Sermayenin derdi hak, hukuk, demokrasi değil tabii ki; Erdoğan’ın bugün ‘fiili’ olup referandumla anayasal güvence kazandırmak istediği yönetme biçiminin sermayeyi tehdit etmesi. AKP’deki çatlak sesler de kişisel tepkiler değil tabii ki; sermayenin hoşnutsuzluğunun yankısı
İktidar saflarında sular bulanıklaştı. Çatlak sesler, karşı çıkışlar birbirine karıştı. Sahi, neler oluyor?
Tayyip Erdoğan’ın “başkanlık” tartışmaları etrafında “diktatörlük rejimine anayasal güvence kazandırmak için savaş ve saldırı politikalarını tırmandırması”, özellikle darbe girişiminden sonra en genel tespitimiz oldu.
OHAL ilanını da, KHK’ler eliyle Meclis düzlemini askıya almasını da, Cemaat sermayesine, Kürt belediyelerine ve son olarak üniversitelere kayyum atamasını da, HDP ve Cumhuriyet operasyonlarını da, Suriye’de güdümlü cihatçılarla işgalciliğe soyunmasını da bu tespit çerçevesinde okumak olanaklıydı.
Sermaye de şaşırtıcı olmayan bir biçimde bu saldırı dalgasına sessiz kaldı.
Risk altındaki sermayenin çıkarı
Evet, kendi dilleriyle “risk unsurları” çoktu ama işin rengini değiştiren bu risk unsurlarının sermaye için açık tehdide dönüşmesi oldu.
Mülkünün ve kârının güvence altında olmadığı, uluslararası sermayeye bağımlılığın gözetilmediği, ekonomik kriz emareleri her geçen gün artarken kamu kaynaklarının dağıtımının tek kişiye bağlı hale geldiği ve tüm bu tablonun “fiili başkanlık” olarak nitelendirilmesi sermaye için tehditten başka ne olabilirdi.
Ve sermayenin hoşnutsuzluklarının AKP içinde karşılık bulmaması nasıl düşünülebilirdi.
Çatlak sesler korosu
Son 15 günde olanlara şöyle bir bakalım tekrar:
- 16 Kasım’daki 25. Kalite Kongresi’nde konuşan Abdullah Gül, AB ile yaşanan gerilimi sağlıklı bulmadığını söyleyip yüksek sesli eleştiriler yaparken, TÜSİAD Genel Başkan Yardımcısı Sedat Şükrü Ünlütürk yol ayrımında olduklarını belirtip “Türkiye için yeni normal, kavga ve kaos mu, yoksa hukukun üstünlüğü ve demokratik değerler mi olacak” diye sordu.
- Erdoğan, Gül’ün kendisini göstermesinin akabinde, 20 Kasım’da “Bu alçaklara toz kondurmayan, onların kötü niyetlerinin olmadığından bahseden arkadaşlarımız vardı” diyerek “İçerdeki FETÖ’cüler” tartışmasını yeniden açtı.
- Saray’ın sesi Star gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, 23 Kasım’da Erdoğan’a “Siz AK Parti’deki FETÖ’cülerle gerçekten mücadele etmek istiyorsanız etrafınıza bakın. Çünkü o ‘arkadaşlar’ çok uzağa gitmiş olamaz” diyerek tartışmayı pekiştirdi.
- Erdoğan, 25 Kasım’da faiz politikaları üzerinden Merkez Bankası’nı hedef aldı, “Bana bak, daha ileri giderseniz bu kapı açılır” diye seslenerek mülteciler üzerinden Avrupa Parlamentosu’nu tehdit etti.
- Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Erdoğan’ın sözlerinden saatler sonra Meclis Sanayi Komisyonu’nda, “Ekonomi Bakanı olarak OHAL’i istemiyorum kardeşim” diye çıkıştı, Merkez Bankası’nı güzelledi.
- Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da aynı dakikalarda Londra’da, Avrupalı sermaye temsilcilerini Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmadığını iknaya uğraştı, “Terör örgütleriyle mücadelemizde Batılı kurumların desteğine ihtiyacımız var” diye yardım istedi.
- Yine 25 Kasım’da bir çıkış da Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’ten geldi. Çıkışı için Yeni Şafak yazarı Merve Şebnem Oruç’un AB’yi eleştiren yazısını seçen Şimşek, “AB çökmüyor! Tam aksine büyük bir başarı hikayesi. Yaklaşık 510 milyon insan huzur ve refah içinde yaşıyor” tweeti attı.
- Erdoğan, 26 Kasım’daki konuşmasında OHAL ile ilgili Avrupa’ya hitap etti ama lafın ucu Zeybekci’yeydi: “Belki 3 ay daha, belki bir 3 ay daha uzatılacak. Size ne?”
