Reis’ten daha tehlikelisi Reis’in enkazı – Ferda Koç

Erdoğan’ın durdurulması başarılmalı ve bu başarı Türkiye’nin siyasi-ekonomik-ahlaki-kültürel çöküşünü durduracak radikal bir siyasi çıkışın ilk büyük adımı haline getirilmelidir. Aksi takdirde “Reis Anayasası” durdurulur ama Reis’in yaratığı vahşet, yıkım ve çürümenin güçleri açık veya örtük olarak hükümlerini sürdürürler

AKP-MHP koalisyonu kurulduğu anda Reis Anayasası’na “oldu da bitti maşallah” gözüyle bakanlar yanılıyorlar. Reis Anayasası engellenebilir, yenilgiye uğratılabilir ve Reis Diktatörlüğü yıkılabilir.

Daha şimdiden Meclis Reis Anayasası’nı reddetmiştir. 338 Evet’den dokuzunun “Hayır”a kaymasından söz etmiyorum. (MHP milletvekillerinin demokrasi aşkına ve basiretine bel bağlamayı doğru bulmuyorum.) Reis Anayasası’nın görüşülmesi teklifi bizzat AKP’li milletvekillerinin geçersiz oylarıyla reddedilmiştir. “Gizli” bir oylamada kullanılan açık oylar geçersizdir. Yapılmakta olan görüşmeler geçerli olmayan bir gündemin görüşmeleridir ve yok hükmündedir. Tek başına bu hukuksal neden bile Reis Anayasası’nı “mutlak butlan”la[1] sakatlar.

Kaldı ki, kendi milletvekillerinin oyunu dahi ancak açık oylamayla alabilen Reis’in referanduma gidebilmeyi başarsa bile sayımı düzgün yapılan[2] bir referandumdan yüzde 51’le çıkabilmesi kolay değil.

Hileyle hurdayla yüzde 51’i alması halinde ise “Reis”liğini son derece kırılgan bir yasal ve kurumsal zemin üzerinde icraa edecek. Bu durumda ise Ortadoğu’nun (Türkiye’nin de içinde olduğu) tek partili “Milli Şef”lerinden olabilmesi hemen hemen imkânsız. Mümkün değil ama, demokratik halk direnişinin ezilmesi ve Türkiye demokrasi güçlerinin 12 Eylül sonrasında olduğu gibi “utanç verici bir yenilgi”yi kabullenmesi halinde dahi Reis’in uzun süre ayakta kalabilmesi olanaklı görünmüyor. Kontrgerilla rejiminin “başkomutanı” olmak için habire çatışma çıkaran ve girdiği çatışmaların her birinde batağa saplanan, yüzgeri eden Reis’in kontrgerilla sistemini yönetemeyeceği besbelli. Dolayısıyla demokratik halk muhalefetinin ezilmesi halinde 15 Temmuz çatışmasının benzerlerinin birbirini izlediği bir sürece gireceğimizi söylemek kehanet olmayacaktır.

Ancak bu noktada bir gerçeğin altını çizmek ve Reis Anayasası’na karşı mücadelenin strateji ve taktiğini bu gerçeğe göre belirlemek gerekir.

Atı alan Üsküdar’ı geçti. Artık Türkiye’nin şiddetten, kaostan ve ekonomik yıkımdan kurtulması için Reis Anayasası’nı durdurması, RTE’den kurtulması şart ama yeterli değil.

Diyelim ki Erdoğan’ın “Reis (ya da ala Turka III. Reich) Anayasası” referanduma götürülemedi veya referandumda reddedildi. Ardından AKP kendi içerisinde çatladı, Bahçeli devrildi, AKP-MHP koalisyonu çöktü ve Erdoğan “bir şekilde” düştü. Ertesi gün hayat bayram olmayacak.

Evet belki açık faşizmin “dinci führer” modeline geçilemediği için çok sevineceğiz; belki çocuklarımızı gece yarısı okula göndermekten kurtulduğumuz için derin bir “oh” çekeceğiz; belki el Bab batağında ölüme gönderilen çocuklarımızdan kurtarabildiklerimize sarılıp “buna da şükür” diyeceğiz ama “Erdoğan gittikten sonra gerisi kolay” olmayacak.

