29 Ekim’de, iktidar partisi tarafından bir yıkıntıya dönüştürülen Cumhuriyet’i kutlamak için yola koyulan CHP’li gençlerin Atatürk, İnönü ve Ecevit posterlerinin yanında Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan posterleri taşımasının bir anlamı var. Artık cumhuriyet için mücadele bile devrimciliğin sembolleri olmadan bir inandırıcılık taşımıyor. Mahir Çayan faşizme karşı direnişin ve devrimci mücadelenin sembolüdür
29 Ekim’de, iktidar partisi tarafından bir yıkıntıya dönüştürülen Cumhuriyet’i kutlamak için yola koyulan CHP’li gençlerin Atatürk, İnönü ve Ecevit posterlerinin yanında Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan posterleri taşımasının bir anlamı var. Artık cumhuriyet için mücadele bile devrimciliğin sembolleri olmadan bir inandırıcılık taşımıyor. Mahir Çayan elbette bir Cumhuriyet sembolü değil, faşizme karşı direnişin ve devrimci mücadelenin sembolüdür. Ancak o gün meydanlara taşınması hiç de isabetsiz değildir
29 Ekim 2016 günü, Cumhuriyet’in kuruluşunun 93. yıldönümünde, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından yapılan “devrim” çağrısı, akşam saatlerinde Saray tarafından karşıdevrim KHK’ları ile yanıtlandı.
Binlerce muhalif daha kamudan tasfiye edilecek, rektörleri Tayyip Erdoğan tek başına seçecek, basın özgürlüğünün son kırıntıları tasfiye edilecek, dev bir hapishaneye dönüştürülen ülkede avukatlar savunma yapamayacak, KHK’lar çıkacak ama onu geri çevirecek bir mahkeme kararı olmayacak…
Henüz parlamento bütünüyle kapanmasa da içi boşaltılıyor, muhalif örgütlenmeler bütünüyle yasaklanmasa da varlığı-yokluğu tartışılır hale geliyor; gerçek durumun adını koymak için Erdoğan’ın menzile varmasını beklemenin aymazlık olacağı da ortada.
Erdoğan gaza basmak zorunda
Erdoğan’ı içerde baskı ve şiddeti tırmandırmak için gaza basmaya iten nedenler var. Uluslararası alanda yaşadığı izolasyonu Rusya’yla arayı düzeltip Suriye ve Irak’ta denkleme dahil olarak aşmaya çalışan ve böylece Rojava’da ortaya çıkan Kürt siyasal statüsünü de engellemeyi amaçlayan Erdoğan, kısa süreliğine yakaladığı hareket aralığını kaybetmiş ve bir kez daha duvara çarpmış görünüyor.
Irak’ta Türkiye’ye operasyonlara dahil olma izni verilmedi. Erdoğan’ın çok güvendiği Barzani dahil olmak üzere Iraklı Kürt güçler, Türkiye’ye açık ve sert bir itirazda bulunan Bağdat’ın kararlarına bağlı kalırken yer yer sahada PKK ile poz veriyor.
Suriye’de sınır bölgelerindeki IŞİD varlığına karşı askeri operasyon düzenlenmesine verilen iznin sonuna gelindi. TSK’nın cihatçılarla birlikte yürüttüğü Fırat Kalkanı operasyonunda YPG’nin vurulması ve Şam tarafından tarif edilen sınırların ihlal edilmesi üzerine, Türkiye’ye “artık dur” dendi ve Rus füzeleri Suriye sınırından içeri girecek Türk savaş uçaklarını vuracak şekilde yeniden aktifleştirildi. AKP destekli cihatçılar havadan vuruldu. Şimdi Rus ve Suriye hava desteğini alan YPG, Suriye ordusu ile eşgüdüm içinde Bab’a doğru ilerliyor ve Suriye’deki Kürt kantonlarını birleştirmeye adım adım yaklaşıyor.
Çürümüş bir diktatör ne yapmalı?
Sadece Irak ve Suriye’de yaşanan gelişmeler mi? AKP, ABD’de yürütülmekte olan Rıza Sarraf davasının asıl hedefinin Tayyip Erdoğan ve Emine Erdoğan olduğunda ısrarcı. Güya Fethullah Gülen’in iadesini istemek için ABD’ye giden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, oradaki mesaisinin önemli bir bölümünü Rıza Sarraf davasına ayırdığı ortaya çıktı. Rıza Sarraf ilk tutuklandığında pek de oralı değilmiş gibi görünen Erdoğan ve AKP, son birkaç aydır bir panik havası içinde.
Birleşmiş Milletler’den, Avrupa Parlamentosu’ndan peş peşe uyarılar geliyor; en sıkı dost Merkel’in yönettiği Almanya’da dahi Erdoğan’a yönelik eleştirilerin dozu yükseliyor. Erdoğan artık çürümüş, gayrimeşruluğu ayyuka çıkmış bir Ortadoğu diktatörü olarak algılanıyor.
