Fakat kazandığımız bir referandumun göz göre göre çalınmasına neden razı gelelim?
Neden iktidarın suç ortağı YSK’ya, ne dediği belli olmayan CHP’ye, kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece en kirli diktatörlüklere bile destek veren ABD ve Avrupa’ya güvenelim? Kendi memleketimizin sokağından başka bir güvence görebiliyor muyuz?
16 Nisan akşamında referandum sonuçlarının Anadolu Ajansı tarafından duyurulduğu anın fotoğrafını çekip bir değerlendirme yapmamız istenseydi, şunları söylerdik:
Adaletsiz, hukuksuz, şaibeli ve gayrimeşru bir süreç sonunda da olsa Tayyip Erdoğan istediği yetkileri aldı. O da zaten meşruiyet değil yetki peşindeydi. Ayakta kalmak için yetkilerini sonuna kadar kullanacak.
Oylarını yalnızca Karadeniz ve Orta Anadolu’da koruması, Kürt illerinde (silah zoruyla ve yolsuzlukla) artırmasından belli ki Erdoğan referandumu Kürt savaşıyla kazandı. Erdoğan Kürtlere vurarak kazanma taktiğini sürdürecek. Çünkü bu yolla hem kendisine karşı olan cepheyi bölebiliyor hem de kendi saldırı merkezini birleştirebiliyor. Erdoğan, Huber Köşkü’nün balkonunda ağzını “idam”la açıyor. Çünkü karşılığında Kılıçdaroğlu’nun “hele bir meclise getirsinler” sağlamcılığına çekileceğini biliyor; Kılıçdaroğlu’nun bu sağlamcılığının Kürt ve Türk “hayırcıları” arasındaki buzdan duvarı yeniden dikeceğini de biliyor.
Öte yandan, Erdoğan ve Bahçeli’nin referandumun kazananı ama referandumun da içinde olduğu siyasi sürecin kaybedeni olduğu akılda tutulmalıdır. Sadece ülkenin toplam katma değerinin 2/3’ünü üreten 17 büyük şehirde muhalefet üstün geldiği için kaybetmiş değiller. Kaybettikleri asıl şey sahip olmak istedikleri direksiyondur; devletin temel zor aygıtına hükmedilebilir, istikrarlı bir birlik kazandırma yeteneğidir. Devletin çekirdeği, kontrgerilla parçalanmış ve güçten düşmüştür. Erdoğan ve Bahçeli birleşmesi “sağın birliğini” sağlayabilseydi kontrgerillanın birliği de sağlanmış olacaktı. Ancak Erdoğan-Bahçeli ittifakı kontrgerillada güçlü izdüşümleri olan sağ fraksiyonları çoğalttı, güçlendirdi (MHP ve BBP muhalefeti, SP). %55-60 gibi bir oy desteği elde etseydi, Erdoğan-Bahçeli koalisyonu sağın birliğini yukardan sağlamasa bile aşağıdan sağlayabilirdi. Bu da olmadı. Kısacası Erdoğan referandumdan çıkarmak istediği otoriteyi çıkaramadı. Bu nedenle “kazanamadı”.
Şimdi Erdoğan-Bahçeli merkezinden uzaklaşarak öbekleşen sağda yeni merkezler oluşacak ve Erdoğan-Bahçeli koalisyonu her adımda biraz daha kan kaybedecektir. MHP muhalefetinin açtığı bu kapıdan merkez sağ ve siyasi İslam da geçecektir.
Erdoğan kazanamamıştır ama “Hayır Cephesi” de kazanmaya yakın görünmemektedir. Kabul edelim veya etmeyelim “Hayır Cephesi”nin vitrinini CHP tutmaktadır ve daha sandıklar açılır açılmaz Anadolu Ajansı’nın manipülasyonu ile havlu atma havasına giren CHP Genel Merkezi’nden “Hayır Cephesi”ni direnme durumuna sokma yeteneği ne yazık ki beklenmemelidir. Erdoğan’ın kaybetmesi, bizleri hükmen galip yapmıyor. Haziran İsyanı’ndan bu yana gayrimeşru ve er geç kaybedeceği kesinleşmiş bir iktidarın koltuğunu muhafaza etmesinin sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.
***
Ama olay burada kalmadı. Kitleler devreye girdi. 17 Nisan akşamı on binler “Hayır biz kazandık” diyerek sokakları doldurduğunda fark edildi ki 16 Nisan akşamı, anın fotoğrafını çekerek referandum sonucunu ilan etmek, daha doğrusu bu “rakamsal sonuç” üzerinden politik gidişata dair sonuç çıkarmak için henüz çok erkenmiş. YSK’dan daha yetkili, ana muhalefet partisi yönetiminden daha etkili bir şey kendini hatırlattı çünkü: sokak!
