Demokrasi güçleri faşizmin onarılmasının imkansız, gereksiz ve yıkıcı olduğu tezini kararlılıkla savunmalıdır. AKP-MHP koalisyonuna karşı mücadelenin ekseni faşizmi yıkma mücadelesi olarak biçimlendirilmelidir
Demokrasi güçleri faşizmin onarılmasının imkansız, gereksiz ve yıkıcı olduğu tezini kararlılıkla savunmalıdır. AKP-MHP koalisyonuna karşı mücadelenin ekseni faşizmi yıkma mücadelesi olarak biçimlendirilmelidir
Bugünkü politik anı anlamak için yazılacak her yazının, söylenecek her sözün başında yapılması gereken tesbit şudur: Türkiye devletinin kurumsal çekirdeği tarihinin en büyük krizini yaşıyor; olan biten her şeyin nedeni ve açıklayıcısı bu krizdir. Türkiye devletinin kurumsal çekirdeği kontrgerilladır. Kontrgerillanın düzenleyiciliğindeki bu devletin biçimi “sömürge tipi faşizmdir”. Dolayısıyla yaşanmakta olan kriz, sömürge tipi faşizmin krizidir.
Krizin “Sömürge tipi faşizmin krizi” olarak saptanması, bu krizden neşet eden bütün politikalara tarihsel anlamını kazandırmaktadır. Krizin çözümü adına halka sunulan bütün politikalar ve bu politikalar üzerine yapılan tartışmalar bu gözlükle okunmalıdır.
Sömürge tipi faşizm emperyalizmin Türkiye’deki siyasi egemenlik aygıtıdır. Neoliberal yeni sömürgecilik programının krizi, ABD emperyalizminin “uyumlu İslam” iktidarlarıyla giriştiği BOP’un krizi ve Suriye Kürdistanı’ndaki gelişmelerin Türkiye-ABD uyumunu bozması, sömürge tipi faşizmin krizinin temel dinamikleridir. Bu üç düzlemdeki krizler AKP-FETÖ iktidarını parçalamış ve taraflar birbirlerini iktidardan düşürmek için önce örtük, 2012’den bu yana da açık mücadeleye girişmiştir. 15 Temmuz olayı bu çatışmanın son halkasıdır.
15 Temmuz “Gülenci darbeye karşı halk direnişi” değildir. 15 Temmuz iki faşist iktidar fraksiyonu arasındaki iktidar mücadelesidir. (İki faşist iktidar fraksiyonu arasındaki bu mücadelenin arkasındaki çatışmaların niteliği ayrı bir tartışma konusudur) 2012-2016 Gülen-Erdoğan savaşı, 15 Temmuz’da Erdoğan’ın galibiyetiyle sonuçlanmış ancak bu galibiyet bir Pirus Zaferi olmuştur. 2010’dan itibaren kendisine ABD adına kontrgerillanın yönetimini üstlenme görevi verilen Gülen Cemaati tasfiye edilmiş ancak Erdoğan Cemaat’den boşalan yeri (buna uygun bir kadroya sahip olmadığı için) kendi örgütüyle dolduramamıştır. 15 Temmuz sonrasında kontrgerillanın üst örgütleri TSK, Emniyet ve Adliye’de ön plana çıkan “Erdoğancı” görünümlü kadronun büyük bölümü 28 Şubat’ta tasfiye edilen Ağar grubu, 2011 sonrasında tasfiye edilen “Ergenekon bürokrasisi” ve MHP’liler tarafından oluşturulmuştur. (Bahçeli-Erdoğan koalisyonunun temeli budur). Kontrgerillanın “Erdoğancı görünümlü” bir kadroyla idare edilmesi, kontrgerillanın siyasi egemenliğinin “yerli ve milli” güçlere geçmesi demek değildir. Tam tersine, NATO, Pentagon ve CIA’nin “eski yerli kadrosu”ndan “toplanmış” bir ekiptir bu. Toplama bir ekip olması nedeniyle üzerine uzun süreli bir iktidarın inşaa edilemeyeceği bir ekiptir.
