Bir tarih yazılıyor. Çürümüş diktatörlüğün ve ona karşı direnişin tarihi… Geçmişte olduğu gibi gelecekte de direnenler de hatırlanacak direnmeyenler de…
Bir tarih yazılıyor. Çürümüş diktatörlüğün ve ona karşı direnişin tarihi… Geçmişte olduğu gibi gelecekte de direnenler de hatırlanacak direnmeyenler de…
8 Mart’ta sokaklar, erkek egemenliğine, yaşamlarını kuşatan gericiliğe ve savaşa karşı kadınların isyanına tanık oldu. Ülkenin dört bir yanında eşitlik, özgürlük, barış talebiyle sokağa çıkan kadınlar, AKP’nin yasaklarına meydan okudu, polisiyle, TOMA’sıyla kurduğu barikatları aştı. AKP’nin gerici, cinsiyetçi, erkek egemen, kadın düşmanı politikalarıyla kadın mücadelesinin tarihsel kazanımlarını gasp etmesine izin vermeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Kadınların eşitlik ve özgürlük direnişinin günüdür 8 Mart! Ne yasaklarla engellenebilir ne de AKP sözcüsü iki erkeğin salon toplantılarında, uyguladıkları gerici-kadın düşmanı politikalar nedeniyle artan kadına yönelik şiddetin üstünü “insanlık ayıbıdır” diyerek örtmeye çalışan, erkeğin kadını kapatma özgürlüğünü(!) kadın özgürlüğü diye yutturmaya çalışıp mağduriyet üreten, eşitliğe karşı çıkıp kadını korunması gereken ikinci sınıf vatandaş olarak gören konuşmaları ile maniple edilebilir.
AKP’nin gerici baskı ve kadrolaşma ile kuşattığı eğitim sisteminde taciz-tecavüz nedeniyle liseli kadınların intihara sürüklendiği, katledilen Kürt kadınlarının çıplak bedenlerinin sokaklarda teşhir edildiği, kadına yönelik şiddetin ve kadın katliamlarının “algıda seçicilik” denilerek yok sayılmak istendiği bir ülkede kadınlar susmayacak, kadın düşmanı iktidara biat etmeyecektir.
AKP’nin kadın erkek eşitsizliğini her geçen gün derinleştiren gerici, cinsiyetçi, piyasacı politikalarına karşı kadınlar hayatlarına sahip çıkacak, yılda bir gün değil her gün ve yaşamın her anında “Eşitiz, biz varız” diyerek eşitlik mücadelesini büyütmeye devam edecektir.
Kadınların eşitlik mücadelesi, AKP-Saray düzeni için bir tehdittir. Çünkü üzerinde yükseldiği dinsel gericiliğe, ondan beslenen ayrımcılığa, ikinci sınıflaştırmaya, baskıya, erkek şiddetine karşı başkaldırıyor. Bu düzen aynı zamanda işçi katliamlarına yol açan emek sömürüsünü de hırsızlıkları-yolsuzlukları da savaşı da dinle meşrulaştırmaya çalışıyor.
AKP iktidarının gerici-mezhepçi politikalarını yaymak ve kendi ideolojisi doğrultusunda bir toplum yaratmak için Sünni gericiliği örgütlemek üzere kullandığı Diyanet’in başkanı geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu toplantısına katıldı. Bakanlar Kurulu sonrası Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanı’nı alarak gizlice gittiği Silopi’de cuma namazı kılıp “Birlik, Huzur, Kardeşlik” eylem planını açıkladı. Diyanet’in ilk icraatı ise; 150’den fazla insanın bodrum katlarında yakılarak öldürüldüğü Cizre Katliamı’nı “musibet” diyerek meşrulaştırmaya çalıştığı özel savaş hutbesi hazırlamak oldu. AKP’nin tarikat-cemaat ağları aracılığıyla Kürt halkını örgütsüzleştirme politikalarının bugün savaşın tırmandırılmasıyla birlikte yetersiz kaldığı ve bundan sonra Diyanet eliyle Sünni gericiliği örgütleyerek Kürt halkını denetleme planını devreye soktuğu görülüyor.
AKP’nin Suriye savaşında hem cihatçı çetelere verdiği destek hem de bu desteği meşrulaştırmak için kullandığı mezhepçi politikaları Alevilerin can güvenliğini tehdit ediyor. Suriye savaşının başladığı ilk günden itibaren cihatçıların sınır kapılarından dilediği gibi girip çıktığı, hem lojistik destek aldığı hem de geçiş güzergahı olarak kullandığı Hatay’da halk “Arap Alevilerinin yaşadığı bölgelerde cemevleri silah deposu haline getirildi”(1) yalanıyla hedef gösterildi.
