Erdoğan’ın “milli mutabakat” görüntüsüyle güç toplaması, tarikat kadroları ve gerici-faşist çeteler, had safhadaki motivasyon… Tüm bu manzara, iktidarının kırılganlıklarını örtmeye yetmiyor
Yenikapı Mitingi, Erdoğan’a sivil darbe sürecini ilerletmek üzere güç kazandırdı. Tarikat kadroları ve gerici-faşist-paramiliter çetelerin alandaki ağırlığı azımsanmayacak ölçüdeydi. En geniş AKP tabanındaki motivasyon had safhadaydı. Ancak Erdoğan için olumlu gibi görünen tüm bu manzara, iktidarının kırılganlıklarını örtmeye yetmiyor. Gerçek bir eşitlik, laiklik, demokrasi ve barış mücadelesi güncelliğini korurken, Erdoğan’ın sokak gücü yaratmaya yönelik gayreti, faşizme karşı mücadelenin gerekliliğini işaret ediyor
İstanbul’un doldurma meydanı Yenikapı tarihi bir doldurma mitinge tanıklık etti. Baştan söylemek gerekir ki miting; “tarihi” ve “doldurma” sıfatlarını sadece Türkiye tarihindeki muhtemelen en kitlesel miting olmasından değil; politik niteliği bakımından da hak etti.
Diktatörlük yolunda yarattığı puslu atmosfer ile iktidarının zafiyetlerini örtmeyi becerebilen Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişimiyle ortalığa saçılan devlet iktidarının krizine, sivil darbe sürecinin ise meşrulaştırıldığı bir “mutabakat” taktiği ile müdahale etmişti. HDP’nin dışlandığı, CHP’nin ise devletin kuruluş ilkelerine dönme ekseninde iktidarı yönlendirmeye çalıştığı mutabakat, Yenikapı’da taçlandı.
Televizyonlar bu mutabakat orta oyununun son perdesini sabah saatlerinden “Demokrasinin Yeni Kapısı” diyerek sunmaya başladı. O dakikalarda Yeni Akit tarafından hedef gösterilen Sendika.Org muhabirleri olarak “Şu ‘Demokrasinin Yeni Kapısı’ndan bir de biz geçelim, belki payımıza biraz demokrasi düşer” diyerek yola koyulduk.
Kitleyle ilk karşılaşma: CHP’lilerin varlığına olanak yok
Metroya binip Yenikapı istikametine doğru yol almamızla birlikte mitingde neler yapabileceğimiz üzerine düşünmeye başladık. Toplumsal muhalefetin bir mitingine gidiyor olsak; alanda nasıl konumlanacağımızı tartışır, deklanşöre basarken nelere dikkat edeceğimizi konuşur, video-röportaj sorularımızı belirlerdik. Oysa öyle olmadı. Darbe girişimine karşı “sırf demokrasi için” silahına sarılan cihatçı çeteler, “demokrasi şölenleri”nden çıkıp Kürt-Alevi mahallelerinde provokasyonlara girişen gerici-faşist güruhlar, “Bizim işimiz sadece namaz kıldırmak değil” diyen Diyanet İşleri Başkanı ve daha nicesi karşılaşabileceklerimiz üzerine bize fikir veriyordu. O nedenle dikkatli olalım, birbirimizden ayrılmayalım gibi uyarılarla yetindik.
Metro istasyonları darbe girişimi sırasında katledilenlerin fotoğraflarıyla donatılmıştı. Yenikapı durağında ayrıca darbe girişiminin simge fotoğraflarından bir galeri oluşturulmuştu ama pek rağbet gördüğü söylenemezdi. Ellerinde bayrakları, kafalarında Tayyip Erdoğan yazılı ve Tevhid bayraklı bandajları olan kitleler akın akın çıkış kapısına ve miting alanına gitmeye çalışıyordu.
Yenikapı metro istasyonundan kafamızı çıkarmamızla mitingin ortalama katılımcı kitlesiyle karşılaştık. Türk bayraklarının bariz bir yoğunluğu olsa da azımsanmayacak ölçüde Tevhid bayrakları ile tek tük Kayı boyu bayrakları, üç hilalli bayraklar ve Türki cumhuriyetlerin bayrakları vardı. Döviz ve pankartlarda ilk göze çarpan ise ümmet-millet eksenli yazılardı. Sıklıkla tekbir getiriliyor, “Recep Tayyip Erdoğan” şarkıları söyleniyordu. Kitleyle ilk karşılaşma anında, her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu davete icabet etmiş olsa da, CHP tabanının kendi simgeleri ve sloganlarıyla rahatlıkla dahil olamayacağı bir toplam görmüş olduk.
