“Allah’ın bir lütfu” saydığı 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında bir karşı-darbe işleterek geniş kitlelerin hem ekmeğini hem özgürlüğünü elinden alan Erdoğan iktidarı, Gezi’deki dinamiklerle Tekel’deki dinamiklerin aynı anda harekete geçmesine müsait bir ortam oluşturmuş durumda. Bu da muhalefet açısından “Allah’ın bir lütfu” olsa gerek KHK ile ihraç edildikleri işlerine geri dönebilmek için Ankara’nın göbeğinde aylarca […]
“Allah’ın bir lütfu” saydığı 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında bir karşı-darbe işleterek geniş kitlelerin hem ekmeğini hem özgürlüğünü elinden alan Erdoğan iktidarı, Gezi’deki dinamiklerle Tekel’deki dinamiklerin aynı anda harekete geçmesine müsait bir ortam oluşturmuş durumda. Bu da muhalefet açısından “Allah’ın bir lütfu” olsa gerek
KHK ile ihraç edildikleri işlerine geri dönebilmek için Ankara’nın göbeğinde aylarca oturma eylemi yapan, en sonunda da açlık grevine başlayıp büyük bir kamuoyu yaratmayı başaran Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın tutuklanmalarının gerekçesi, evleri basıldığında gösterilen savcılık notunda en dürüst biçimde ifade edilmişti: “Gezi ve Tekel gibi olaylar yaşanabilir!”
Aslında mahkemede tutuklama gerekçesi kayda geçirilirken iş kitabına uydurularak “terör örgütü üyeliği” suçlaması öne çıkarıldı. Ancak Gülmen ve Özakça’nın evleri basılırken polis tarafından açıklanan, “Gezi ve Tekel gibi olaylar yaşanabilir” şeklindeki savcılık notu, tutuklamanın asıl gerekçesini ve iktidarın korkusunu ele veriyordu.
Gezi Direnişi, diğer adıyla Haziran İsyanı, bu ülke tarihinin en büyük halk ayaklanmasıydı. Ancak ayaklanmaya katılanların çoğunluğunu emekçiler oluştursa ve kent yağmasına dayalı sermaye politikalarına karşı bir itiraz geliştirilse de, sokağa çıkan milyonların birleştirici ekseni sınıf kimlikleri değil, demokrasi ve özgürlük talebiydi. Sokaktaki direnişe işyerlerinde örgütlenen bir direniş eşlik etmemişti. “Gündüz işte, gece direnişte” sloganı, aynı zamanda bu zayıflığın bir tür itirafıydı.
Bu da emek mücadelesi üzerinden İsyan saflarına katılabilecek, emekçi ancak sağ eğilimli kesimleri iktidarın yörüngesinde tutmuş, Erdoğan’ın gerici kutuplaştırma politikasına fırsat vermişti. Haziran İsyanı’nı iktidar karşısında zayıf düşüren en temel eksikliklerden biri de buydu.[1]
Tutuklama gerekçesinde telaffuz edilen “Tekel” ise, işte bu eksikliği giderecek dinamiği gösteriyordu. 2009’un kış aylarında binlerce Tekel işçisinin güvenceli iş talebiyle başkentin göbeğine çadırlar kurarak yükselttiği direniş, Samsunlu MHP’li işçiyle Diyarbakırlı Kürt işçiyi, Alevi işçiyle Sünni muhafazakâr işçiyi emek düşmanı AKP iktidarı karşısında omuz omuza bir mücadelede buluşturmuştu.
“Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğü 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında bir karşı-darbe işleterek, solla sınırlı olmayan geniş kitlelerin hem ekmeğini hem özgürlüğünü en kaba biçimlerde elinden alan Erdoğan iktidarı, Gezi’deki dinamiklerle Tekel’deki dinamiklerin aynı anda harekete geçmesine müsait bir ortam oluşturmuş durumda. OHAL ile bu toplumsal dinamikler baskılansa da, baskının ortadan kaldıramadığı, aksine daha da çoğalttığı ağır bir mağduriyet ve hoşnutsuzluk var.