Kendiliğinden özelliği baskın bir kitle hareketi, Gezi eylemlerinin ardından bir kez daha siyaset sahnesinde yerini aldı. Sosyal medya hareketliliği ile sokaktaki eylemlilik, Gezi günlerini andıran bir etkileşim içinde yükseldi. 16 Nisan akşamı mütevazı adımlarla sokağa çıktığında nereye evrileceği pek kestirilemeyen ilk tepkiler 3 gün boyunca adım adım büyüyüp ülke çapında yaygınlaştı.
İstanbul, Ankara ve İzmir’den başlayarak Eskişehir, Antalya, Kocaeli, Adana, Mersin, Muğla, Aydın, Tekirdağ, Eskişehir, Çanakkale, Bursa, Çorum, Artvin, Balıkesir ve hatta “evet” oylarının ezici çoğunlukta olduğu eylem fakiri Konya’da bile eylemler düzenlendi. Kimi yerde katılım on binlerle ifade edilirken kimi yerde yüzlerle sınırlı ancak sürekli genişleme ve militanlaşma eğiliminde.
Hareketin ortak biz sözü, manifestosu, merkezi yok. (En azından şimdilik). Peki, yön veren ne? Gezi’nin ve 7 Haziran’ın izlerini taşıyan “Hayır” haritasına bakarak söyleyebiliriz ki, harekete geçen kitlelere yön veren şey bu kitlelerin ortak tecrübeleri ve bu tecrübelerden çıkarılmış derslerdir:
Eylemlerde en yaygın atılan “Hırsız AKP, işbirlikçi YSK” ve “Hayır, biz kazandık!” sloganları referandum hilesinin eleştirisi olduğu kadar, CHP Genel Merkezi’nin sergilediği teslimiyetin ve pasifizm telkinlerinin de eleştirisini içeriyor.
Hile iddialarına sahicilik kazandıran, uluslararası gözlemcilerin raporlarını Erdoğan açısından tehlikeli kılan, Kemal Kılıçdaroğlu’na ilk akşamki açıklamasının özeleştirisini verir biçimde “Sonuçları tanımıyoruz, tanımayacağız” dedirten; CHP’deki, uluslararası basındaki, ABD ve Avrupa’dan gelen diplomatik mesajlardaki yalpalamayı yaratan; bu nedenle de Tayyip Erdoğan ve çevresini endişelendirip gözdağı operasyonlarına yönlendiren şey bu manzaradır.
16 Nisan referandumunda açığa çıkan tablonun, demokrasi güçleri lehine sonuçlar üretmesi “Hayır biz kazandık!” diyenlerin, hırsızlığı/haksızlığı ve bunun üzerine kurulan Tek Adam iktidarını engelleme noktasında ısrarcı olanların sokaktaki varlığına bağlıdır. Hareket sokakta olduğu, “Hayır” diyenlerin hakkını ve 80 milyonun hayrını savunmaya devam ettiği, Erdoğan’ın ayrıştırma taktiklerini bertaraf ettiği, kitleselleştiği, kalıcı mevziler elde ettiği, hayatın rutin akışına müdahale ettiği olduğu sürece sonuç alacaktır. (Bu noktada Haziran İsyanı’nın yüksekte duran ama program, güç kombinasyonu ve taktik açısından mutlaka aşılması gereken bir imge olduğunu aklımızda tutmamız gerekir.)
Hareket bir kazanım elde edemeden geri çekilirse CHP yönetiminin “Böyle bir şey olabilir mi?” deyip dişe dokunur hiçbir şey yapmadan koltuğuna oturduğu, Perinçek’in Saray’dan bir oda kaptığı, Putin ve Trump’ın Suriye konusunda, Avrupa’nın da mülteciler konusunda tavizler koparıp Erdoğan’ın tek adam yönetimini tandığı, Kürt savaşının yeni ve belki de çok daha şiddetli bir sürece girmesiyle Tek Adam karşıtı muhalefetin yeniden birbirinden uzaklaştığı bir manzara ile karşılaşmamız sürpriz olmaz. Elbette bunlar her şeyin sonu da olmaz.
Fakat kazandığımız bir referandumun göz göre göre çalınmasına neden razı gelelim? Neden son bulması gereken bir Tek Adam rejiminin, çalıntı bir referandumla yasal temel kazanarak devam etmesine izin verelim? Neden eksik gedik de olsa demokrasi ve laikliğe dair kazanımların yok edilmesine göz yumalım? Neden “200 yılın rövanşını alıyoruz”, “karıları kızları bize helaldir” diyen bir çeteye teslim olalım? Neden iktidarın suç ortağı YSK’ya, ne dediği belli olmayan CHP’ye, kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece en kirli diktatörlüklere bile destek veren ABD ve Avrupa’ya güvenelim? Kendi memleketimizin sokağından başka bir güvence görebiliyor muyuz?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.