Cihatçılar sadece Suriye sınırında bulunan illerde yaşayan halkı tehdit etmiyor. IŞİD destekçisi şeriatçı Hizbut-Tahrir örgütü İstanbul’da bin kişiyle hilafet sempozyumu, bu ülkenin başkentinde Ankara Atatürk Spor ve Sergi Salonu’nda beş bin kişiyle “Hilafet Hayal mi, Yakın Bir Gelecek mi?” adıyla uluslararası hilafet konferansı düzenliyor.
Cihatçı çetelere destek veren gerici çeteler üniversitelerde rektörlüklerin ve polisin koruması altında örgütlenmeye çalışıyor. Bir yandan gerici çeteler, diğer yandan “her üniversiteye cami” projeleri üniversitelerin özgürlüğünü tehdit ediyor. Ne El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi ve Ahrar’uş Şam çetelerini destekleyen gerici güruhun üniversitelerde örgütlenmesi “düşünce özgürlüğü”dür, ne de üniversitelere cami-mescit açılması “inanç özgürlüğü”dür. Bilimin yerine dogmaları koyan gericiliğin üniversitelerde örgütlenmesi, üniversitenin varlık zemininin ortadan kaldırılması demektir. Diğer yandan gerici-cihatçı örgütlenmeyi üniversitede hakim kılarak bilim insanlarının ve ilerici öğrencilerin baskı altına alınması ve cihatçı devşirme alanı haline getirilmesi hedeflenmektedir. Buna izin verilemez.
Sadece üniversiteler değil topyekun eğitim sistemi müfredatıyla, kadrolaşmasıyla, imam hatipleriyle, sübyan mektepleriyle dört koldan AKP’nin gerici kuşatması altındadır. Kurmak istediği toplum doğrultusunda düşünmeyen, sorgulamayan, hakkını aramayan, biat eden, kaderci bir nesil yaratmak için AKP’nin gerici politikalarının öncelikli hedefi olan eğitim alanı; eşit, özgür bir toplum kurmak için mücadele eden sosyalistlerin de üzerinden atlayamayacağı bir mücadele alanı olmak zorundadır.
Gericiliğe karşı mücadele, “akademik bir egzersiz” meselesi değildir. Açıklama, toplantı, sempozyum, bildiri çemberinde dönüp durulamaz. Okulda dayatılan din derslerine, ders kitaplarına doldurulan dini hurafelere, üniversitelere dayatılan mescit-cami tezgahına, kadınlara ikinci sınıf dayatmasına, mezhepçiliğe, Diyanetin saçmalıklarına, Alevilerin hedef gösterilmesine… İdeolojik, politik, pratik her alanda, yaşamın her anında gericiliğe karşı somut mücadele gereklerine göre davranılması devrimcilerin görevidir.
İktidarını gericilik, savaş ve hukuksuzlukla, her türlü muhalefete karşı saldırının dozunu artırarak yürüten Erdoğan; Fildişi sahili, Gana, Nijerya ve Gine’ye doğru yola çıkarken “Bu sözlerimden sonra ortalık çalkalanabilir” diyerek yokluğunda memleket siyasetini boş bırakmadı. Can Dündar ve Erdem Gül’e tahliye yolunu açan Anayasa Mahkemesi kararına “Uymuyorum. Saygı da duymuyorum. Tanımıyorum” sözleriyle gündemi belirleyerek gönül rahatlığıyla Batı Afrika turuna başladı. Ardında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kaldırılmasından yeni Anayasa ve başkanlık sistemine, basın özgürlüğünden casusluk suçlamalarına kadar tartışmaları bırakarak. Tabi bir de Can Dündar ve Erdem Gül şahsında ceza tehdidiyle özellikle basına gözdağı vererek.
