Saray iktidarı çareyi kara parayı ülkeye davet etmekte buldu. Fakat o kara para işleri, tam da bu günlerde Reza Zarrab üzerinden kendi defterinin giderek dürülmesine yol açıyordu
Erdoğan’ın AB/ABD’ye çıkışlarını sınırlaması da, faiz politikası da, dolar bozdurma kampanyası da işe yaramadı. Saray iktidarı çareyi kara parayı ülkeye davet etmekte buldu. Fakat o kara para işleri, tam da bu günlerde Reza Zarrab üzerinden kendi defterinin giderek dürülmesine yol açıyordu
ABD’nin yeni başkanı Donald Trump koltuğu henüz devralmadı ancak yeni ekonomi planı uluslararası piyasalarda, doğalında Türkiye piyasasında, Saray saflarında ve nihai olarak hanemizde, cebimizde etkisini göstermeye başladı bile.
Özetlersek; Trump, ekonomik büyümeyi iki katına çıkarmak için altyapı yatırımlarına ağırlık veren bir mali genişleme programını önüne koydu. “Sermayeye davet” anlamına gelen bu program için ABD Merkez Bankası FED’in ocak ayında faiz artımına gitmesi bekleniyor. FED’in faiz artırımı ise, Türkiye gibi bağımlı ekonomilerde sermayeyi tutmak için faiz artırımına gidilmesi, kredi maliyetlerinin yükselmesi, döviz kurunun fırlaması, artan dolar borçlarının çevrilememesi, ekonomik daralmanın yaşanması, kapılara vurulan kilitler ve doğrudan emekçileri etkileyecek daha pek çok sonucu beraberinde getiriyor.
Yani, kapitalizmin 2008’de başlayan ve bitecek gibi de görünmeyen küresel krizinde çarpılma sırası, ABD ve Avrupa’nın ardından bu 7-8 yıllık ara dönemin “yükselen” ama yeni sömürge ekonomilerine geliyor.
Ne var ki “kriz tellallığı”nın tek sebebi bu dışa bağımlılık değil. “Sermaye rahatsız, AKP karışık: Kaynayan kazan kapak tutmaz” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz üzere; Erdoğan’ın referandumla anayasal kalkan kazandırmak istediği yönetme biçiminin sermayenin mülk, kâr ve çıkarlarını tehdit eder hale gelmesi de sermaye kaçışını ve onun güncel sonuçlarını hızlandırıyor.
Çelişkileri, adımlarını boşa düşürdü
Diktatörlüğe anayasal güvence kazandırma amacından vazgeçemeyecek durumda olan Saray iktidarı, sermaye kaçışını azaltmak için kolları sıvadı.
İlk iş, Tayyip Erdoğan’ın AB ile ABD’yi doğrudan hedef alan açıklamalarını sınırlaması ve hükümet kadrolarının bu çıkışları dengeleme çabası oldu; ancak bu çabalar başkanlık yolunun taşlarının savaş-saldırı-gerilim siyasetinden beslenmesi gerektiği gerçeğiyle/çelişkisiyle karşı karşıya kaldı.
İkinci hamle, sermayeyi tutmak için başvurulan en ezber yöntem olan “faiz artırma politikası”ydı; ancak bu ezber de kendi çelişkisiyle karşı karşıya kaldı. Zira hem orta ölçekli sermaye ucuz krediye ihtiyaç duyuyordu hem de büyük sermayenin yatırım alanları, örneğin inşaat, alımgücüyle doğrudan bağlantılıydı. Vatandaş da orta-küçük ölçekli sermaye de bu yüksek faizde borçlanamaz, kredi çekemezdi. Erdoğan’ın “Eyy faiz lobisi” diye nutuk çekmesi bu çelişkiyi gözetmek zorunda olmasındandı.
Üçüncü adım, Erdoğan’ın çağrısıyla başlayan “dolar bozdurma” kampanyasıydı; ancak bu kampanyanın çelişkisi de bir hafta içinde kendisini gösterdi. Vatandaş bırakalım dolarını liraya dönüştürmeyi, “kısa günün kârı” diyerek doların kısa süreli düşüşünü fırsata çevirmeye çabaladı. Çağrıya kulak veren kamusal/yarı-kamusal/özel kuruluşlar içinde en kayda değerlerinden Borsa İstanbul’un “Tüm nakdi varlığımızı liraya çeviriyoruz” narasının sadece 60-70 milyon dolardan ibaret olduğu anlaşıldı.
