Referandumda kazanan olmak için, güçlü bir “hayır” oranının elde edilmesi ve sorunun sadece Erdoğan’dan ibaret olmadığını gören bağımsız bir çizginin korunması gerekmektedir
Referandumda asıl mesele, “hayır” diyenlerin kazanan olmayı tercih edip etmeyeceğidir. Kazanan olmak için güçlü bir “hayır” oranının elde edilmesi ve sorunun sadece Erdoğan’dan ibaret olmadığını gören bağımsız bir çizginin korunması gerekmektedir
16 Nisan günü gelmeden referandumun kaybedeni belli oldu: Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin başını çektiği “evet” cephesi.
Sonuç karşımıza hangi oranlarla çıkarsa çıksın, “evet” cephesi kaybetmiştir. Bu söz, yalnızca “hayır”cıların motivasyonunu artırmaya yönelik bir ajitasyon olabilirdi ki o zaman da dile getirilmesi gayet haklı ve yerinde olurdu. Karşı tarafın yenilgisini tahayyül etmeden yürütülecek bir mücadelede alınabilecek pek fazla yol yoktur. Yakın tarihimizde bu konuda acı dersler bulunuyor.
Ancak bugün “Evet cephesi kaybetti” derken bunu sadece “hayır” cephesinin motivasyonunu artırmanın bir gereği olarak yapmıyoruz. Bu, bizim istek ve irademizden bağımsız olarak; emperyalist sistem içi ilişkilere, iktidar içi ilişkilere ve sağın kendi iç ilişkilerine yansıyan nesnel bir gerçeklik.
Daha önceki seçim süreçlerinde en sıkışık olduğu anlarda Tayyip Erdoğan’a hayat öpücüğü konduran emperyalist merkezler, şimdi daha seçim sonuçları belli olmadan kapıları kapatıyor ve Erdoğan’ı karşılarına alıyor. Normalde seçim sürecini izleyip kim kazanırsa onunla yola devam etmeleri gerekmez miydi?
Almanya ve İngiltere “Erdoğan’ın 15 Temmuz’a ilişkin söyledikleri doğru değil” şeklinde özetlenebilecek açıklamalarda bulundu. Avrupa’dan “Referandumda evet çıkarsa AB’yi unutun” mesajı yükseliyor. ABD, Reza Zarrab davasını Erdoğan’ın “Bu soruşturma ailemi hedef alıyor” sözlerini doğrularcasına 17-25 Aralık dosyalarıyla birleştirerek ilerletiyor. Erdoğan’ın Batı karşısında sığınak saydığı Rusya ise canı sıkıldıkça Türk hava sahasını ihlal edip Türkiye’den Suriye’ye gönderilen cihatçı konvoylarını bombalamakla meşgul. Domatesler hâlâ Rusya kapısında bekliyor. Vize kaldırılmış değil. Bir Türk polisinin öldürdüğü Rusya Büyükelçisi Karlov’un koltuğu da hâlâ boş. İlişkilerin iyi olduğu tek komşu Barzani de Kerkük’teki bayrak krizi sonrası küstürülecek gibi. Bu arada Suriye Kürtleri, Rusya ve ABD’nin desteğiyle bir siyasi statü elde etme yolunda ilerliyor.
Peki dışarıdaki rüzgarlar bu kadar tersten eserken, Erdoğan, Türkiye kalesine kapanıp “Topunuz gelin” diye savunmaya geçebilir mi? Maalesef, hayır. Dışarıda esen ters rüzgarlar yeni-sömürge Türkiye’nin içinde fırtına koparır. Türkiye’nin Kürt sorunu artık uluslararası bir sorundur. TSK bir NATO ordusudur. Tekelci sermaye, rengi ne olursa olsun emperyalizmle kurulan ilişkilere muhtaçtır. Körfez şeyhlerinin parasına güvenip de Avrupa’ya sırtını dönemez. Paşaların ve tekelci sermaye temsilcilerinin Erdoğan karşısında çıt çıkarmaktan imtina etmesi, devletin iç uyumunun, ahenginin sağlanamamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır. Devlet, aylarca yok yere hapiste yatırdığı gazetecileri tahliye ederken tekrar tutuklayan, FETÖ operasyonu yürüten bürokratlarına FETÖ üyeliğinden operasyon çeken, ne darbe başarabilen ne darbeciyi yargılayabilen, polisinin büyükelçi öldürmesine engel olamayan bir devlet konumundadır. Devletin iç uyumu nasıl sağlanacak, devlete nasıl çeki düzen verilecektir? Bu sorunun orta yerde durduğu koşullar, 15 Temmuz başarısız darbe girişimini ve onun ardından Erdoğan’ın Tek Adam rejimine geçiş girişimini gündeme getirmiştir. Görünen o ki Erdoğan da bu girişiminde başarısız olmuştur. Erdoğan açısından mesele, referandumda yüzde 50’yi geçip geçememenin ötesinde devletin çekirdeğini teşkil eden kontrgerillanın birliğini sağlayıp sağlayamamaktır.
Sağın parçalı hali, kontrgerillanın birliğinin sağlanamamış olmasının yansımasıdır. Yoksa ne Sivas Katliamı’ndaki şovuyla hafızalara kazınan Saadet lideri Temel Karamollaoğlu ne Büyük Birlik Partisi’nin iç savaştan yetişme kemik kadroları ne 90’ların içişleri bakanı Meral Akşener ne Cemaat ne de Ahmet Davutoğlu demokrasi davasına adandıkları için Erdoğan’ın “evet” kampanyasına aktif ya da pasif bir karşı koyuş içindedir.
Emperyalist merkezlerle yaşanan krizler, kontrgerillanın iç ahengini yitirmesi ve sağın bölünmüşlüğü birbiriyle doğrudan bağlantılıdır ve salt Erdoğan’ın suçu olarak değerlendirilemez. Temelde ABD emperyalizminin hakimiyet krizinden kaynaklanan bu iç içe geçmiş krizler, Erdoğan tarafından üretilmediği gibi Erdoğan tarafından da çözülemez. Erdoğan’ın başını çektiği “evet” cephesi bu sürecin kaybedenidir.
Ancak onların kaybetmesi bizleri hükmen galip yapmamaktadır. Haziran İsyanı’ndan bu yana gayrimeşru ve er geç kaybedeceği kesinleşmiş bir iktidarın koltuğunu muhafaza etmesinin sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.
Referandumda asıl mesele, “hayır” diyenlerin kazanan olmayı tercih edip etmeyeceğidir. Kazanan olmak için güçlü bir “hayır” oranının elde edilmesi ve sorunun sadece Erdoğan’dan ibaret olmadığını gören bağımsız bir çizginin korunması gerekmektedir. Referandumdaki “sandıksal” galibiyet “hayır”cılara ülkenin geleceğini belirleme mücadelesinde güçlü bir meşruiyet kaynağı, bir moral dayanak oluşturacaktır. Bağımsız bir çizgi de kolayca dinmesi beklenmeyen çalkantılı süreçte Erdoğan’ın şimdi ihtilaf halinde olduğu eski ortaklarına “aldanma” riskimizi bertaraf edecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.