O da tüm bu yalıtılmışlığın karşısında iktidarını koruyabilmesinin yolunun, devlet içindeki ittifaklarını ve kitle tabanını muhafaza etmekten ve buna dayanarak iktidar tekelini pekiştirmekten geçtiğini biliyor.
Kürtlere karşı savaş, Erdoğan tarafından hem ulusalcı-milliyetçi güçlerle kurduğu devlet içi ittifakın harcı hem de muhalefeti parçalayıp etkisizleştirmenin aracı olarak tırmandırılıyor. Bu savaşın Suriye ve Irak cephelerinde tökezleyince de içerideki şiddeti artırıyor. Sadece Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’nın gözaltına alınması, Kürt medyasının neredeyse bütünüyle kapatılması değil, CHP’yi de kapsayacak şekilde bütün sol muhalefetin “Kürt çuvalı” içine sokularak kamudan tasfiyeye ve baskıya tabi tutulması söz konusu.
CHP sıkıştırıldığı yerde vuruluyor
29 Ekim KHK’larıyla KESK üyesi kamu emekçilerinin ihraç edildiği, solcu akademisyenlerin üniversitelerden atıldığı duyurulurken CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’ın, CHP’yi “HDP’ye karşı tavır almamak” ile suçlayan bir tetikçi tarafından ayağından vurulması pek de tesadüf gibi durmuyor. Alkollü olduğunu söyleyen tetikçinin seçtiği hedef ve kullandığı sözler ancak kusursuz bir Saray operasyonunun ürünü olabilir.
CHP, “Aman bize PKK destekçisi demesinler” mantığıyla sıkıştırıldığı köşede vuruluyor. Bülent Tezcan, HDP ile yan yana görünmemek için AKP’nin dokunulmazlıkları kaldırma önerisine “korkunç ama evet” diyen isim olmasına rağmen, “HDP’ye neden tavır almıyorsunuz” diye bağıran bir tetikçiye vurduruluyor. “Devlet adamı” sorumluluğuyla ve “Bize Kürtçü demesinler” ürkekliğiyle yapılan siyasetin sola ya da ülkeye bir hayrı olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu partisi CHP’ye de bir hayrının olmadığı ortada. Yenikapı’ya gidip en zayıf düştüğü anda Erdoğan’a büyük şef pozu verdirmek, Kaçak Saray’a gidip gayri meşru başkanlık sarayını meşrulaştırmak, savaş tezkerelerine onay vermek gibi başka “devlet adamlığı” örnekleri de hatırlatılabilir. Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP bu siyasetle kendi kendini AKP’nin namlusunun ucuna denk gelecek bir köşeye sıkıştırmış oluyor.
29 Ekim yürüyüşündeki Mahir
İşte tüm bu nedenlerle, Ankara’daki 29 Ekim yürüyüşünde, iktidar partisi tarafından bir yıkıntıya dönüştürülen Cumhuriyet’i kutlamak için yola koyulan CHP’li gençlerin Atatürk, İnönü ve Ecevit posterlerinin yanında Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan posterleri taşımasının bir anlamı var.
Ankara Garı önünden geçerken 10 Ekim Katliamı’nda yitirilenleri anmak için “Sur, Suruç, Ankara; katilleri Saray’da!” diye slogan atmalarının bir anlamı var.
Cumhuriyet deyince (eksiğiyle, fazlasıyla) akla gelen eşitlik, laiklik ve demokrasi; artık devleti savunarak korunacak şeyler değil, aksine mevcut devletin sahiplerini alaşağı ederek ulaşılabilecek şeyler olarak görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde artık cumhuriyet için mücadele bile devrimciliğin sembolleri olmadan bir inandırıcılık taşımıyor.
“Devlet adamı” sorumluluğuyla yapılan siyasetin, “Aman bize Kürtçü, Alevici, laikçi demesinler” ürkekliğiyle yapılan siyasetin ise en “devlet adamı” CHP’lilere dahi bir hayrı yok.
Faşizme karşı…
29 Ekim yürüyüşünde posteri taşınan Mahir Çayan elbette bir Cumhuriyet sembolü değil, faşizme karşı direnişin ve devrimci mücadelenin sembolüdür. Ancak o gün meydanlara taşınması hiç de isabetsiz değildir. Gün Cumhuriyetçiler için de, Kürtler için de, sosyalistler için de faşizme karşı mücadele günüdür.
Hapisteki belediye başkanları, kapatılan medya organları, ayağından vurulan ana muhalefet partisi, manidar bir zamanlamayla ilan edilen faşist kanunlar, başkentin yollarına kurulan iktidar barikatlarıyla 29 Ekim günü tanık olduklarımız, ülke siyasetinde düzlemin bir kez daha değiştiğine işaret ediyor. AKP artık gizlisi saklısı kalmadan bütün demokrasi güçlerine savaş ilan ediyor.
AKP bir varlık-yokluk savaşı verdiğinin ciddiyetiyle saldırıyor; demokrasi güçleri de aynı ciddiyetle direnmeli. Cumhuriyet bir halk idaresi ise Türkiye’de bugün direnişten başka cumhuriyet yok.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.