Bu dönemde etkin bir muhalefet gücü olarak çalışmak ve böylesi bir muhalefet merkezinin yapması gereken tüm görevleri yerine getirmek devrimcilerin sorumluluğundadır
Güçlü bir muhalefet merkezinin olmadığı , ancak oluşturulmasının da elzem olduğu bu dönemde etkin bir muhalefet gücü olarak çalışmak ve böylesi bir muhalefet merkezinin yapması gereken tüm görevleri yerine getirmek devrimcilerin sorumluluğundadır
Ölüler Tayyip Erdoğan’ın yardımına koşar mı? Onlara sormak imkansız ama Erdoğan’ın onlardan çok fazla medet umduğu hatta medeti bizzat örgütlediği aşikar. Ancak beklentilerinin karşılandığını söylemek zor.
Artık asker cenazelerinde AKP protesto edilmiyor/edilemiyor.[1] Çünkü tüm AKP’lilere bu ders çok iyi çalıştırılmış durumda; hayatını kaybedenin ailesi ihya ediliyor, maniple ediliyor, yerel AKP güçleri cami avlusunu, ön safları doldurmakla görevlendiriliyor, “marjinal şahıslar” cami yakınına bile yaklaştırılmıyor. MHP’nin elini ayağını çekmesi yetmemiş olmalı ki CHP genel başkanının olası bir sahiplenme girişimi bile kurulan özel kumpasla provoke ediliyor.[2] Üstelik bizzat Erdoğan tarafından suçlu ilan edilen de Kılıçdaroğlu oluyor; “toplumu tahrik etmemek lazım”mış.[3] Doğal olarak insanın aklına şu geliyor, Erdoğan’ın düşman ilan ettiklerinden birileri, mesela “yarım kadınlardan” birileri Erdoğan’a mermi çekirdeği atsa açıklamaları nasıl olurdu?
Ülke içindeki cenazeler yetmemiş olacak ki taa Amerikalara kadar zahmetli yolculuğa katlanıp Muhammed Ali’den de yardım istendi. Hayali, cenazede yapacağı konuşma ile hem ülkedekilere hem de İslam alemine yeni bir fotoğraf armağan etmekti. Ama zahmete değmediği gibi tam bir hüsranla ricat edildi. AKP kadrolarının, erken geri dönüş gerekçesi olarak medyaya servis ettikleri bilgi dahiyane; Tayyip Erdoğan, Kabe’nin örtüsünün bir parçasını tabutun üzerine koymak istemiş ama izin vermemişler!
Gerçek neden ise Tayyip Erdoğan’ın binlerce kişi içinde (ve tabii televizyonlarının başındaki milyonlarca kişi karşısında) katil olarak gösterilme ihtimalini hazmedememesidir. ABD’li haham Michael Lerner, cenazedeki konuşmasının bir yerinde şöyle diyor; “Türkiye’nin liderlerine Kürtleri öldürmeyi durdurmasını söyleyin”.[4] Bekir Bozdağ anlamamış olacak ki “Cumhurbaşkanına hakaret”ten bu şahıs hakkında henüz dava açma emri vermedi. Kısacası bir ders de ABD’de aldılar. Artık Batı ülkelerinin hangisine giderse gitsin aynı durumla karşılaşması garanti, en iyisi Afrika’da dolaşmak, oradaki cenaze törenlerine bulaşmak.
