Hem ümmetçidir hem de ümmeti ipsiz sapsız ve baldırı çıplak sokak süprüntüsü haline dönüştüren sermayedarlar grubundan yanadır
Hem devletçidir hem de devletin piyasa üzerindeki “nüfuzunu” alt eden özelleştirme çılgınlığını savunur. Hem ümmetçidir hem de ümmeti ipsiz sapsız ve baldırı çıplak sokak süprüntüsü haline dönüştüren sermayedarlar grubundan yanadır
Muhafazakâr birey, anatomisi gereği status qou’nun (mevcut hukuki normlar) değişime uğramasından korkan bireydir. Norman Barry’nin tanımıyla muhafazakârlık, “Devlete biat ve kanunlara riayet mistisizmidir.” Bir bakıma din, aile ve devleti kutsayan bir düşünce biçimidir. Muhafazakâr birey, süreklileşmiş mutlak bir ahlâk düzeninden yanaymış gibi gözükür ama bu ahlâk düzenini ihlal eden “devleti” asla tenkit etmez. Zira dogmalar ve mitler, onun yegâne kılavuzlarıdır. Devleti saltık bir tin olarak görür. Onu mülk sahibi sınıfların çıkarlarını koruyan bir aygıt olarak tahayyül etme yetisinden yoksundur. Sınıfsal perspektifi olmadığı için sömürü analizi de yapamaz. Bu yüzden Avrasya köprüsünü sadece “kamu hizmeti” olarak telakki edip gururlanır. Sınıfsal sorgulama yeteneğine sahip olsaydı “muhafazakâr” kimlikli sermayedarların yap-işlet-devret modeli üzerinden ne tür namahdut kazançlar elde ettiklerini ve halkın bütçesini nasıl bir rant politikasına alet ettiklerini fark edebilirdi. Halka döviz bozdurma öğütlerinde bulunan o sermayedarın “ihale sözleşmelerini” nasıl da döviz üzerinden yaptığına tanıklık edecekti.
Muhafazakârın ahlâk anlayışı efendi-mevali ilişkisine dayalıdır. Dini akideleri efendi koyar, mevali ise sadece riayet eder. Muhafazakâr, ilerlemenin öznesi olamaz. Eğer insanlığın kaderi muhafazakâra teslim edilmiş olsaydı hâlâ leşle beslenen bir primat gibi yaşıyor olacaktık. Ona göre her türlü terakki, modernizasyon ve değişim bir yozlaşmadır, deformasyondur. Fikret Başkaya hocamızın zikrettiği gibi muhafazakâr, 8 yaşındaki çocuğun gömleğini 40 yaşındaki adama giydirme “fetanetine” sahiptir. Devrimcileri veya ilericileri “dalalet suçu” işlemekle itham etmekten başka bir uğraşısı yoktur. Lakin sonuçta devrimciler ve ileri sürdükleri nazariyeler hep galip gelmiştir. Galileo’nun güneş merkezli evren tezini “sapkınlık” olarak niteleyen Katolik kilisesiyle, Büyük Patlama Kuramı’nı ve sonraki evrim sürecini “doğru” kabul eden Vatikan’a bakılırsa muhafazakârın nasıl bir “evrimden” geçtiği de ortaya çıkmaktadır. Kilise bugün yeni bir “dogmayı” dayatmaktadır: Büyük Patlama tanrısaldır, onun özünü sorgulamayalım. Muhafazakârın ihtarları ve dogmaları bitmez. Hiç şüphesiz 100 yıl sonra Büyük Patlama’nın ampirik olduğunu ve uzayzamanın sonlu olduğunu da kabul edecektir.
Muhafazakâr, hem ilahi gücü mukaddes “malik” olarak görür hem de haddini aşarak onun adına karar verir. Bu bakımdan ceberut bir karaktere sahiptir ve faşizan eğilimler taşır. Rolihlahla Mandela adının başına Hıristiyan misyonerlerce “Nelson” isminin verilmesi bunun ürünüdür. Piskopos Las Casas’ın Kızılderili Arawakları Hıristiyanlaştırma siyasasında bu hastalıklı ruh hali yatar. Yine Halife Ömer bin Hattab’ın 634-644 tarihleri arasında Amid’i istila edip Bekrî kabilesini yerleştirmesi, Kürtçe konuşanların dilini makasla kestirmesi ve kentin adını Diyar-el Bekr olarak değiştirmesi (Araplaştırma modeli) de aynı akla hizmet eder. Aynı şekilde İsrail Savunma Kuvvetlerinin, Yehova tarafından vaat edilmiş “Büyük İsrail” ülküsüne kavuşmak için Filistin halkını yok etmesi de bir muhafazakârlık lütfudur. Adeta Tanrı, Allah ve Yehova’nın “alan” savaşlarına kurban giden insanlığın birer üyesi gibiyiz. Gezegenimiz, yüzyıllardır öngörüsüz muhafazakârların kendi kurgusal “ilahi güçlerini” çatıştırma arenası olarak işlev görüyor. Toprak, şehit yetiştirme ve barındırma yurdu haline getirilmiş. Adını da “vatan” takmışlar.
Muhafazakâr bir de liberal olduğunu ve hür teşebbüsü savunduğunu bize müjdelemektedir. Hem değişime ve yeniliğe karşı çıkar hem de teknolojik yeniliklere vabeste piyasa ekonomisinden yanadır. Hem ahlâki düzenden dem durur hem de bu düzeni tuzla buz eden “sınırsız artı-değer” elde etme piyasasında saf tutar. Hem devletçidir hem de devletin piyasa üzerindeki “nüfuzunu” alt eden özelleştirme çılgınlığını savunur. Hem ümmetçidir hem de ümmeti ipsiz sapsız ve baldırı çıplak sokak süprüntüsü haline dönüştüren sermayedarlar grubundan yanadır. Tam anlamıyla muazzam bir budalalık ve tenakuz örneği. Liberalizmin dünyayı dev köpek balıklarına yem ettiğini göremeyecek kadar sermayedar tutkunudur. Avamlaştırılan, yetkeci, lümpen, geçinemeyen ve boynu bükük bir ümmet, her zaman “dindar” kimlikli sermayedar sınıf için yegâne zenginleşme aracıdır.
Muhafazakâr, namütenahi bir itaatten dolayı rüyada cenneti görür ama gerçek hayatta cehennemi yaşar. Ne diyordu Lenin Ne Yapmalı adlı eserinde, gördüğünüz rüya ile yaşadığınız hayat arasında bir bağ varsa doğru yoldasınız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.