AKP içeriye dönük hamlelerini bir bir tüketirken haliyle dolar düşmedi, aksine 3,50 sularında sabitlendi.
Çare kara parada!
TÜİK’in hesaplama yöntemini değiştirmesinden sonra yayımlanan 2016 yılı üçüncü çeyrek verilerine göre, bir gecede 2015 yılı milli hasıla 719 milyar dolardan 861 milyar dolara, kişi başına düşen milli gelir de 9 bin 130 dolardan 11 bin 14 dolara yükseldi. Yani bir gecede milli hasılamız 142 milyar dolar arttı, her birimiz 2 bin dolar zenginleştik. Trajikomikliği bir yana, bu 142 milyar dolar nereden çıktı?
6 Aralık’ta Varlık Barışı düzenlemesiyle ilgili Bloomberg HT’ye konuşan Maliye Bakanı Naci Ağbal, “Yurtdışından varlığını Türkiye’ye getiren vatandaşlar için hiçbir soruşturma, araştırma olmayacak” dedi. Binali Yıldırım ise 8 Aralık günü bunun basit bir çağrıdan öte, Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun kararı olduğunu ilan etti:
Bazı ülkeler üstüne yatmak için her türlü numarayı çekiyorlar. Vatandaşlarımız gelsin buraya emin ellerden memleketine [manidar bir dil sürçmesi] parayı, vergi mergi de yok. Getirsin buraya yatırsınlar. Bu sadece bir çağrıdır. Zorlayacak bir şey yok.
Erdoğan’ın ekonomi başdanışmanı Cemil Ertem ise yine 8 Aralık günü NTV canlı yayınında çağrının ete kemiğe bürünmeye başladığının sinyalini verdi, kesin bir dil kullanarak “2017 itibariyle Körfez başta olmak üzere ciddi sermaye girişi olacak” dedi.
Yukarıdaki sorunun yanıtı da, Ağbal-Yıldırım-Ertem üçlüsünün açıklamalarının anlamı da, AKP’nin önümüzdeki dönem yöneliminin özeti de aynı: Ekonomiyi kayıtdışılaştırma ve ülkeyi kara para cennetine dönüştürme!
Kara paranın sonuçları ise malum: İşsizlik, yoksulluk gibi temel sorunlara çözüm üretmeyerek ekonomiye ancak geçici para girdisi sağlamak; uyuşturucu, silah, altın, para vb. ticaretini yoğunlaştırma; illegal yollarla getirilen sermayeye yatırım alanı açma; devleti ve toplumu adım adım mafyalaştırma!
*
Ve Zarrab dosyası kabarır
Kara para demişken…
Kara para aklamak ve banka sahtekarlığı yoluyla İran’a yönelik ambargoyu delmek ve uluslararası terörün finansmanına katkı sunmak suçlamasıyla ABD’de tutuklu yargılanan Reza Zarrab hakkındaki dava sürüyor.
Kefaletle tahliye, davanın düşürülmesi ve reddi hakim talepleri birer birer reddedilen Reza Zarrab’ın dosyasına son bir ayda; önce ağabeyi Muhammed Zarrab ve ortaklarının aynı suçlamayla karşı karşıya olduğu dosya, ardından son iki yıldaki tüm e-postalarının FBI ve Savcı Preet Bharara tarafından izlendiğini gösteren yazışmalar ve son olarak 6 bankaya verdiği zararın dökümü dahil edildi.
Dosyanın kabarmasının yanı sıra iki önemli gelişme daha yaşandı. İlki, yeni ABD Başkanı Donald Trump, Savcı Bharara ile görüşerek onunla çalışmaya devam etmek istediğini söyledi. İkincisi, İran’da, Zarrab’ın ortağı Babek Zencani hakkındaki idam kararı onaylandı.
Ne Zarrab basitçe bir “tutuklu” ne de Zarrab davası; basit bir kara para ya da ambargo delme yargılaması. ABD, Zarrab’ı rehin tutarak onun Türkiye’de iktidardaki suç ortaklarına parmak sallayabilme kozu elde etmiş oluyor. Dosya kabardıkça “ayar verme” olanağı artıyor.
“Yargılanan Zarrab mı, yoksa sayın cumhurbaşkanımız mı, yoksa Emine Erdoğan mı?” diye veryansın eden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise Washington yollarını daha çok aşındıracak gibi duruyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.