Ülkeyi ise hiç boş bırakmamalılar çünkü Erdoğan o kadar çok düşman ilan etti ki artık her yer her kesim her insan potansiyel tehlike. Erdoğan’ın düşmanlarını kısaca hatırlayalım; herhalde en başa kadınları koymak gerek, daha sonra sıralama karışıyor, Kürtler, Aleviler, gazeteciler, akademisyenler, liseliler, üniversiteliler, sanatçılar, işçiler, çiftçiler, LGBTİ’ler, “çevreciler”, CHP’liler, HDP’liler, Almanya’daki Türk parlamenterler, Ermeniler… ve elbette bütün solcular, sosyalistler. Bunların hepsine ilişkin “manidar ifadeleri” hafızalarımızda…
Erdoğan’ın Türkiye siyaset sahnesinden tamamen çıkarılması gerektiğinin nedenlerini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bu, Türkiye ve bölge halkları için, yaşamımız ve geleceğimiz için bir zorunluluk. Soru, bu zorunluluğu nasıl gerçekleştireceğimizdir. Kuşkusuz ilk adım, Erdoğan ve AKP karşısında güçlü bir muhalefet merkezinin oluşturulmasıdır. Bu muhalefet merkezinin kimlerden oluşacağı, daha doğrusu hangi konularda siyasi muhalefet icra edeceği, zaten Tayyip’in düşman ilan ettiklerine bakarak rahatlıkla “keşfedilebilir”. Demokrasi mücadelesi tarihimiz, siyasi partilerin bir araya gelmesiyle ya da emek ve meslek örgütlerinin bir araya gelmesiyle hatta “illegal” örgütlerden oluşan, v.s. çok çeşitli örneklere, deneyimlere sahip. Son örnek ise hatırlanacağı üzere HDP’yi desteklemek üzere seçimde ortak tutum alınması ile yaşanmıştı.
Erdoğan’ın siyaset sahnesinden silinmesini sistem içi bir sorun olarak değerlendirenler açısından, böylesi bir muhalefet cephesinin merkez gücü (nesnellik göz önüne alındığında) CHP olmalı. Çünkü bu bakışla öne çıkan sorun, sistem içi bir sorundur, yani Erdoğan şahsında cisimleşen bir anomalinin ortadan kaldırılmasıdır. Beklenmesi gereken de CHP etrafında tüm muhalefet odaklarının (Erdoğan’ın düşman ilan ettiklerinin) bir araya gelmesi, hatta CHP’nin bunları örgütlemesidir. Ancak Kürt sorununun geldiği nokta (muhalefeti birleştiren değil, parçalayan bir niteliğe ulaşması), Ortadoğu’daki savaş ve neoliberal hegemonya gibi “dış etkiler” bir tarafa bırakılacak olsa bile CHP içyapısı böylesi bir niteliğe sahip midir? Her ne kadar son dönemde CHP merkezi çeşitli DKÖ’leri bir araya getiren birkaç toplantı yapmış olsa da gerek partinin tarihsel yapısı ve kronik sorunları gerek genel başkanın bir siyasi omurgaya sahip olmaması ve bir ideolojik tutarlılık ya da programın ortada olmaması nedeniyle CHP böyle bir vizyona ve misyona sahip değildir. CHP’nin ne bağımsız bir politikası ne de bağımsız bir politika üretme niyeti vardır, AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın yarattığı gündemlerin peşinde koşan, “AKP’liler hakkımızda ne der” kaygısıyla politik tutum alan “üst aklın” peşinde koşmaktalar.[5]
Pekiyi HDP, CHP’nin yapamadığını yapabilir mi? Kürt siyasi hareketinin Kobane’den beri ve özellikle son bir yıldır bütün siyasi önceliklerini Suriye’deki gelişmeler üzerinden kuruyor olması HDP’nin potansiyel olarak taşıdığı bu niteliğin tamamen ortadan kalkmasına (en azından bu süreç için) neden olmuştur. Suriye’de elde edilen pozisyon, Kürt ulusunun tarihi boyunca elde ettiği en ileri noktadır. Her ne kadar ABD başta olmak üzere bölgedeki emperyal güçlerin “işleri bittiğinde” başka bir gücü Kürtlerin yerine ikame edecek olmaları kesin olsa da gelinen aşamada Kürt halkına “siyasi bir statü”[6] tanınması kaçınılmazdır. Suriye’de bunun sağlanmasının otomatik olarak başta Irak Kürdistanı’nı olmak üzere Türkiye ve İran’a mutlak etkisi kaçınılmazdır. Rota budur.