Organizasyon beceriksizliği, güvenlik zafiyeti
Altının kalın çizgilerle çizilmesi gereken bir nokta, mitingin organizasyonu ve güvenliğine ilişkindi. Metro çıkışından miting alanına yönlendirmek üzere ilave bir kolaylaştırıcılık sağlanmaması, ilk defa Yenikapı’nın yolunu tutanlarda ne yapacağını bilemez hal yarattı.
Daha önce Yenikapı’nın yolunu tutmuş olmanın avantajıyla eski tip evlerin olduğu Yalı Mahallesi tarafından miting alanına gitmeye karar verdik. Mahalle içerisinden miting alanına çıkan yolların hemen hepsini denedik ancak alana giriş noktalarına her gelişimizde “Kapalı” bağrışlarıyla karşılaştık. Binlerce kişi bir giriş noktasından diğerine sürükleniyorduk.
Alanın çevresine yerleştirilen, turuncu önlüklere sahip miting görevlileri kitleyi yönlendirmek yerine kendi aralarında muhabbetteydi. Güvenlik için konuşlanışını stratejik noktalara değil, gölgelik noktalara kurmayı yeğleyen polisler umursamazlık içindeydi. “Nereden gideceğiz?” sorularından bıkmış olsa gerek, içlerinden birkaçının “Ya gidebiliyorsanız evinize gidin” dediğine tanık olduk.
Yüzlerce kişi miting alanının yanıbaşındaki inşaat bölgesinden alana girmeye çalışıyor, “Girilmesi yasaktır” tabelası bulunan bariyerleri tırmanıyor, tüm bunlar olurken etrafta tek bir görevli ya da polis göze çarpmıyordu.
Yine de güvenliğe ilişkin en çarpıcı unsur; toplamda 3 saat boyunca, 7-8 farklı noktadan denemeler yapmış olmamıza ve en yoğun olanından içeri girebilmeyi başarmamıza karşın tek bir polis arama noktasıyla karşılaşmamızdı.
Organizasyon demişken kitap ve dergi dağıtıcılarını es geçmeyelim. İsmailağacıların olduğu belli olan yayınevinin İslam, cihat, ibadetler vb. konulardaki birkaç farklı kitabı çeşitli noktalarda dağıtıldı ama özellikle çocuklara yönelik “Namaz Kitabı” adlı kitap onlarca çocuğun ya da velisinin elindeydi.
Polise talimat veren tarikatçılar
Özel bir tanıklığa, özel bir ara başlık açmak gerekli. Miting alanına ulaşamamanın, kalabalığın ve sıcağın etkisiyle gerilimler yaşanırken, her gerilim kendi içinde anlamlar taşıyordu. Bir örnek; çocuğuyla mitinge gelen ve sıradan olduğu her halinden anlaşılan bir vatandaş ile sarıklı-cüppeli ve tarikatçı olduğu yanındaki benzerlerinden anlaşılan iki kişi arasındaki basit bir “önüme geçtin” kavgası, sarıklı-cüppeli olanın Çevik Kuvvet polisine “Al şunu” talimatı ve polisin ne olduğunu sormaksızın çocuklu vatandaşı yaka paça alandan uzaklaştırmasıyla sonuçlandı.
Taban motive, vurucu güç sahnede
Tüm bu zaman zarfında mitinge katılan kitleyi biraz daha yakından inceleme şansımız oldu. Meydana tam anlamıyla giremediğimiz ve alan içinde gözlem yapamadığımız için eksik bir değerlendirme olabileceğini baştan söyleyelim. Ancak daha önce de AKP seçim mitinglerinden Memur Sen-Hak İş çağrılı 1 Mayıs’lara kadar bu kitleyle çeşitli biçimlerde temas etmiş olarak rahatlıkla söyleyebileceğimiz şu ki; taban, Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının ısrarla işlediği “darbeyi sivil halkın direnişinin durdurduğu” demagojisi fazlasıyla içselleştirmiş durumda. Motivasyon ve coşku daha önce görülmemiş ölçüdeydi.
Fethullah Gülen’e yönelik tepki üst düzeyde. İzdihamın eşiğinde ilerlemeye çalışırken yanımızadaki iki kadınla konuşmaya başladık. Konu darbe girişimine ve Gülen’e geldi. Kadınlardan biri Gülen’in gerçek bir iblis olduğunu söylerken, diğeri ABD’yi Gülen’in işbirlikçisi (evet, tamtersi değil) olmakla suçladı, “İşbirlikçisi olmasa teslim eder, demek ki bi çıkarı var” dedi. Gülen için idam ilmiği taşıyanlar da vardı kazıklı koltuklar tasarlayanlar da.
Kitlenin karakterine baktığımızda kadın yoğunluğu yine çarpıcıydı. AKP tabanının daha önceki buluşmalarından farklı olarak dikkat çeken bir diğer unsur özellikle 15-17 Temmuz günlerinde görünürleşen sarıklı-takkeli-cüppeli tarikat-cemaat özneleri ve paramiliter cihatçı çeteler alanda ağırlığını hissettiriyordu. 5’erli 10’arlı, yer yer 30’arlı 40’arlı gruplar halinde kendilerini gösteriyorlardı.
