Adalet bayrağını kim yükseltecek sorusunu kimlerin cevaplayacağı varılacak yeri de belirleyecektir. Sosyalistler her biçimde her tarafta bu bayrağı yükseltmelidir
Adalet bayrağını kim yükseltecek sorusunu kimlerin cevaplayacağı varılacak yeri de belirleyecektir. Sosyalistler her biçimde her tarafta bu bayrağı yükseltmelidir
Kemal Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü başlatacağını duyurduğunda birçok insanda heyecan kadar, belki de daha fazla kaygı yarattı. Başlar mı? Sürdürür mü? Bir yerinde geri basan veya sönümlendirici bir tutum alınır mı? Bu ve benzer kaygılar, AKP’nin siyaset maçını tek kale oynamasına imkân veren CHP’nin yakın tarihine bakıldığında anlamsız değil. Yakın zamanda ortaya koyduğu, sağ adaylar üzerine kurulu seçim stratejileri, dokunulmazlıklar konusundaki tutumu, referandum sonrası kitleleri sokaktan çekme tavrı yeterince güven sarsıcı örnekler.
Bu örnekler özellikle muhalif refleksleri güçlü kitlelerin önemli bir kesiminde bir temkinlilik durumu yaratmaktadır. Bu da katılımın veya desteğin bileşiminde kadın ve gençlik kitlesinin ağırlığını ciddi şekilde azaltmaktadır. Toplumun farklı kesimlerinin temsilcilerinin verdiği destekler bunu hafifletse de ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Ancak güven verici tavırlar sergileyerek bu durumu değiştirmesi gereken CHP bu konuda şimdiye kadar bir ileri bir geri adımla ‘ilerliyor’.
Kılıçdaroğlu, bu yürüyüşle parti başkanlığından parti liderliğine hatta muhalefetin liderliğine adım atmıştır. Devamını getirir mi göreceğiz. HDP ve Kürt Siyasi Hareketi bileşenlerinin ve tabanının daha önce Demirtaş’ın aday olduğu bu misyonu Kılıçdaroğlu’nun üstlenmesinden rahatsız olmalarının abartılı ve gereksiz bir tepki olduğunu söyleyelim. Çünkü bu ülkede solun/muhalefetin her iki tarafın da kabul etmesi gereken iki ana cephesi olduğu kabul edilmeli artık: temsiliyeti tek tarafça üstlenilemeyeceği ortada olan Türk ve Kürt cephesi. Fiziğin kurallarıyla söylersek, iki cephe arasındaki geniş açı bu kuvvetlerin bileşkesinin zayıf olmasına neden olmaktadır. Güçlü bir muhalefet cephesi ortaya çıkması sadece iki kuvvet arasındaki açının daraltılmasından değil, her bir kuvvetin kendi başına güçlü olmasından da geçiyor.
Bu açıdan bu ülkede iktidar iddiası taşıyan solun, iki temel meseleyi sırtındaki yumurta küfesi olmaktan çıkartması gerekiyor: Kürtlük ve Alevilik. Bu iki başlıkta asgari demokratik tutum ortaya konup savunulmadan ve toplumun genişçe bir kesimine benimsetilmeden ve bu iki meselenin ayrıştırıcılığı tali konuma düşürülmedikçe; solun geniş kesimleri kapsamaya dönük her hamlesi mezhepçi ve milliyetçi saldırılarca kırılmaya uğratılabilecektir. CHP sadece Kürtlük konusunda değil Alevilik konusunda da oldukça sorunlu bir yaklaşıma sahiptir. Genel Başkanının Alevi olmasından rahatsız ve Sünni mezhebinin ritüellerinde boy göstererek, aksini ispat etme veya bu durumu unutturmaya çalışır bir siniklik içerisindedir.*
Bugün Ankara-İstanbul yolunda yürüyen ve Maçka Parkı’nda toplanan kitle CHP’nin birçok yöneticisinde hala etkin olan bu sinikliği aşma çabasını temsil etmektedir. Engin Altay’ın “Gezi çok iyi niyetle başlayan, sonra devlet, FETÖ ve kimi uç örgütler tarafından amacından çıkarıldı. Bu nedenle ‘Adalet Yürüyüşü’nde buna asla müsaade etmeyeceğiz, bunun altını çizerek söylüyorum. Amaç çok barışçıl ve dengeli bir şekilde sesimizi duyurmak. Kırmak, dökmek, yakmak yok; agresif bir slogan dahil olmayacak” demeci bu sinikliğin bu eylem sürecinde dahi merkezi düzeyde sürdürüldüğüne işaret etmektedir. Demecin sahibinin grup başkan vekili olduğu düşünülürse bu demecin üç nedeni olabilir: (1) Engin Altay demecinin ne anlama geldiğini tartmadan konuşmuştur ve yakın tarihimizin en çok tartışılan halk hareketi hakkında hala tutarlı bir fikir edinememiş birinin grup başkan vekili yapılması bir izan sorunudur, CHP’nin iç meselesidir der geçeriz. (2) CHP merkezinde değerlendirmeler bu doğrultudadır, Altay sadece ifşa etmiştir. (3) Bu demeç Gezicileri, böyle bir demeçle küstürerek bu eylem sürecinden uzak tutmak için bilinçli olarak verilmiştir.
