Castro ve yoldaşları, Moncada Kışlası’nı basarak diktatörlüğe son vermek için harekete geçtiğinde Küba solunun büyük kısmı bunu “Darbeci, maceracı ve umutsuz bir eylem” olarak mahkum edecekti
Fidel Castro ve yoldaşları 26 Temmuz 1953’te Moncada Kışlası’nı basarak diktatörlüğe son vermek için harekete geçtiğinde Küba solunun büyük kısmı bunu ‘Darbeci, maceracı ve umutsuz bir eylem’ olarak mahkum edecekti
Marx, 19. yüzyıl Avrupa’sında ortaya çıkan proleter mücadeleler dalgasının sürekliliğini, bir “köstebek” benzetmesiyle kavramaya çalışmıştı. Marx’ın köstebeği, açık sınıf çatışmalarında toprağın üstüne çıkıyor ve sonra tekrar yeraltına çekiliyordu; ama orada kış uykusuna yatmıyor, tüneller kazıyor, zamanla bağını koparmıyor ve günü geldiğinde tarihi zorluyor ve tekrar yeryüzüne çıkıyordu. Toplumda alttan alta işleyen çelişkilerin birikmesi ve bu çelişkilerin yarattığı yapısal boşluklarda isyancı ve devrimci iradenin filizlenmesi, köstebeğin yeraltında yolculuğunun hikayesidir.
İsyanların ve devrimlerin birdenbire ortaya çıkmadığına ve bunların arka planında alttan alta işleyen birikim süreçleri olduğuna ilişkin bu benzetme bir yanıyla doğru. Ancak tarihte bir de köstebeğin yolculuğunu hızlandıranlar, hatta köstebeği bekleyemeyen sabırsızlar da vardır. Fidel Castro bunlardan biri.
1952 yılında Fulgencio Batista, doğrudan ABD’nin desteğiyle Florida’dan Küba’ya dönerek darbeyle iktidarı ele geçirdi. Fidel Castro ve yoldaşları 26 Temmuz 1953’te Moncada Kışlası’nı basarak bu diktatörlüğe son vermek için harekete geçtiğinde ise Küba solunun büyük kısmı bunu “Darbeci, maceracı ve umutsuz bir eylem” olarak mahkum edecekti. Castro, baskının başarısız olmasının ardından çıkarıldığı mahkemede o meşhur “Siz bana burada ne ceza verirseniz verin, tarih beni haklı çıkaracaktır” sözlerini söyleyecekti. Çok değil, altı yıl sonra, 1 Ocak 1959’da, Fidel Castro ve yoldaşları başkent Havana’ya şenlikli biçimde girecek ve Batista diktatörlüğüyle birlikte Küba’dan eşitsizlik, sömürü ve emperyalizmi süpürmüş olacaktı.
Küba Devrimi, özellikle Latin Amerika’daki devrimci hareketler açısından büyük bir kırılma yarattı; aslında, son zamanlarda daha sık kullanılmaya başlayan bir tabirle “paradigmayı değiştirdi.” Latin Amerika’da Küba Devrimi’ni takip eden otuz yıl boyunca devrimciler, köstebeğin işçiliğine saygı duymakla birlikte saatlerini köstebeğin yeryüzüne çıkışına ayarlamadılar, yer üstünde yarattıkları şenlikli direnişlerinin gürültüsüyle köstebeği kendi seslerine çağırdılar.
Tarihsel bir kişilik olarak Fidel Castro’yu ayırt edici kılan kritik özellik, “devrimci iddia”ydı. Devrimden bugüne kadar geçen elli altı yıl boyunca, Castro, dünyanın hali ne olursa olsun sürekli mevcut durumu okudu, analiz etti ve hiç yorulmaksızın müdahale etti. Devrimin sadece bir “yapma” değil, büyük ölçüde “inşa ve icat etme” süreci olduğu kavrayışıyla, Fidel Castro, Afrika’daki ulusal kurtuluş mücadelelerini fiilen desteklemekten, Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada Küba’nın varlığını sürdürmesi için yapılan yenilemelere kadar sayısız inşaata ve icada kalkıştı.
Bu devrimci iddia, Fidel Castro’nun bugün hala dünyada ne olup bitiyorsa üzerine söz söylemesinin temel motivasyonudur. Bu devrimci iddia, Küba’nın bunca yıldan bu yana kendisine yapılan bütün saldırıları boşa çıkarmasının, dünyadaki bütün ilerici mücadelelerin bir yerinde adının anılmasının ve eşitlik, özgürlük ve adalet tesis etmenin sürekli yeni yollarını icat etmek adına canhıraş çaba göstermesinin altında yatan şeydir.
Küba Devrimi Fidel Castro’nun değil, Fidel Castro Küba Devrimi’nin çocuğudur. Halkın kolektif taleplerini bir siyasal iktidar ve sürekli yeniden inşa stratejisi çerçevesine yerleştirmekle birlikte, halkçı değil, halktan olandır. Elli yıldan fazladır sayısız suikast girişimine rağmen hala sokakta elini kolunu sallayarak dolaşabilmesi de bundandır.
Fidel Castro, esas devrimin, siyasi iktidarı ele geçirmekten fazlası, insanların özgür ve eşit bir geleceği kendi elleriyle ve sürekli biçimde kurmak adına mücadele etmesi olduğunun açık örneğidir. İktidar denen o el yakan olgudan kaçmamakla birlikte iktidarı iktidarsız kılmanın yollarını aramanın yakışıklı failidir.
Nihayet, Fidel Castro’nun yakın zamanda geçirdiği ciddi hastalık sonrasında uluslararası medyanın ellerini ovuşturarak Küba sokaklarında sorduğu “Fidel ölürse ne olacak?” sorusuna bir Kübalının verdiği cevap yeterlidir: “Fidel ölürse mi? Fidel de bir fani ve hepimiz gibi bir zaman geldiğinde ölecek. Bu devrimi hep birlikte yaptık. Zaten hepimiz Fidel’iz.”
* Bu yazı ilk olarak 26 Temmuz 2015 tarihinde yayımlanmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.