- Star gazetesi yazarı Ersoy Dede, 27 Kasım’daki yazısında Mehmet Şimşek’e “Nasıl bir başarı hikayesinden söz ediyoruz? Madem ‘510 milyon refah içinde yaşıyor’ söyleyin de paramızı versinler” diye seslendi.
- Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ise aynı günkü yazısında AKP seçmeninin yarıdan fazlasının ekonomik gerekçelerle oy verdiğini hatırlatıp “Ekonomi sarsılırsa ülke siyasi ve sosyal kaosun eşiğine gelir” uyarısında bulundu.
- 27 Kasım’da önemli bir çıkış da AKP’nin eski hükümetlerinde önemli görevler üstlenmiş, bugün ise sade bir AKP Milletvekili haline gelivermiş Mehmet Ali Şahin’den geldi. Şahin, “Gerçekten demokratik bir ülkede” HDP’li vekillerin tutuklanmayacağını söyledi, Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Haberal kararını örnek göstererek tahliye gerekliliğine dikkat çekti.
- Aynı gün AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Ateş, partisinin Bodrum’daki bir toplantısında “Bizi yıkarsa içimizdeki fitneciler yıkar, onlara fırsat vermeyin arkadaşlar” sözlerini sarf etti.
- Geleneksel sermayenin sözcüsü Hürriyet gazetesi 28 Kasım’da Başbakan Binali Yıldırım ve yardımcısı Tuğrul Türkeş’in özel demeçlerini manşetine taşıyarak çıktı. Yıldırım “Referandum olması halinde kimseye ‘OHAL altında seçime gidildi’ deme fırsatı vermeyiz. Referandum öncesi OHAL kaldırılır diye düşünüyorum” derken; Türkeş idam cezasının faydadan çok zarar getireceğini söyledi, bu atmosferde yapılacak bir referandumun tehlikesine dikkat çekti: “Yüzde 49,5 seçimde kazandırır ama referandumda kaybettirir. Referandumu kaybetmek, cumhurbaşkanının meşruluğunu tartışmaya açar.”
- Çatlak seslerin çoğalmasının ardından Akit TV operasyonel bir habere imza attı. 30 Kasım tarihli ve “kulis” kaynaklı haberde Abdullah Gül’ün Ahmet Davutoğlu, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Beşir Atalay, Ali Babacan, Mehmet Şimşek ve Mehmet Ali Şahin’i yanına çekerek yeni bir parti kuracağı, bunun için Ürdün’de bazı İngiliz politikacılarla buluştuğu ileri sürüldü. Haberde Binali Yıldırım’ın partinin tüm enerjisini referanduma harcaması gerektiğini savunduğu, bunun aksine Erdoğan ve çevresinin ise “Parti içindeki FETÖ’cüler”e yönelik bir operasyon istediği belirtildi.
- Akit TV’nin haberi Gül’ü Twitter’dan açıklama yapmak zorunda bıraktı. Gül’ün resmi mesajlarının yayımlandığı hesaptan, “Amman Güvenlik Konferansı’nda bir konuşma yapan Sayın Gül, Ürdün’de Kral Abdullah başta olmak üzere sadece Ürdünlü yetkililerle görüşmüştür. Asılsız, yalan ve fitne odaklı bu haberin amacının ne olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz” denildi.
- TÜSİAD’ın 1 Aralık’taki Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Yönetim Kurulu Başkanı Cansen Başaran-Symes’in ağzından son aylardaki en yüksek sesli eleştirisini yaptı. Binali Yıldırım’ın önünde konuşan Symes, “ticari hayatın kötü etkilendiğini” belirterek sermayenin taleplerini birer birer sıraladı: OHAL kaldırılsın, KHK ile yönetime son verilsin; özgürlük ve mülkiyet güvenceleri korunsun; hukukun üstünlüğü, erkler arası güç dengesi, yargı bireysel hakları korusun, yargılamalar insan onuruna uygun yapılsın; idam cezası tartışmaları sonlansın, AB’ye yönelik eleştiriler yumuşatılsın; laiklik hedef alınmaktan vazgeçilsin; terör ile Kürt meselesi ayrıştırılsın, güvenlik önlemleri toplumsal güveni zedelemesin; toplumsal mutabakat zemini oluşturulsun, birleştirici söylemler hayata geçirilsin.
“İçerideki FETÖ’cüler”, AB ile ilişkiler, OHAL’in süresi, Merkez Bankası’nın faiz politikası, HDP’lilerin tutukluluğu… Konular çeşitli, sermayenin genel çıkarı düşünüldüğünde kısmen de suni. Ancak “içeriden” yükselen her çatlak ses, sermayenin rahatsızlığının birer yankısı.
Tuğrul Türkeş’in dikkat çektiği nokta ise çatlakların büyümesi halinde bir adım ilerisinde yaşanacak olan:
Bu gidişat Erdoğan’ı –egemenler için de– gayrimeşrulaştırır!