Tüm bunlar anlaşılabilir nedenlerdir ancak anlaşılabilir olmayan (ve kabul edilebilir de olmayan) ise hala HDP’ye Türkiye’deki halkların sorunları üzerinden muhalefet etme misyonunun tanınması ve HDP’nin de bunu yapıyor görünmesidir. HDP hangisini yapacaktır? Suriye’deki Kürt halkının bir siyasi statü elde etmesi için politik/pratik bir ekseni mi kendisine ana halka olarak tanımlayacaktır yoksa Kürt halkının Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de sürdürdüğü siyasi mücadelenin Türkiye’deki merkez siyasetini mi yapacaktır. Kuşkusuz bir başka tercih ise en büyük çadırı Gezi parkına kurup, içine Erdoğan’ın düşman ilan ettiklerini yani kadınları, Cerattepelileri, Somalı madencileri, liselileri v.b. almaktır. Hangisi ana rota olacaktır? Hiç kimse “Hepsi birden” demesin. Çünkü bunların hepsinin politik hedefi farklı, özneleri farklı. HDP daha Merkel’e laf edemedi. O Merkel ki son seçim öncesi Erdoğan’a el veren ve dolayısıyla HDP’nin milletvekillerinin çalınmasına neden olan, o Merkel ki Erdoğan’la mülteciler üzerinden Kayseri pazarlığı yapan, o Merkel ki Almanya bağımsız politikalar icra etsin diye İncirlik’te “emlak yatırımı” yapan v.s.[7] Anlaşılacağı üzere HDP’ye sahip olmadığı bir misyonu yüklemek de HDP’den beklemek de anlamsız.
Geriye kalan seçenekler belli. Emek ve meslek örgütlerinin yani DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin oluşturacağı bir merkez etrafında Tayyip’in düşman ilan ettiklerinin bir araya gelerek/getirilerek etkin bir muhalefet gücü oluşturmak ya da sol siyasi yapıların en asgari müştereklerden başlayarak ortak hareketinin sağlanmasını amaçlamak. Kuşkusuz bu iki tercih de hiçbir zaman bir kenara atılamaz, mücadelenin her dönemi için mutlaka değerlendirilmesi gereken, her siyasi yapının mutlaka programında önemli bir yere sahip olması gereken birlikteliklerdir. İçinde bulunduğumuz dönemin nesnel zorlukları[8] bir yana emek ve meslek örgütlerinin örgütsel zayıflıkları ve bu örgütlerdeki belirleyici şahsiyetlerin kişisel özellikleri, görüldüğü üzere (özellikle Haziran İsyanı’ndan sonra) büyük bir projeyi gerçekleştirmek için yetersizdir.[9] Çok uzatmaya gerek yok, aynı derecede olmasa da benzer bir durum sol siyasi yapılar için de geçerlidir.
Açıktır ki tüm bu durum devrimcilerin önüne farklı ve kapsamlı yeni görevler koymaktadır. Güçlü bir muhalefet merkezinin olmadığı (ancak oluşturulmasının da elzem olduğu) bu dönemde etkin bir muhalefet gücü olarak çalışmak ve böylesi bir muhalefet merkezinin yapması gereken tüm görevleri yerine getirmek. Eldeki tüm merkezi araçların etkin bir biçimde kullanılması amacına uygun dönüşümlerin sağlanması, toplumsal muhalefet içindeki potansiyel ilişkilerin harekete geçirilmesinin hedeflenmesi, AKP’nin gizli kapaklı, kirli tüm ilişkilerinin takip edilip deşifre edilmesi, toplumun her kesimin sesi pozisyonunda hareket edilmesi gibi akla gelebilecek her türlü gündemi ve çeşitliliği barındıran bir muhalefet gücü olarak hareket etmek bir zorunluluk.