Bu toplulukta, Erdoğan şahsının öne çıktığı görsel simge ve sloganlardan farklı olarak Tevhid bayrakları ve bandajları oldukça yaygındı. Televizyon ekranlarına sıklıkla “Şehitler ölmez vatan bölünmez” veya Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın konuşmasını kesen “En büyük asker bizim asker” sloganlarına bakıp aldanmamak lazım; tarikat-cemaat unsurlarının daha sıklıkla Tekbir sloganı attırdığına tanık olduk.
Mustafa Kemal’e denklik ve tek liderlik
Alanın yanından giriş kapısına ilerlerken Tayyip Erdoğan ile Mustafa Kemal’in dev posterleri çarptı gözümüze, üstelik Mustafa Kemal’in cumhuriyetin ilanından öncesini simgeleyen pozuyla. Kılıçdaroğlu, mitinge katılım şartlarını sıralarken tam olarak böyle bir tahayyülde mi bulunmuştu bilinmez ama Erdoğan’ın bunu bir denklik üzerine kurduğuna şüphe yoktu. Ne Mustafa Kemal’den sonra ilk kez benzeri görülen Erdoğanlı Türk bayrakları tesadüftü ne de Erdoğan’ın kürsüden yaptığı “Gazi Mustafa Kemal’in İstiklal Harbi’ni başlatmasını ve zafere ulaştırmasını sağlayan inancın bir benzeri, 15 Temmuz’da Türkiye’nin tüm şehirlerinde adeta kol geziyordu” benzetmesi.
Alana kıyısından da olsa girdiğimiz sırada mitingin katılımcıları anons edildi. İlk anons faslında Kılıçdaroğlu’nun yuhalandığını öğrenmiştik. O nedenle bu tekrar anonsunda kulak kesildik. Devlet Bahçeli’ye düşük ölçekli bir alkış yükseldi. Kılıçdaroğlu, onu dahi alamadı, sakince geçildi adı. Bu ikisi belki normal. Ne var ki Binali Yıldırım’a yönelik alkış Bahçeli’den fazla olmadı. Erdoğan’ın adının 10’dan fazla niteleme ve sıfatla takdim edilmesiyle birlikte alandaki coşku had safhaya çıktı. Bu, AKP tabanı için Yıldırım’ın düşük profili ve tek liderliğin somut karesiydi.
Güç toplaması, kırılganlıklarını örtmeye yetmez!
Yenikapı Mitingi, Erdoğan’ın dışarıya alternatifsizlik görüntüsünü vermeyi, içeride ise sivil darbe sürecini ilerletmek üzere güç toplamayı hedeflediği bir mitingdi. Öncesi ve sonrasıyla, kürsüsü ve alanıyla, şarkıları ve sloganlarıyla bu hedef bir ölçüde gerçekleşti. Bir de krizleri, kırılganlıkları ve zayıflıkları nedeniyle gerçekleştiremeyecekleri var.
Ne iktidar saflarının kanayan yarası ne de Erdoğan’ın yapısı ve diktatörlük hırsı Yenikapı dikişini tutturabilir. Devletin yeniden merkezileşmesine duyulan ihtiyaç ile rejimin diktatörlük temelinde dönüşümü iç içe geçtikçe Erdoğan’ın krizi derinleşecek. Kürt halkına savaşın mutabakatın bir parçası olması, gerici-mezhepçi propaganda ve sermaye ile uzlaşı da gerçek bir eşitlik, laiklik, demokrasi ve barış mücadelesi yürüten toplumsal muhalefet güçlerine olanaklar sunuyor.
Yenikapı’dan ayrılırken hemen önümüzde yürüyen bir ailenin, alandaki yemek stantlarını gezerek topladığı sandviç ve ekmekleri çuvallamış evine götürüyor olduğunu gördük. Biraz sonra koli koli su almış götüren bir başka aile. Bu iki kare, miting katılımcılarının önemli bir bölümünün taşıma yoksul halk kitleleri olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Evrensel’den sevgili Fatih Polat da Yenikapı’yı dolduranların potansiyel olarak solun kazanması gereken emekçiler olduğunu söylerken bundan bahsediyor.
Ancak bir başka gerçek daha var ki onu da eksik bırakmamalıyız. Yenikapı’yı dolduranların hiç de azımsanmayacak bir kısmı da, Saray iktidarının olası bir iç savaşı da gözeterek vurucu bir sokak gücüne dönüştürmek istediği gerici-faşist çetelerden oluşuyor. Erdoğan, bu sokak gücünün yöntem ve araçlarını sivil darbe süreciyle birlikte geliştirirken, devrimcilerin faşizme karşı mücadele yöntem ve araçlarını geliştirmeme şansı bulunmuyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.