Seçimlere kadar olan süreçte (ve ondan sonrasında) nasıl bir strateji ve taktiğin tercih edileceği bir an önce belirlenmelidir. Belirleyen olunmadığında belirlenen tercihlerle yüz yüze kalınacaktır
Seçimlere kadar olan süreçte (ve ondan sonrasında) nasıl bir strateji ve taktiğin tercih edileceği bir an önce belirlenmelidir. Belirleyen olunmadığında belirlenen tercihlerle yüz yüze kalınacaktır
Siyasette, özellikle de burjuva siyasette “çareler tükenmez” derlermiş. Bu sözün, genel geçer bir söz olamadığını, üstelik yaşayan en “kurt siyasetçiden” yani Deniz Baykal’dan bir kez daha öğrendik. Herkesin artık bu iş bitti, “atı alan Üsküdar’ı geçti” dediği bir anda “çok iyi” ayrıntılandırılmış bir formülle tekrar sahne aldı. Öneri, medyada fazlaca sulandırıldı ve sansasyon yaratacak uçlara çekildi. O yüzden gerçek içeriği ile tam olarak tartışılmadı ve hatta kavranmadı. Dolayısıyla “formül”ü tartışmadan önce kısaca açıklamak gerek.
Baykal’a göre,
1- 16 Nisan referandumu adaletsiz ve eşit olmayan koşullarda yapıldı. Sandık sonuçlarıyla da oynandı. Oysa “Hayır” diyen seçmen yüzde 50’nin üzerinde, yani Erdoğan’ın oyundan daha fazla.
2- Başkanlık için yapılacak seçim, başkanı seçmek olarak değil de parlamenter sisteme dönmek için yeni bir “son şans” olarak yani 16 Nisan referandumunun tekrarı olarak algılatılırsa bu yüzde 50’nin üzerindeki toplulukla Erdoğan yenilebilir. (Maçın ikinci yarısı ya da rövanş maçı.)
2(a)- Seçilecek kişi Başkanlığı devam ettirmek için değil, parlamenter sisteme dönmek için yetkilerini kullanacağını baştan deklare etmelidir.
2(b)- Bu yüzde 50’nin içindeki en büyük örgütlü güç CHP olduğundan sürece o önderlik etmeli, hem süreci örgütlemeli hem adayı çıkarmalıdır. Başkanlık seçim süreci çok zorlu olacağından hem güçlü bir örgütün olanakları hem de o örgütün aktif çalıştırılması zorunludur. (CHP Genel Başkanı çıkıp ‘adayım’ demelidir.)
2(c)- Aday belirleme süreci, yüzde 50 içinde olan herkesin (CHP’lilerin, MHP ve BBP’li muhaliflerin, Saadet Partililerin ve hatta Vatan Partililerin ve ÖDP’lilerin) doğrudan oy kullanacağı bir biçimde örgütlenmelidir. (Bu yüzde 50 içinde en fazla oy CHP’ye ait olduğu için CHP’nin adayı zaten kazanacaktır, dolayısıyla eğer CHP Genel Başkanı aday olursa bu ön seçime gerek kalmaz.)
2(d)- Önseçim yüzde 50’nin başkanlık seçiminde ortak hareketini tek başına sağlayamayacağından, önseçimden çıkan kişi ağırlıkları gözeterek, yapacağı başkan yardımcılarını önseçimden çıkar çıkmaz açıklamalıdır. (Örneğin; 1. yardımcı Meral Akşener, 2. yardımcı Ahmet Türk, 3. yardımcı Temel Karamollaoğlu 4. yardımcı …, 5. yardımcı …)
Baykal’ın önerisinin içinde bir konu var ki, başarıyı etkileyebilir. Baykal, en başından itibaren (bugünden) aday üzerinde ortaklaşılması ve bu tek adayla seçimlere katılınması gerektiğini öneriyor. Ancak başkanlık seçimi, Meclis seçimi (milletvekilleri seçimi) ile birlikte yapılıyor. Yani seçmene, “Bir sandıkta kendi partine oy ver, ikinci sandıkta ortak adaya oy ver” denecek. Bu yöntem uygulanamayabilir. Oysa bu ortak seçimde başkan adaylarından biri yüzde 50’yi geçemezse ikinci seçimde sadece başkanlık seçimi yapılacak. Bunda adayı ortaklaştırmak daha olası. Baykal bu kısmına çok çalışmamış anlaşılan!