İnsanlar, yalnızca demokratik hak ve özgürlüklerinden mahrum kalmıyor. KHK’lerle yüz bini aşkın kamu emekçisinin ihraç edilmesi ve çok daha fazlasının da açığa alınması örneğinde görüldüğü gibi açlığa, intihara, ölüme sürükleniyor.
İşte bu gerçekliği etkili bir şekilde ortaya koyması ve hoşnutsuzlukları hak arayışlarına çevirmesi gereken KESK gibi mücadele örgütlerinin kendilerinden bekleneni yerine getirmediği yerde, Nuriye ve Semih’in bireysel direnişi, bir aşamadan sonra bireysel bir direniş olmaktan çıktı. Başkentin göbeğinde Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde “işe geri dönüş” talebiyle süren açlık grevi eylemi, bu alanı ihraçlara karşı mücadelenin moral merkezine dönüştürdü.
Veli Saçılık, Acun Karadağ ve Mehmet Dersulu’nun sembolik bireysel katılımlarını, ailelerin katılımı, Barış Akademisyenlerinin diğer illere yayılan destek eylemleri ve forumları, esnafların desteği izledi. Derken bu direniş adım adım kentin gündemine girdi. Çiçek getirenler, sohbet etmeye gelenler, bir ziyaretçi akını oluşturmaya başladı. Vekillerin, popüler sanatçıların desteği ve uluslararası ilgiyle birlikte de iktidar açısından tehlike sınırı aşılmaya başladı.
Direnişin adım adım Gezi çağrışımları yaratacak şekilde bireysel direnişin sınırlarını aşması sonucunda da iktidarın müdahalesi geldi. Önce polis saldırdı, çiçeklere bile… Ankara halkı polis saldırısına daha fazla çiçekle getirerek karşılık verince, iktidarın tehdit algısı daha da yükseldi. Bunun üzerine devlet aylardır oturma eylemi yapan, iki aydır da açlık grevinde olan biri akademisyen, biri ilkokul öğretmeni iki eğitimcinin “terörist” olduğunu keşfetti. İşin aslı, savcının notunda dikkat çekilen tehlikeydi: “Gezi ve Tekel gibi olaylar yaşanabilir!”
AKP iktidarı Ankara’nın göbeğinde oluşan bu moral merkezi henüz küçük bir tehditken ortadan kaldırmaya girişti. O nedenle Nuriye ve Semih tutuklandı, o nedenle Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı ablukaya alındı.
Ama mücadelenin gerekçeleri orta yerde duruyor. İnsanların özgürlüğe olan açlığı ekmeğe olan açlığıyla birleşirken, AKP’nin baskıları aç karınları doyurmuyor. Mücadelenin olanakları da iki kişinin tutuklanması, iki sokağın kapatılması ile ortadan kalkmıyor. Halkın her bir bireyi potansiyel bir direnişçi, ülkenin bütün meydanları, sokakları, parkları potansiyel birer direniş alanı.
Yazıyı, Nuriye ve Semih’in tutuklanmasının ardından İzmir’de eylem yapan kamu emekçilerinin sözüyle bitirelim:
“Tüm sokakları tutuklasanız da her yeri cezaevine dönüştürseniz de demir parmaklıklarla da örseniz işçiler yine greve çıkacak, Nuriye ve Semihler yine direnecek. Tekel direnişleri, Gezi direnişlerinin yeniden filizlenmesine engel olamayacaksanız. Ta ki bu ülkede demokrasi gelene faşizm son bulana kadar.”
Dipnot:
[1] Bu eksiklik giderilse bile Başkanlık Sarayı’nın (mesela Başbakanlık Ofisi’nin ya da Meclis’in) kapısına kadar gelip içeri girmeyi zorlamayan bir politik bilinç ve örgütlülük düzeyiyle elbette devrim yapmak mümkün olmazdı. Ancak iktidar devrilebilirdi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.