Birinci nedeni değerlendirme dışı bırakıp diğer nedenlere geçersek; Gezicilerin bu eylemden uzak tutulmasının anlamı adalet talebinin yakıcılığının taşıdığı toplumsal potansiyelden çekinildiği anlamına gelmektedir ki böyle bir potansiyelin varlığı doğrudur. İlk adalet eylemini başlatanın da CHP olmadığı biliniyor. (Gazeteciler, Avukatlar, Barış için Akademisyenler için tutulan adalet nöbetleri ilk akla gelenler.)
Solun, sosyalistlerin tam da bu halk hareketine dönüşmesine izin vermeme tavrına taktik üretmesi gerekiyor. Adalet talebini Kemal Kılıçdaroğlu’nun harekete dönüştürmesi tek meşru temsilcisi olduğu ve solun inisiyatif alamayacağı anlamına gelmez. “Hayır Bitmedi” eylemleri, Nuriye ve Semih’in açlık grevi, “Hayır tutuklanamaz” eylemleri CHP’den bağımsız ve önce başlamış eylemlerdir. Diğer taraftan yakıcı bir toplumsal talep etrafında ortaya çıkan hareketleri başarıya ulaştırmak ve nihai hedefe ilerletmek üzere müdahale etmek devrimcilerin tarihsel görevidir. Öyle olmasaydı Jakobenler Fransız Devrimi’nin liderliğini aristokratlardan, Bolşevikler Rus devriminin liderliğini burjuvalardan almazlardı.
Uzun süreye yayılmış bir eylemi CHP’nin kontrolde tutmaya çalışması ve kendi ‘makul’ planını işletmeye çalışması her eylem programı için olduğu gibi işin doğası gereğidir. Bu eylem programını sadece protokoler görüşmelerle basitçe değiştirmeye çalışmak ne sonuç vericidir ne de gerçekçidir. Yapılması gereken adalet talebini yakıcı bir şekilde hisseden geniş kesimleri her tarafta ve mümkün olan her şekilde seferber ederek politik olarak etkilemektir.
Adalet talebi çok geniş kesimlerin acil talebi olması yönüyle ve aynı zamanda Erdoğan’ın devleti yeniden yapılandırmada maymuncuk gibi kullanması açısından da kritiktir. Referanduma sunulan metnin uygulanması 2019’a bırakılırken hemen uygulamaya sokulan iki maddeden biri Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin atanmasıydı; diğeri Erdoğan’ın AKP’ye başkan olması… Çünkü Erdoğan, seçimleri kazanabilmekte, muhalefeti bastırmakta, güvenmediği devlet kadrolarını korkuyla biat ettirmekte, parti içi ilişkileri düzenlemekte, partili rakiplerini hizaya getirmekte, servet transferinde, hukuksuzluklara itirazları boşa çıkarmakta adaleti/yargıyı çok etkin kullanmaktadır. İktidarla kapışmanın (soyut değil) somut başlığı olması itibarıyla de güncel ve aynı zamanda pratiktir.
Adalet gündeminin daha ileri taşınabilmesi, bir ölçüde ilerletilmesi ile mümkündür. Ancak bu, adalet talebinin geri bir talep olduğu şeklinde yorumlanamaz. Kısacası adalet bayrağını kim yükseltecek sorusunu kimlerin cevaplayacağı varılacak yeri de belirleyecektir. Sosyalistler her biçimde her tarafta bu bayrağı yükseltmelidir. Bu doğrultuda ortaya konacak irili ufaklı başarılı eylemler, kendi örgütlerimizi bu görevle öne çıkartmak, Hayır Meclislerini ve bu tarzdaki meclisleri adalet talebinin ihtiyaç duyduğu dinamizmin yaratıcısı olarak işlevlendirmek, harekete yönelecek saldırıları püskürtmek, ilerleyişini güvenceye almak ve gerçek bir halk hareketine dönüştürmek için ihtiyaç duyduğumuz olanağı sağlayacaktır. Uygun bir anda Diyarbakır’ın ayağa kalkması ise iki kuvvet arasındaki açıyı daraltacak ve Gezi’de eksik kalanı tamamlayacaktır. Kuşkuculuk, temkinlilik hareketsizliğe değil, doğru bir hatta müdahaleye neden olmalıdır. Gezi’ye gücünü ve meşruiyetini kazandıran gençler, kadınlar ve meydanlar, sokaklar, mahalleler ve köyler ve de adaletsizliğin en esaslısı ile karşı karşıya olan işçi sınıfı henüz devreye girmiş değiller!
* Oysa Marcos’un tutumunu alabilir. CIA’nın itibarsızlaştırmak için gay olduğunu iddia etmesi üzerine Zapatistalar, “Marcos, San Francisco’da bir gay, Güney Afrika’da bir zenci, San Ysicro’da bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Mexico City’nin varoşu Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rocker, Almanya’da bir Yahudi, Savunma Bakanlığı’nda bir uzlaştırıcı, Soğuk Savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi ne müşterisi olan bir sanatçı…. Bosna’da bir barışçı, Türkiye’de bir Kürt, Meksika’nın herhangi bir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen CTM sendikasında grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat onda metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı ne okuyucusu olan bir yazar ve tabiî Güneydoğu Meksika dağlarında bir Zapatistadır…” açıklaması yaparak gerici saldırıyı boşa düşürmüştü.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.