2007-2010-2012-2016 çatışmaları ve tasfiyelerinin sonucunda Türkiye kontrgerillası iç çelişkiler ve kadro yetersizlikleri nedeniyle aşırı ölçüde kırılganlaşmıştır. Türkiye faşizminin kurumsal merkezi zayıflamıştır. Erdoğan bu “zayıflığı” giderecek yegane alternatifin bireysel diktatörlüğü olduğunu ileri sürmektedir. Erdoğan bu krizden ancak tüm devlet cihazını (sömürge tipi faşizmi) düzene sokma yetkisinin kendisine verilmesiyle çıkılabileceğini ileri sürmektedir.
Sömürge tipi faşizmin krizi muazzam bir kötülük mekanizmasının krizidir. Bir tür “çöplük patlaması” gibi yaşanmaktadır. Akla gelebilecek her türlü pisliği, rezilliği, yıkımı, çürümeyi, edepsizliği, ahlaksızlığı üzerimize boca ederek ilerlemektedir. Sürecin bu rezilane ilerleyişinden doğan dehşetli endişe, durumu soğukkanlılıkla değerlendirmeyi güçleştirmektedir. Bu dehşet içinde sorunu Erdoğan sorununa odaklamak ilerici demokratik kesimler içerisinde genel bir eğilim haline gelmekte; referandumdan “hayır” sonucunu çıkararak Erdoğan’ın yükselişini durdurmak mutlaka başarılması gereken tek ve son çare gibi görünmektedir.
Bu yaklaşım yanlıştır. Referandumdan “Evet” sonucu çıkarsa Erdoğan bir “ebed müddet İslamcı neoliberal faşizm” kuramayacak, “Hayır” sonucu çıkarsa Erdoğan-MHP ittifakı iskambil kağıtlarından yapılmış bir ordu gibi dağılıverip devletin tepesinden düşmeyecektir. (Nedenlerini daha önceki yazılarımda kısaca belirtmiştim.)
CHP genel merkezi “bölünmeye hayır” tezine odaklanarak referandum siyasetini “devletin kurtarılması” amacına bağlamış görünüyor. Sömürge faşizmini kurtarmayı iş edinince de hali hazırda Erdoğan’ın yaptıklarını daha iyi yapmaktan başka bir iddiada bulunamıyor. CHP sözcüleri, “Fırat Kalkanı doğru ama fazla ileri gitmemek gerek”, “Kürt sorunu terörle mücadele sorunu ama terörü müzakere sürecinde tedbiri elden bırakan AKP iktidarı şiddetlendirdi” vb. tezlerle Erdoğan’a verilecek Başkanlık yetkilerinin Sömürge Tipi Faşizmi kurtarmaya yetmeyeceğini ileri sürmüş oluyorlar. Bu siyasetle CHP kurmayının “Hayır”a ikna etmeye çalıştığı halk değil, Genelkurmay, MİT ve EGM gibi görünüyor.
Erdoğan’ı “Başkanlık Referandumu”ndan eli boş döndürmeye çalışanlar, sömürge tipi faşizmin krizini çözmeyi vaadetmek değil faşizmsiz bir Türkiye’nin mümkün olduğunu ve Türkiye halkı için tek kurtuluşun da bu olduğunu göstermek zorundalar. Sömürge faşizminin onarımı Türkiye toplumundaki siyasi gericiliğin temel bileşenleri olan ırkçılığın ve yobazlığın en güçlü iki aktörü AKP ve MHP’ye bırakılmalıdır. AKP ve MHP’nin bu onarımı bihakken yapabilmesi olanaksızdır. Bu Türkiye demokrasi güçleri açısından olağanüstü bir tarihsel fırsattır. Demokrasi güçleri faşizmin onarılmasının imkansız, gereksiz ve yıkıcı olduğu tezini kararlılıkla savunmalıdır. AKP-MHP koalisyonuna karşı mücadelenin ekseni faşizmi yıkma mücadelesi olarak biçimlendirilmelidir. “Hayır” cephesi sokaklara hakim olmaya başladığında faşizmi yıkacak demokratik halk hareketinin birleştirici temeli de yakalanabilecektir: Tam eşitlik, tam laiklik, tam özgürlük, tam demokrasi ve tam barış!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.