL’in kaldırılması talebinde ısrar etme cesareti de buradan kaynaklanıyor. Büyümeyi 5-6 seviyesine çıkarmak, yani yatırımları artırmak, işsizliği azaltmak seçimlere kadarki ara dönemin en kritik meselesi olacak. Bunu -6 ay ila 1 yıl arası- kısa bir dönem de olsa tutturmak pansuman yöntemlerle mümkün olabilir. Ama bu çabuk sonuç alacak adımlar atılmasını gerektirir, ki bu adımların da seçmene yönelik negatif etkileri olacaktır. Erdoğan her ne kadar kredi faizlerini düşük tutarak maliyet düşürmek çabasında olsa da talimatla ucuzluk nasıl olmaz ise talimatla faizin de düşmeyeceğini bilir. Maliyeti azaltmanın “kolay” yolu ise emeğin ucuzlatılması, kıdem tazminatı gibi birikmiş maliyetlerin sermayenin sırtından alınması ve bedelsiz kredi olarak kullandırılması, İşsizlik Fonu’nun sermayeye kredi olarak verilme oranının yüzde elliye çıkarılması, ucuz enerji, çevre maliyetlerin ortadan kaldırılması gibi halkın tepkisini çekecek başlıklardan geçiyor.
Kıdem tazminatının kaldırılması alelacele gündeme getirildi. Yatırımların önündeki engelleri kaldırma iddiası ile hazırlanan kanun teklifinde zeytinliklerin yağmalanmasının da önü açılıyor. Yeni yayımlanan bir yönetmelikle ÇED’in yağmayı engelleyici adımları azaltılıyor.
Erdoğan Türkiye’yi yağma ve terör parantezine aldı, her şey ve herkes maruz bırakılıyor. Muhalefetin tüm kesimleri bir biçimde “terör örgütleriyle ilişkiyle veya amaçları doğrultusunda faaliyette bulunmakla” suçlanarak etkisizleştirilmeye, hareketsiz kılınmaya, tecrit edilmeye çalışılıyor. Referandumda bu yöntem tüm “hayır” diyenlere uygulandı ve bundan sonra değişik çaplarda uygulanmaya devam edilecek. KHK ile işten atılan on binlerce kamu çalışanından Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işe iade için yürüttükleri açlık grevinin etkili olması üzerine terör örgütü üyeliği ile suçlanıp tutuklanmaları, hak arama mücadelesinin terörle ilişkilendirilmesinin son örneğidir. Rahatsızlık uyandıran gazeteciler, bağımsız davranma eğilimi gösteren yargı mensupları, etkili muhalifler kendilerini bir terör suçundan hapiste ya da sürgünde buluyorlar. Erdoğan böylece muhalefet kanallarını tıkamayı amaçlıyor.
Nuriye Gülmen’in KHK ile işten atılmaya karşı başlattığı direniş bayrak koşusu tarzında sürer, “İşimi istiyorum” talebi elden ele geçerse AKP’nin başa çıkamayacağı bir dinamiğe dönüşebilir. Keza bu mücadele Nuriye ve Semih’in desteklenmesinden öte bir şeydir, bir hak mücadelesidir. Bu konuda kat edilecek mesafe 657’nin ve diğer işgüvencesi haklarının kaldırılmasına karşı direniş üzerinde de önemli etkilerde bulunacaktır. Kıdem tazminatının gasp edilmesine karşı mücadele de bu bütünün parçasıdır.
“Hayır” çalışmasını engellemek için İkitelli’de tutukladıkları Halkevcilerin serbest bırakılmaması, “Gayri meşrusunuz” çalışması yapan Esenyurtlu Halkevcilerin tutuklanmaları, işe dönmek için direnenlerin tutuklanmaları, defalarca gözaltına alınmaları, Yüksel Caddesi’ndeki sıkıyönetim uygulanması, Şişecam grevinin ertelenmesi ve Erdoğan’ın OHAL’i sürekli bir hal ilan etmesi iktidarın referandumda meşruiyet sağlayamadığının ve meşruiyet krizinin sürdüğünün göstergeleridir.
Devrimciler, yeni baskı dönemine karşı sokakta yeni direniş olanakları yaratarak, gayri meşru olanın meşrulaşmasına izin vermemelidir ve herkesin, her yerde yapabileceği bir şeyler vardır. Muhalefeti etkisizleştirmek için başvurdukları hukuksuzluklar ve faşist baskılar sokağın yaratıcı direniş çizgisi karşısında başarılı olamayacaktır. Diktatörlük ve yağma rejimi gayri meşru; doğanın, emeğin, kentlerin yağmasına karşı direniş meşrudur!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.