Bununla birlikte, Tayyip’in düşman ilan ettiği kesimlerin ayrı ayrı da olsa muhalefet etme dinamiklerinin güçlendirilmesi başka bir zorunluluktur. Özellikle gericiliğe karşı mücadele en fazla önemsenmesi gereken alandır. Gericiliğin karşısına koyacağımız kavramlarımız belli; laiklik, bilimsellik, eşitlik, özgürlük ve demokrasi. Bunların olduğu yerde gerici ideoloji ve işleyiş Erdoğan’ın kafasındaki bir hayalden öteye ilerleyemez. Gericiliğe karşı mücadelenin özneleri de açıktır; kuşkusuz en önde kadınlar gelmektedir. Yaşamları, bedenleri ve tüm hakları tehdit altında olan kadınların mücadelesi diğer mücadele bileşenleri içinde ön açıcı, dönüştürücüdür. Eğitim alanının kendisi diktatörlüğün çirkin emellerinin hedefindedir ve bilimsel laik eğitim mücadelesi bugün eğitim özneleri aşan bir politik muhalefet hareketi yaratma potansiyeli taşımaktadır. Diğer yandan Aleviler, Sünni mezhebin en gerici yönleriyle iç içe yaşamaya mahkum edilecekleri bir gelecekle karşı karşıyalar. Eşitlik ve demokrasi talebinin çok daha güçlü dillendirilmesi ve örgütlenmesi ertelenemez, vazgeçilemez durumdadır. Benzer bir biçimde gazetecilerin, akademisyenlerin, liselilerin, üniversitelilerin, LGBTİ’lerin, çiftçilerin ve elbette emekçilerin… her bir muhatap ayrı ve kesişen mücadele pratikleri ve örgütleri geliştirmek, diktatörlüğe karşı her köşeyi tutmak, her taşın altından çıkmak, her çorbaya maydanoz olmak zorundadır. Günün koşullarında hiçbir alan, hiçbir kesim devrimciler olmadan kendi kendine kalıcı mücadeleler ve kalıcı örgütler oluşturamamakta ve diktatörlüğe karşı direniş çizgisinin sürekliliğini sağlayamamaktadır. Devrimciliğin var olması da misyonu da bu değil mi zaten?
[1] Osmaniye’de kardeşinin cenazesinde ““Sırça saraylarda 30 tane korumayla gezip zırhlı arabalara binip de ‘şehit olmak istiyorum’ diye bir şey yok” diye haykıran Yarbay Mehmet Alkan’dan AKP’liler iyi ders almıştı.
[2] Mermiyle mesaj ileten şahısın değil hakim savcı tarafından serbest bırakılması, bundan sonra benzer işleri yapacaklara bir mesajdır: “Başınıza hiçbir şey gelmez, tam tersine kahraman olursunuz”.
[3] “Fakat tabii ki siyasetçi de, nerede ne konuşacağını gayet iyi bilmeli. Tahrikler tepkiye yol açabilir. Etki-tepki meselesi var. Yani siz, toplumun hassasiyetlerini göz ardı ederseniz, bu toplum size tepki verir. Toplumu tahrik etmemek lazım. Siyasilere düşen de budur.”
[4] Cumhurbaşkanının özel kalemi İngilizce attığı tweette ise eleştirilerin nedenini açıklıyor; Türkiye, büyümede Avrupa lideri olduğu için! (Okur burada espri deyip gülebilir, cehalet deyip ağlayabilir)
[5] “Türban karşıtı göstermesinler” diye türbandan yana tutum aldılar, “Kürtlerin yanında gösterirler” diye dokunulmazlık oylamasında evet oyu verdiler v.s
[6] Böylesi bir siyasi statü; bir toprak parçası üzerindeki egemenliğinin tanınması, siyasi temsilcilerinin tanınması, uluslararası hukukta tanımlanması, para basma, pul basma, gümrük kurma işleyişinin kabul edilmesi gibi çeşitli biçimlerin tamamının ya da bir kısmının hayata geçirilmesini içerecektir.
[7] HDP, Avrupa’dan 220 binden fazla oy aldı ama ne Erdoğan’a karşı ne de Merkel’e karşı kapsamlı bir pratik tutum alamadı, henüz.
[8] Birbirinden hem çok farklı hem iç içe geçmiş siyasi başlıklar, savaş, katliam siyaseti, devlet terörü, neredeyse tüm ideolojik araçların egemenlerin elinde bulunması, dışarıdaki rüzgarların bile tersten esmesi v.s.v.s
[9] Ayrı ve kapsamlı bir yazının konusu olmakla birlikte kısaca değinmek gerekir ki üzerinden 35 yıl geçmiş olan 80 darbesinden sonra hala yenilenmeyen bir TMMOB’ye ve DİSK’e sahibiz. Haziran İsyanı’nın neredeyse hiçbir biçimde etkide bulunmadığı örgütsel yapılarını “korumayı başardı” bütün örgütsel yapılar!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.