***
Sistem içinde çözüm üretilmeye çalışıldığında ve bu sistemin araçları ve olanakları göz önünde bulundurulduğunda Başkanlık modelini engelleyecek en gerçekçi öneri budur. Tabii masa başında!
Bu önerinin en büyük avantajı, Başkanlık sistemine geçildiğinde tüm siyasi hayatı son bulacak önemli sayıdaki politikacının (ki içlerinde 20, 30 hatta 50 yıllık olanlar mevcut) hala etkin pozisyonda olması ve siyasal hırsa da sahip olmasıdır. Baykal da bunun farkında olduğu için bunlara çalışmaktadır; “Parti yöneticiliği koltuğunu amaçlayarak ‘küçük’ düşünmeyin, hatta belediye başkanlığını bile önemsemeyin çünkü başkanlık geldiğinde bunların hiçbir anlamı ve önemi kalmayacak.” Açıktır ki CHP parti kimliği taşıyanlar başta olmak üzere Erdoğan’a biat etmeyenlerin hepsi (biat etmek yetmez, bu biatın reis tarafından kabulü de gerekir), adım adım belediyeler de dahil olmak üzere tüm kamudan kovulacaktır. Akşener’den Karamollaoğlu’na, Baykal’dan en küçük belde belediye başkanına kadar tüm aktörler Erdoğan’ın saldırısıyla karşı karşıya kalacaktır. Biat ya da ricat! Deniz Baykal hepsine bir şans daha sunmakta; “referandumu tekrarlayalım”.
Bu formülün dezavantajları ise sayılamayacak kadar çok. En büyük dezavantajı önerinin sahibi olan Deniz Baykal kuşkusuz. Siyasi hayatının tamamını parti içi hizip faaliyetleri ile geçirmiş, bütün siyasal ufkunu ülkenin değil partinin iktidarı olarak belirlemiş bir şahsiyetin, şimdi ülkenin kurtarıcılığına soyunması elbette pek inandırıcı gelmemektedir. Ve yaptığı açıklamalarda kendini “doğrudan” aday olarak ortaya koymasa bile bu projenin doğal adayıdır.[1] Ayrıca projenin ortaya konuş yöntemi de göstermektedir ki Baykal kendisini önermektedir.[2] Ancak Baykal ile Erdoğan’ın karşı karşıya gelmesinde olacaklar bellidir. Baykal’ın yaşı ve CHP genel başkanlığından istifa etmesine neden olan dosyası, Erdoğan cenahı tarafından mutlaka “kullanılacaktır”. Bunları Baykal önemsemeyebilir ancak arkasında duracak kitlenin savunmakta “zorlanacağı” durumlar yaratacaktır.
En az Baykal kadar dezavantaj sayılacak bir başka varlık ise CHP’nin kendisidir. CHP, ne yazık ki[3] maddi ve manevi çıkar ilişkileriyle ayrışmış (ve bunun sonucu olarak da yozlaşmış), neredeyse tutarlı hiçbir ideolojisi olmayan ve dava insanı olmayanların koltukları işgal ettiği bir örgüttür. “Rejim değişiyor” diye feryat ettikleri 16 Nisan referandumunda bile bütün sandıklara görevli çıkaramayan bu örgütün yöneticilerine ne kadar güvenilir?
Ayrıca CHP’nin içindeki çokbilmiş siyasetçiler ile doğrudan AKP’ye çalışan provokatörler de bu işin cabası.
Bu çokbilmiş siyasetçilerin Baykal’ın önerisini kabul etmesi ancak sulandırması en ciddi olasılıktır. Ekmeleddin örneği denenmiş ve başarısız olmuş olmasa aynı formül mutlaka devreye sokulurdu. Ancak “tehlike” geçmiş değil. Bu sefer de aynı örnek parti içinde aranacaktır. CHP, sosyal demokrat olmayanları da barındırdığı için birçok sağcı figürün parti içinden öne çıkarılacağından kuşku duyulmasın. İlk akla gelenler İlhan Kesici ve Mehmet Bekaroğlu elbette.[4] Fazlası da bulunur.
