Gerçeklerin bağır çağır ya da kulaktan kulağa; ama hep iyilikle ve hep birlikte yeniden insan iradesine dayanıp başka biçimlerde üreyerek ve güçlenerek “insanlığın yıldızının parladığı bir an”ı var etme mücadelesine tanıklık ediyoruz
Gerçeklerin bağır çağır ya da kulaktan kulağa, kadın ve erkek, yaşlı ve genç; fırsatı varsa sokak duvarında, koşullar uygun değilse tuvalet kapısında, nereden çıkacağı belli olmayan bir muziplikle, “dinlediğiniz için teşekkür eden” bir zerafetle ve ama hep iyilikle ve hep birlikte yeniden ve yeniden insan iradesine dayanıp başka biçimlerde üreyerek ve güçlenerek “insanlığın yıldızının parladığı bir an”ı var etme mücadelesine tanıklık ediyoruz
1 Ocak 1959 diktatör Batista’nın sonunun geldiğini anlayıp Küba’dan Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtığı ve aynı zamanda Küba Devrimi’nin ilan edildiği tarih. 6 Ocak 1959 ise Fidel önderliğinde silahlanan Küba halkının yıllarca süren diktatörlük karşıtı mücadelesinin nihayetinde Havana’da zaferi ilan ettikleri tarih. Batista Küba’daki siyasi varlığını 1933’ten 1959’a kadar resmi-gayrı resmi/asker-sivil siyasi olarak kesintili de olsa tam 22 yıl sürdürüyor. 26 Temmuz Moncado Kışlası isyanı ile başlayan, 6 Ocak’ta Havana’da sonlanan ve diktatörlüğe karşı zafer kazanan siyasi-askeri direnişin üzerine bizzat direnişin önderlerinin yazdığı çokça kitap ve makale var, dahası Küba devrimi güncelliğini koruyarak on yıllardır sosyalist siyasetin tartışma-düşünme konusu olageliyor.
Ben bu yazıda bu karanlık günlerde bana akıl veren; Aledia March’ın ve Che’nin kitaplarında yer verdiği bir kısacık anı ile sarılmak isterim Küba Devrimi’ne…
Che zafere günler kala Placetas’ta teslim olmuş bir kışlanın yakınlarında isyancı bir askere rastlar. Genç kana tere batmış, oldukça endişeli bir şekilde bir bankın üzerinde oturmaktadır. Che gence neden orada ve bu halde olduğunu sorar; genç, çatışma sırasında silahını kaybettiğini söyler. Bunun üzerine Che ona ayağa kalkıp yeniden direnmek için yeni bir sebebi olduğunu hatırlatır; yeni bir silah edinmek. Askeri bir talimat olmasının yanı sıra bir insanın tüm potansiyelinin onurlu bir dava için nasıl yeniden ve yeniden üreyebileceğini, bunun için gerekenin insanı hayvandan ayıran olgu olan irade olduğunu, tüm olumsuzluklara rağmen direnmek için örgütlenmiş bir yoldaşlığın gücünü tarihe bu kadar sıradan bir sahneyle not eden Che’den başkası olamazdı zaten.
Uzun, meşakkatli, ağır bedeller ödenen ve iyilerin birbirine sarılarak zafere yürüdüğü Küba Devrimi’nin yukarıdaki küçücük anı şimdi bizim ülkemizdeki hayatın tamamına dokunuyor aslında. Hakikatin duyulmasını bilinmesini engellemek için toplumun karşısına dikilen zorbalığın bir sürü hakkını gasp ettiği iyiler kent meydanı, kahvehane, amfi ve ofislerde hakikate sahip çıkmak için yeni bir silahı devreye sokuyor; insan sesi. Ve bu insan sesinin susturulduğu yerde, sesin kısıldığı yerde cümlenin kaldığı yerden yeniden elden ele, sesten sese…
Sınıflı toplumların tarihi buram buram yokluk, keder, öfke ve acı kokar. Bu bakımından bizim ülkemizde yaşananlar insanlık tarihine bir ilk olarak geçmeyecek, bu yaşananların örnekleri çokça maalesef. Burada değişiklik yaratacak, özel bir başlık oluşturma ihtimali olan bu haksız-hukuksuz zorbaca düzene karşı yaşadığımız anın aynı zamanda mesela Küba’da yaşandığı gibi ‘insanlığın yıldızının parladığı anlardan biri olup olamayacağı. Ve bizim bu parıltıda kaç lümenlik payımız olduğu da kişisel bir anlatı konusu olabilecek türden.
Gerçeklerin bağır çağır ya da kulaktan kulağa, kadın ve erkek, yaşlı ve genç; fırsatı varsa sokak duvarında, koşullar uygun değilse tuvalet kapısında, nereden çıkacağı belli olmayan bir muziplikle, “dinlediğiniz için teşekkür eden” bir zerafetle ve ama hep iyilikle ve hep birlikte yeniden ve yeniden insan iradesine dayanıp başka biçimlerde üreyerek ve güçlenerek “insanlığın yıldızının parladığı bir an”ı var etme mücadelesine tanıklık ediyoruz.
Fidel, Che, Camillio, Vilma, Celia, Raul ve onlarcası Küba halkının zorbalık düzenine karşı fısıltısını bağır çağır bir devrim şarkısına dönüştüren kadın ve erkekler şahsında Küba devrimine sarılır; Okmeydanı’nda tutuklanan torunun dedesi, bizim Hamit abimizin sesini elime alırım…
“Bundan sonra ne yapmayı planladığımızı tahmin edemezler. Bu yüzden asapları bozuluyor. Bizi içine tıktıkları sessizlik alanını aşamazlar. Onların tarafında, sınırları yalan ithamlarının uzak uğultusuyla çizilmiş bir alan bu, bizim tarafımızdaysa sessiz nihai planlarımızla” (J. Berger, A’dan X’e mektuplar)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.