AKP zaten uzun bir süredir gazetecileri dayakla, tutuklamayla, medyayı el koyma/kapatmayla terbiye etmeyi bir yöntem haline getirdi. Bu güne kadar sol-sosyalist basın ve Kürt medyası dışında gayet başarılı oldular. Altı yıl tutukluluk Tuncay Özkan’a Meclis kürsüsünden “Cumhuriyet mitingleri sırasında insanları kızdırdığı için” özür diletti. Ahmet Hakan’ın “Hakiki gazeteciler adam satanlardır” yüzsüzlüğüne vardırdığı gazeteciliği(!), Boynukalın’ın “Bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak olmuş” sözlerini doğrulattı. Basın yayın kuruluşları (Bugün ve Millet gazeteleri, Bugün TV ve Kanaltürk) kapatılan Koza-İpek Grubu’nun, şirketlerine el konulup kayyum atandığından bu yana sesi duyulmadı. Yarattıkları havuz medyası dışında kalanları etkisizleştirme ve susturma yöntemleri başarısızlığa uğratılmadıkça uygulamaya devam edecekler. Öncekiler direnmiş olsaydı Can Dündar ve Erdem Gül bu kadar rahat tutuklanamayacaktı.
Muhaliflerine dönük sindirme operasyonları ne AKP’nin gücünü artırıyor ne de yaptıkları AKP’yi meşrulaştırıyor. Karşısındakilerini etkisizleştirme hamleleriyle yoluna devam etmesine yarıyor. Son olarak Zaman ve Boydak operasyonları yapıldı. Zaman ve Cihan Haber Ajansı’na kayyum atandı. Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Boydak ve holding CEO’su Memduh Boydak’ın tutuklandığı operasyon hem Gül’e hem de TÜSİAD sermayesine mesaj anlamını taşıyor.(2)
Kendisi kriz odağı haline gelen, sistem kurumlarının uyumlu işleyişini bozan bir faktöre dönüşen AKP-Saray iktidarının sona yaklaştığını düşünen düzen içi aktörler sonrasına dair pozisyon alma çabasına girişiyor. Bir süredir AKP’den kurtulmak için bölünmesinden medet umanların ilgiyle izlediği Gül-Arınç-Çelik üçlüsünün amaçları ise çöktüğünde AKP’yi yeniden toparlamak için devreye girmek üzere bir seçenek olarak varlıklarını göstermekten ibaret. CHP tarihinde ilk kez demokratik kitle örgütlerini, Alevi örgütlerini, sendikaları bir araya getirerek “Sivil toplumun, sendikaların, siyasi partilerin tek tek yapacakları mücadelenin sınırları aşılmıştır. Bu mücadele doğrudan doğruya AKP devletiyle yapılacak mücadeledir. Herkes bunu böyle bilsin” diyerek “asgari müştereklerde mutabakat sağlanabilecek program” açıkladı. Ancak CHP, Kürt sorununda pozisyon değiştirmediği sürece inandırıcı, muhalefeti birleştirici cephesel bir model kuramaz.
AKP’den kurtulmanın yolunu Cerattepe’de yağmanın karşısında halk barikatı kuran Artvinliler gösterdi. Artvin halkının doğayı ve yaşam alanlarını korumak için ayağa kalkması, AKP’yi hukuksal süreç tamamlanana kadar maden çalışmalarını durdurduğunu açıklamak zorunda bıraktı. Cerattepe’nin geleceğini kendisi hukuk tanımayan AKP’nin yargısı değil, Veysel Eroğlu’na “Artık gına geldi. Cerattepe verdiğimiz on binlerce maden ruhsatından birisi sadece” dedirten Artvin halkının direnişi belirleyecek.
Bir tarih yazılıyor. Çürümüş diktatörlüğün ve ona karşı direnişin tarihi… Geçmişte olduğu gibi gelecekte de direnenler de hatırlanacak direnmeyenler de…
“Bu suça ortak olmayacağız” diyen akademisyenler, imzalarını geri çekmeleri için yapılan her türlü tehdit ve baskıya rağmen direniyor. Muhabirlerinin başına silah dayanan alternatif medya siteleri, yayın yönetmeni yakılarak katledilen Kürt medyası tek bir geri adım atmıyor. Tanka topa rağmen Kürt halkı, her gün polis terörüne rağmen sokağı terk etmeyen devrimciler direniyor.
AKP’nin krizini devrimci bir krize derinleştirecek olan halkın direnişidir.. Bunun için küçük-büyük demeden AKP faşizmine, gericiliğine, neoliberal politikalarına karşı direnişlerin ısrarla ve meşru militan kitlesel bir hatta yükseltilmesi gerek.
(1) Arap Alevilerinin inancında cemevinde ibadet olmadığı için Arap Alevilerin yaşadığı bölgelerde cemevi yok.
(2) Boydak Holding CEO’su Memduh Boydak TÜSİAD yönetim kurulu üyesi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.