Bu arada AKP’ye çalışan provokatörler de boş durmayacaklardır (zaten ne zaman boş durdular ki). Doğrudan “düğme” olan ya da dolaylı olarak “düğme” işlevi gören sağ zihniyet CHP içinde uzun zamandır mevcut. Kılıçdaroğlu’nun bunu yeni fark etmesi ilginç. Ayrıca Kılıçdaroğlu, CHP içindeki “düğme”lerin kimler olduğunu merak ediyorsa 16 Nisan akşamına ve 17 Nisan gününe bakmalıdır. Hile ile sonucu değiştirilmiş bir referandum karşısında sokağa çıkmak isteyenleri engelleyen, sokağa çıkanları geri çağıran, YSK’ların kuşatılmasını önleyenler kimlerse, işte onlar CHP içindeki “saray düğmeleri”dir. CHP, bu seçimlerin “hileli olduğunu ve meşru olmadığını” toplumsal belleğe yerleştirecek hangi atraksiyonu yapmıştır? Sadece birkaç basın açıklaması. İşte CHP’ye bunu yaptıranlar, hiç şüphe olmasın ki bu süreçte de görevlerini icra etmeye devam edeceklerdir.
Tekrar etmek gerekirse, sistem içi çözüm arayanlar açısından “başkanlığa kayyum atanması” masadaki en ciddi seçenektir. Ancak yüzde 50’nin korunması, harekete geçirilmesi bu 5000 benzemezle ne kadar mümkün?
Devrimciler için de bu süreç seyirlik bir süreç değildir. Seçimlere kadar olan süreçte (ve ondan sonrasında) nasıl bir strateji ve taktiğin tercih edileceği bir an önce belirlenmelidir. Belirleyen olunmadığında belirlenen tercihlerle yüz yüze kalınacaktır. Ya Ekmeleddin, Baykal gibi bir şahsın arkasına dizilmesi istenecektir ya da kendi adayının yüz bin imzayı bulması için imza istenen şahıslar olunacaktır.[5] Ya da? Devrimciler için sistem içinde de sistem dışında da “çareler tükenmez” denecektir. Çare mi? Gezi’nin Drogba’sı…
Dipnotlar:
[1] Baykal, “aday mısınız” sorusuna hiçbir zaman “ben aday değilim” demedi sadece “”böyle bir talebim yok” demekle yetindi. Bu arada bir hamlesini takdir etmek gerek; Baykal’ın Abdullah Gül’ü adaylık için işaret etmesi ve Gül’ün de bunu verdiği yanıt. Baykal’ın olası rakiplerinden biri başkanlık yarışının dışına itilmiş oldu.
[2] Proje, “gizli özne olarak” da örgütlenebilirdi. Yani Baykal, kendisi hiç ortaya çıkmadan, yüzde 50’nin etkin figürleri ile görüşüp (Kılıçdaroğlu, Akşener, Ogan, Karamollaoğlu, v.s, v.s,), hatta aday üzerinde de anlaşıp, ortak bir konsensüs zorlanabilirdi. Bu yapılsaydı, bu konsensüsten Baykal çıkmazdı, elbette.
[3] Ne yazık ki, çünkü gerçek sosyal demokrat bir parti (ve elbette ideoloji ile) karşılıklı iletişim hem devrimciler için hem de o parti için ileri sonuçlar doğuracaktır.
[4] Sosyalistler çantada keklik ya, ayrıca ne koysak yerler.
[5] Bazı sol gruplar için yüz bin imza toplayıp, kendilerinin propagandasını yapmak en ciddi seçenek olacaktır. Üstelik geçtiğimiz referandum sürecinde sadece kendine çalışanların 1 Mayıs başarısı, motive eden bir gerekçedir. Haa, Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki bir ülkede kendi sayını 3’e, 5’e katlamışsın, neye yarar, o ayrı mesele!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.