Dış düşman” sayısının azaltılması, TSK ile ittifakın sağlamlaştırılması vs Erdoğan’ın barışçı politikalara yöneleceğinin değil, başka bir savaşa hazırlandığının işaretleridir. Böylece tarihsel “iç düşmanlarına” saldırmak için elini rahatlatacak
“Dış düşman” sayısının azaltılması, TSK ile ittifakın sağlamlaştırılması vs Erdoğan’ın barışçı politikalara yöneleceğinin değil, başka bir savaşa hazırlandığının işaretleridir. Böylece tarihsel “iç düşmanlarına” saldırmak için elini rahatlatacak. Elbette Erdoğan’ın “iç düşman” bellediklerinin kendilerine yönelen savaş ve faşizme karşı yan yana gelmesi ve birlikte mücadele etmesi acil bir öneme sahip. Ancak solun, diktatörlüğe karşı olanların bugünkü acil sorunu sadece bir araya gelmek değil, ne yapmak üzere bir araya gelineceğidir
Diktatörlük bata çıka ilerliyor. Sürekli olarak yeni bir gerilim, yeni bir çatışma, yeni bir yağma. Kendisini yeniden üretmeye çalışan AKP iktidarı için uzlaşma, ara yol gibi seçenekler kalmadı. Ya aşağı ya yukarı, ya ileri ya geri seçeneklerine sıkışmış durumda. Duraklama, uzlaşma, kararsızlık, belirsizlik kendisi için ciddi riskler barındırıyor. Bu nedenle Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapmayı yeniden gündeme getiriyor, Gezicilere karşı cesur olma çağrısı yapıyor, “teröristler kadar onurlu olun” diyerek yandaşlarına iç savaş motivasyonu vermeye çalışıyor, dayanışma amacıyla Özgür Gündem’e nöbetçi genel yayın yönetmenliği yapan aydınlar hapse atılıyor, LGBTİ’lerin Onur Yürüyüşü engelleniyor, eyleme geçen liseliler hedef seçiliyor, HDP belediyeleri tehdit ediliyor, sermayeyi de ürküten kayyum tartışmaları gündeme getiriliyor. Ama tüm bunlar düz yolda ilerlemiyor, başta da söylediğimiz gibi bata çıka, patinaj yaparak, balata yakarak (Davutoğlu) ilerliyor.
Suriye’deki son gelişmeler AKP’nin planlarını altüst etti ve yeni bir strateji oluşturmakta zorlanıyor. Rusya-İran-Suriye ittifakı IŞİD ve cihatçılar, ABD-PYD ittifakı IŞİD karşısında ve her iki ittifak birbirleriyle (şimdilik) dalaşmadan ilerliyor, ilerlerken de Türkiye’yi denklemde iyice etkisiz eleman haline getiriyorlar. Tüm alametler, Erdoğan-Davutoğlu stratejisinin iflas ettiği ve Erdoğan’ın yeni bir plan kurmakta bocaladığı yönünde. Ortadoğu’da stratejilerinin başarısı sonucunda iktidar ve yağma adına ne elde etmek istediler ise şimdi hepsini içeriden elde etmenin yollarına bakacaklar! Suriye’de Kürt siyasi varlığının statü kazanmasını “ne pahasına olursa olsun” engellemek, içeride Kürt direnişini bastırmak ve iktidarda kalabilmek için dış düşmanlarla barış yapıp, iç düşmanlarla karşı karşıya kalmayı planlıyor. Bu anlaşma için “dış düşmanları” ne isterlerse verecek, geri adımsa geri adım, özürse özür, eğilmekse eğilmek, bükülmekse bükülmek. Ancak tarihsel iç düşmanları olan Kürtlerle, işçilerle, laiklerle, kadınlarla, Alevilerle, sosyalistlerle konuşacağı, anlaşacağı hiçbir şeyleri yok. Halkla tek diyalog araçları baskı, savaş, faşizm! “Dış düşman” sayısının azaltılması, TSK ile ittifakın sağlamlaştırılması vs Erdoğan’ın barışçı politikalara yöneleceğinin değil, başka bir savaşa hazırlandığının işaretleridir. Böylece tarihsel “iç düşmanlarına” saldırmak için elini rahatlatacak.
Yağma, baskı ve direniş iç içe sürüyor. Zonguldak’ta damat bakanın TTK’yı yağma planına karşı işçiler ayağa kalkıyor; eğitimde gericileştirme ve baskı uygulamaları liselileri ayağa kaldırıyor; polis ablukasına ve tehditlere rağmen insanlar Onur Yürüyüşü’ne katılıyor; Diyarbakır’da Enerji-Sen üyesi işçiler, Erdoğan’ın gözdesi iş adamlarından ve IŞİD’in finansmanı suçlamasıyla ABD tarafından soruşturulan Kuveyt Türk Bankası’nın bir numaralı yöneticisi, Tivnikli’ye karşı hakları için eyleme geçiyorlar; Cerattepe’nin yağmasına dair Erdoğan’ın başka bir gözdesi Cengiz tarafından çevrilen dalaverelere karşı direniş inatla sürüyor*; turizm sektörünün yaşadığı kriz turizm esnafını hareketlendirmeye başladı, ilk eylem Antalya Belek’ten geldi.**
Bunların yanı sıra iş cinayetlerine kurban giden işçi sayısı mevsimlik işçi sezonuyla birlikte tavan yapmaya başladı. Ödenmeyen ücretler, kapanan işyerleri vs. artarak devam ediyor. Taşeronların kadroya alınması konusunda yeni atanan başbakan ayak sürüyor. İşçi sınıfına daha ağır sömürü ve çalışma koşullarıyla saldırılar devam ediyor. Yeni inşaat alanları, yeni altyapı yatırımları, yeni rant alanları, emek sömürüsünün artırılması, gericileştirme uygulamaları, Kürt illerinde yıkılan yerlerin kentsel dönüşüm kapsamına alınması… Bunların ve benzeri neoliberal uygulamaların devamı için diktatörlük zorunluluk arz ediyor.
AKP, İsrail’le anlaşırken yıllarca yeterince nemalandığı Filistin davasına yönelik ikiyüzlü desteğini bile geri çekmekte, Rusya ile anlaşmaya giderken Türkmendağı’na yolladığı cihatçıları satmakta ancak her şeye rağmen henüz IŞİD ile kapışmamaya özen göstermektedir. Niğde saldırısını gerçekleştiren IŞİD’ciler onar kez ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılsa da, terör örgütü üyeliğinden ceza verilmiyor. Yani IŞİD üyesi olmak Türkiye’de suç oluşturmuyor.
AKP, savaş ve şiddetle sadece Kürt sorununu idare etmiyor, birikim sorunlarını da bu yolla çözüyor. Bombardımanlarla yıkılan mahalleler kentsel dönüşüm ve riskli alanlar ilan edilerek el konulma adımları atılıyor. Belediyelere de AKP’li kayyumlar atanarak rantın devşirilmesinin önündeki engeller kaldırılmaya çalışılıyor.***
AKP’nin “İnşaat ya Resulullah” siyaseti, ekonominin döngüsünün temelidir aynı zamanda. Çünkü Dünya Bankası, küresel düzeyde kamu özel ortaklığıyla özel sermayeye yaptırılan altyapı yatırımların yüzde 40’ını Türkiye’nin gerçekleştirdiğini açıklıyor. Türkiye’nin büyüme rakamlarında kamu harcamalarının bu belirleyici rolü düşünüldüğünde AKP’nin altyapı ve inşaata dayalı yağma-talan politikalarına tam gaz devam edeceği görülür.
Gericiliğe ve faşizme karşı mücadelede CHP, AKP’yi kendi silahıyla vurma taktiğine adeta battığı için bir siyaset belirleyememektedir. AKP, laikliği mi kaldırıyor “Laiklik Sünnileri de özgürleştirecek” lafına sarıl; Kürt milletvekillerini teröre yardımla mı suçladı “Asıl Erdoğan PKK’ye yardım etti” söylemine sarıl; Cemaat’e mi saldırdılar Cemaat’e sahip çık; Davutoğlu’nu mu harcadılar ona sahip çık (ve tabi Gül’e Arınç’a vs.). AKP’nin üzerinden diktatörlüğü kurumsallaştırmaya çalıştığı Alevi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı gibi iki önemli temele, gerçek dindarlık, gerçek milliyetçilik mavallarıyla sahip çıkarak, AKP siyaseti ile içeriden(!) mücadele etmeye çabalamaktadır. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda aldıkları tutumu referandumu engelleyerek Erdoğan’ın silahını elinden almak olarak nitelediler ama ardından askeri personele dokunulmazlık getiren yasal düzenlemeleri onaylamakta ve AKP-TSK arasındaki kurulan ittifaka su taşımaya devam etmekteler. Oysa diktatörlüğe karşı mücadele faşizme karşı mücadeledir, samimiyet ve güven gerektirir. CHP, diktatörlüğü engellemek istiyorsa kime yapıldığına bakmaksızın faşist hamlelerinin tamamına tereddütsüz ve açıktan karşı çıkmalıdır. Faşizm kendisini, politikalarını, adımlarını halka karşı bir söylemle sunmaz; ama onların tamamı halka karşıdır ve faşizmdir. Herhangi bir adımı, herhangi bir aşaması –ne vatan savunması ne de başka bir şey- desteklenemez, uzlaşılamaz. Faşizmin inşaatının ne binasına ne çatısına ne peyzajına ne ekmek fırınına ne kütüphanesine ne de revirine tuğla konabilir. CHP’nin çoğu önseçimle gelmiş, sol duyarlıkları olan milletvekilleri ise inisiyatif almadıkları ve parti merkezini aşmakta tereddütlü davrandıkları için faşizme ve gericiliğe karşı mücadelede etkin olamamaktadırlar.
HDP ise Kürt sorununun yüksek silahlı çatışma biçimlerine dönüşmesi ve Suriye’deki gelişmelerle doğrudan etkileşimli hale gelmesiyle birlikte, hem çatışma sürecine dair inisiyatif almakta hem de Kürt sorununda başka politikalar belirlemekte etkili olma olanağını yitirmiş görünüyor. Yıkılan mahalleler, öldürülen insanlar için milletvekillerinden acil bir şeyler uman tabanın beklentilerinin ağır sorumluluğu ve basıncı HDP’lileri başka konulara da eğilmekten alıkoymaktadır.
Bu iki partinin etkisindeki kitle, solun ana kitlesini oluşturmakta ve bahsedilen nedenlerden (elbette başka nedenler de sıralanabilir) dolayı bu potansiyel harekete geçmekte tereddüt yaşamaktadır. Geriye sosyalistlerin bu kesimleri de hareket ettirebilecek bir inisiyatif geliştirmesi kalıyor. Bu amaçla çeşitli sol birlik önerileriyle, girişimleriyle sıkça karşılaşmaktayız. Elbette Erdoğan’ın “iç düşman” bellediklerinin kendilerine yönelen savaş ve faşizme karşı yan yana gelmesi ve birlikte mücadele etmesi acil bir öneme sahip. Ancak solun, diktatörlüğe karşı olanların bugünkü acil sorunu sadece bir araya gelmek değil, ne yapmak üzere bir araya gelineceğidir. Nasıl bir program izleneceği esas yanıt bekleyen adımdır.
Solun çeşitli kesimlerinin gericiliğe ve faşizme karşı mücadele amacıyla bir araya gelme ve bir program hayata geçirme meselesini halledene kadar beklememesi gerektiği açıktır. Yan yana geldiğimizde heybemizdekileri ortaya koyup, mücadeleleri ortaklaştırabilmek için, diktatörlük karşısındaki direnme eğilimlerini temsil etme çabasında olmalıyız. Liselilerin dinamizmi, dönüştürülen okulların direnişi, kadınların direnişi… Bu direnişler diktatörlüğün sac ayaklarından biri olan gericiliğe karşı laiklik mücadelesinin kalkış noktasını oluşturmaya adaydır. Eğitimdeki gericileştirmeye karşı laik bilimsel eğitim mücadelesi diktatörlüğe karşı eşitlikçi, laik, demokratik bir ülke mücadelesinde kritik bir role sahiptir ve yaz döneminde tatile girmemelidir. Laiklik için bir halk hareketi, diktatörlüğü bata çıka ilerlediği bataklığa gömme potansiyeline sahiptir. Şovenizme karşı mücadele ciddi zorluklarına rağmen en küçük başarısı bile diktatörlüğün üzerinde yükseldiği temelde önemli hasarlar yaratabilir. Doğanın, emeğin, kentlerin yağması karşısında hak mücadeleleri diktatörlüğe karşı direnişin kaldıraçlarından biri haline dönüştürülebilir. Saldırı altında olanların ve direnenlerin can güvenliği kaygısını hafifletecek yol ve yöntemleri ancak devrimciler üretebilir. Yan yana geldiğimizde üst üste koyacağımız kuvvetler bunlar olacak. Akan dereler birleşip nehir olabilir, durgun sular değil.
Dipnot
* Erdoğan’ın, burada sayılanlar ve sayılmayan tüm gözdeleri yağma politikalarından dolayı halk direnişleriyle karşı karşıyalar.
** Mezhepçilikle, milliyetçilikle arkasına almayı başardığı esnaf bu siyasete sermayesini mi kurban edecek yoksa iktidarı mı sermayesine kurban edecek en geç Kurban Bayramı’nda belli olur. Ayrıca Antalya tarımsal üretimin de önemli bir kısmı Rusya’ya satılıyordu; turizmden sonra tarım Antalyalılara ikinci şoku yaşatabilir.
*** Bunlar neoliberalizmin uygulanmasında AKP’ye neoliberalizmin gördüğü en gözü kara iktidar payesi kazandırıyor. Sermayeden gördüğü hürmetin kaynağı da burada yatıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.