AKP/Reis faşizmi siyasi, ekonomik, ahlaki ve kültürel düzeyde muazzam yıkıcı bir toplam üretti. Reis Anayasası’nın başarısızlığa uğratılması Erdoğan’ın çöküşüne neden olabilir ama Türkiye ve Ortadoğu’nun siyasi-ekonomik-ahlaki-kültürel çöküş sürecini durdurmaz.

İçinde bulunduğumuz durumun en “umut kırıcı” ama en devrimci tarafı budur. Artık “devleti kurtarmayı” (devletçi), “düzeni korumayı” (sermayeci), “kimliklere saygıyı” (liberal) temel alan istikrar ve barış reçetelerinden hareketle bu çöküşü durdurabilecek bir siyasal-toplumsal güç üretebilmek mümkün görünmüyor.

Erdoğan’ın durdurulması başarılmalı ve bu başarı Türkiye’nin siyasi-ekonomik-ahlaki-kültürel çöküşünü durduracak radikal bir siyasi çıkışın ilk büyük adımı haline getirilmelidir. Aksi takdirde “Reis Anayasası” durdurulur ama Reis’in yaratığı vahşet, yıkım ve çürümenin güçleri açık veya örtük olarak hükümlerini sürdürürler.

Türkiye halkının Reis Anayasası’na karşı çıkan kesimlerinin ortak paydası sanıldığı gibi “Erdoğan düşmanlığı” ya da “Kemalist Cumhuriyet tutkusu” değildir. Halkı Reis Anayasası karşısında bir araya getiren can ve mal güvenliğinin ortadan kalkması, ırkçı-mezhepçi tek adam diktatörlüğü ve işsiz kalma/batma korkusudur. Bu insani dehşet halini siyasetin diline tercüme edersek: Türkiye’de demokratik muhalefetin kitlesel temelinin ortak paydalarının “Ortadoğu Bataklığı’nın Türkiye’yi yutması”, “Türkiye’nin Suriye’leşmesi”, “açık faşizm” ve “ekonomik iflas” korkusu olduğu sonucuna varırız.

Reis Anayasası’na karşı mücadeleyi sıradan insanın gündelik gerçekliğine karşılık veren bir demokratik siyaset dilini işte buradan türetmemiz gerekir. İçinde boğulmakta olduğumuz bataklığın kurutulmasında Türkiye’nin izlemesi gereken siyasetin omurgasında şu unsurların yer alması kaçınılmaz görünüyor:

  • Ortadoğu’da “yabancı savaşçıların” tamamının denetim altına alınmasını/tasfiyesini ve iç savaşların tüm “yerli” tarafları arasında siyasi uzlaşma sağlamayı stratejik amaç kabul eden bir genel ateşkes. [3]
  • Ortadoğu’daki etnik ve din savaşlarının Türkiye’ye yayılan sosyal ve siyasel temelinin tam olarak tasfiyesi. Tam laiklik, tam demokrasi, tam egemenlik.
  • “Reis güdümlü birikim”in tamamının kamulaştırılması ve buradan elde edilecek kaynaklarla ekonomik krize karşı etkili bir “halkçı mücadele planı”nın[4] yürürlüğe sokulması.

Reis Anayasası’nı durdurma mücadelesine girişenlerin Reis’in enkazının Türkiye’yi yutacak bir çöplüğe dönüşmesini engelleyecek böyle bir ilk adım programını şimdiden tartışmaya başlaması gerekir.

Dipnotlar:

[1] “Sanki hiç yapılmamış gibi” kabul edilmesi gereken hatalı işlem.

[2] YSK’ya hiç dokunulmamış olmasının sebebi (Ankara ve İstanbul belediyelerini AKP’ye teslim eden) Fethullah’ın oy hırsızlığı örgütünün olduğu gibi devralınmasıdır. Bu örgüt mutlaka etkisiz hale getirilmelidir.

[3] “Yabancı savaşçıların denetimi/tasfiyesi” Türkiye’den gönderilen TC yurttaşlarını, “iç savaşların yerli tarafları arasında siyasi uzlaşma” Kürtleri,  ateşkes Türkiye topraklarını da içermediği takdirde “tam, genel ve çözümleyici” olamaz.

[4] Eğitim ve sağlığın yeniden kamulaştırılması ve dinsellikten ve ticarilikten arındırılması böyle bir planın olmazsa olmazlarıdır.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur