Arap Baharı emperyalizm, neoliberalizm ve siyasal İslam’ın krizlerinin kavşak noktasında patlak verdi. Bu üç kriz dinamiği hala gün gibi karşısındayken, gücünü örgütlülüğü ve sürekliliğinden alan Tunus’taki halk hareketinin yeni bir isyan dalgasını tetiklemesi şaşırtıcı değil Tunus’ta 17 Ocak’ta 28 yaşındaki üniversite mezunu Ridha Yahyaoui, başvurduğu işe alınmadığını öğrenince protesto için bir elektrik direğine tırmandı. Yahyaoui […]
Arap Baharı emperyalizm, neoliberalizm ve siyasal İslam’ın krizlerinin kavşak noktasında patlak verdi. Bu üç kriz dinamiği hala gün gibi karşısındayken, gücünü örgütlülüğü ve sürekliliğinden alan Tunus’taki halk hareketinin yeni bir isyan dalgasını tetiklemesi şaşırtıcı değil
Tunus’ta 17 Ocak’ta 28 yaşındaki üniversite mezunu Ridha Yahyaoui, başvurduğu işe alınmadığını öğrenince protesto için bir elektrik direğine tırmandı. Yahyaoui direkteki tellere dolanarak elektrik çarpmasıyla hayatını kaybetti. Yahyaoui’nin ölümü, beş yıl sonra Tunus’ta yine kitlesel bir isyan dalgasını tetikledi. Hikayesi Yahyaoui’nin hikayesinden farklı olmayan yüzbinlerce insan sokaklara indi, kamu kurumlarına saldırdı ve polisle sayısız çatışmaya girdi.
Hatırlanacağı üzere 17 Aralık 2010’da “Arap Baharı” olarak bilinen sürecinin fitilini ateşleyen olay da tezgahına zabıta tarafından el konan seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendisini yakarak intihar etmesiydi. Buazizi’nin bedenini ateşe vermesiyle başlayan isyan dalgası Arap dünyasındaki diktatoryal neoliberal hükümetlerin büyük kısmını yerle bir etmişti. Tunus halkının isyanı, ülkeyi 24 yıldır diktatörce yöneten ve emperyalist merkezlerin her dönem emrine amade Zeynel Abidin Bin Ali hükümetini devirmiş, sonrasında yapılan seçimlerde hükümeti kuran Siyasal İslamcı En Nahda’yı, şeriat hükümlerini anayasa haline getirmeye çalışması üzerine yine güçlü sokak siyasetiyle kovmuştu.
Yeniden ortaya çıkan Tunus halk isyanının görünür nedeni, 2010’dakine benzer şekilde, aşırı enflasyon, aşırı yolsuzluk, genç nüfus arasında yüzde 40’a varan işsizlik ve benzeri ekonomik nedenler. Bununla birlikte, meselenin “üç beş istihdam” olmadığı da ortada.
Üçlü kriz ve halk isyanları
Her şeyden önce, Tunus’ta patlak veren halk isyanı vesilesiyle Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin temel dinamikleri üzerine kısaca kafa yormakta fayda var. Ali Ergin Demirhan’ın çok yerinde tespitiyle, Arap Baharı, üç temel krizin kavşak noktasında ortaya çıkmıştı: Neoliberalizmin krizi, emperyalizmin krizi ve Siyasal İslam’ın krizi.
2010-2011 yılı itibariyle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin hemen hepsinde emperyalist merkezlerle neredeyse bir tür vesayet ilişkisi kurmuş ya da emperyalizme kafa tutma retoriğini sürdürürken halklarını esir almış; küresel piyasayla doğrudan uyumlu biçimde ya da küresel piyasayla kavga dövüş halinde neoliberalizmi devlet zoruyla yürüten ve ortak zenginlikleri bir avuç oligarkın ve ensesi kalının elinde toplayan; ve Siyasal İslam’ı devletin temel doktrini olarak uygulayan ya da halkların esaret düzenine baş kaldırmasını önlemek üzere işlevselleştiren rejimler vardı.
Tunus’ta patlak veren ve sonrasında bu ülkelerin hemen hepsine yayılan kitlesel halk isyanları ise, bu rejimlere alternatif, eşit, adil ve özgür bir rejime dair bütünlüklü bir siyasal stratejiye sahip olmamakla birlikte, neoliberalizmin yarattığı eşitsiz ve sömürüye karşı eşitliği, emperyalist merkezlerin ve yönetici elitlerin kirli siyasetine karşı bağımsızlığı ve Siyasal İslam’ın topluma dönük cenderesine karşı sekülerliği ve özgürlüğü savunuyordu.
Emperyalist merkezlerin bu halk isyanlarından doğan boşluğu, kitlelerin “aşırı” taleplerini bastırmakla birlikte ufak tefek reformlarla gönlünü alabilecek “ılımlı” Siyasal İslamcı “geçiş” hükümetleriyle doldurmaya çalışması, baş kaldıran halkların kirli oyunlara alet olduğunu değil, bu oyunlardan başka bir şey bilmeyen neoliberalizm, emperyalizm ve Siyasal İslam’ın ne kadar kirli olduğunu gösterir. Kısacası, Arap Baharı’na bu üçlü koalisyonun verdiği yanıt, öncelikle, ortaya çıkan ilerici, seküler ve devrimci damarın zorla ezilmesi, hiç olmazsa boyunduruk altına alınmasıydı. İşte Tunus, bu kirli projeye karşı ilerici, seküler ve devrimci güçlerin en sıkı durabildiği, projenin belkemiği olan o “geçiş”e izin vermemek için mücadeleyi güçlü biçimde sürdürdüğü ülkedir.
İki isyan arasında Tunus muhalefeti
Peki, Tunus’ta sokağa çıkanlar kimler? Hangi gerekçelerle sokağa çıktılar ve nasıl örgütlendiler? Her şeyden önce, 2013’te Haziran İsyanı’nda olduğu gibi Tunus’ta da sokağa çıkanlar, neoliberalizmin, emperyalizmin ve Siyasal İslam’ın farklı yerlerinden yaraladığı ve fakat bu üçlü koalisyona karşı sokakta birleşen insanlar.
Öte yandan Tunus’taki halk muhalefeti, 2010’dan bu yana geçen beş yıl içinde kurulan pek çok örgütle birlikte ciddi oranda diri bir örgütlülüğe de sahip. Öyle ki 2010 yılının Ekim ayına gelindiğinde, büyük kısmı yeni kurulmuş olan on iki partiden oluşan bir Halk Cephesi kurulmuştu bile. Demokratik Yurtseverler Partisi, Sosyalist Demokratlar Partisi, İşçi Partisi, Tunus Baas Hareketi, İşçilerin Sol Birliği, Halkın Özgürlük ve İlerleme Partisi ve Demokratik Arapların Öncü Partisi gibi örgütler, eski rejimin kendisini restore etmesine ve Siyasal İslam’ın iktidarda kalarak ilerici, seküler ve devrimci muhalif unsurları bastırmasına engel olacak biçimde sokak muhalefetini kesmediler.
2011’de eski rejim artıklarının ve emperyalizmin yumuşak geçişi sağlamak adına açık ya da örtük destek verdiği Siyasal İslamcı En Nahda ise iktidarda kaldığı sürede sokak muhalefetini devlet terörü ve suikastlar ile bastırmaya çalışacaktı. Halk Cephesi’nin genel koordinatörü Şükrü Belayid 6 Şubat 2013’te katledildiğinde, cenazesine 1.400.000 kişi katılacak ve cenazenin ardından şiddetli sokak çatışmaları yaşanacaktı. En Nahda’nın aynı gün sokağa çağrı yaparak ancak 15.000 kişi toplayabilmesi ise sokakların halen muhalefetin elinde olduğunu gösteriyordu.
Belayid cinayeti Tunus’ta muhalefeti bir kez daha güçlendirerek Halk Cephesi’nin tabanını genişletecekti. Cinayetin ardından muhalefet, meclisin feshedilmesi ve genel grev çağrısıyla sokağa çıktı. Bu tarihten itibaren halk cephesi, Cumhuriyetçi Parti ve Nidaa Tunus ile bir arada hareket ederek, Siyasal İslamcı En Nahda’yı iktidardan indirdi ve yerine bir teknokratlar hükümetinin geçmesine ön ayak oldu.
Sözün özü, burada bütün ayrıntısıyla anlatamadığımız fakat ana hatlarını vermeye çalıştığımız Tunus’un iki isyan arasındaki beş yılı, ilerici, seküler ve devrimci damarlardan beslenen toplumsal muhalefetin, yer yer birbiriyle didişerek fakat ortak düşmana karşı mümkün olduğunca birlikte hareket ederek sokak siyasetini sürekli canlı tuttuğu bir zaman aralığıydı. Tunus’taki isyan, bu anlamda, 2010’da patlak veren halk isyanının, toplumsal muhalefetin yer yer düşük yoğunluklu da olsa sokakları hiç bırakmaması sayesinde yeniden kitleselleşmesidir.
Tunus sokaklarındaki hayalet(ler): İşsizler ve işçiler
Tunus’taki son isyanın en kritik özelliği ise başlangıcı, talepleri ve başı çeken özneleri itibariyle tam anlamda neoliberalizme karşı bir direniş hareketi olması. Sokaklarda yankılanan sloganların büyük bir çoğunluğu yoksulluğa ve işsizliğe karşı referanslar içeriyor. Tunus’ta resmi rakamlara göre genel işsizlik oranı yüzde 15, genç işsizliği oranı ise yüzde 40’a ulaşmış durumda. Gerçek oranların ise resmi rakamların ötesinde olduğunu söylemeye bile gerek yok.
2010’dan bu yana kurulan geçici iktidar yapılarından hiçbiri, Tunus’un uzun yıllardır emperyalizm ile doğrudan göbek bağı kurarak 2000’li yıllardan itibaren yürürlüğe konulan özelleştirme dalgalarıyla artık kurumsallaşmış olan sömürü ve yoksulluk düzenine karşı bir alternatif geliştirmedi. Son isyanda hükümet yetkilileri her ne kadar paçaları tutuşmuş halde, acil bir bakanlar kurulu toplantısı alarak hayatını kaybederek isyanı tetikleyen Yahyaoui’nin memleketi Kasrin’e dönük 5.000 kişilik bir istihdam planı ilan etse de, Tunus’taki işsizlik sorunu, ekonomide yapısal değişimlere gitmeksizin çözülecek durumda değil. İlk isyandan bu yana geçen 5 yılda, halka vergi yükü bindirerek ve kamusal kaynakları siyasal ve ekonomik çıkarlar adına gasp ederek sürdürülen ekonomik yapıyı dönüştürmeye dönük herhangi bir radikal adım da atılmış değil.
Tunus sokaklarında başkaldıran sayısı birkaç milyonu bulan insanların büyük kısmı da köle koşullarında çalışan işçilerden ve genç işsizlerden oluşuyor. Bu işçilerin ve işsizlerin ciddi sayılabilecek bir kısmı ise çeşitli muhalif yapılarda örgütlü durumdalar. Bununla birlikte, yüz binlerce örgütsüz işçi ve işsiz de bugün Tunus sokaklarını terk etmiyor. Bu anlamda, Tunus’taki sokak siyaseti, ilk isyandan bu yana hızlıca örgütlenen ve giderek güçlenen muhalif parti ve hareketlerin yanı sıra sistem tarafından ekonomik açıdan en fazla dışlanan muazzam bir kitleyi de içeriyor.
Tunus halkının yolu
Nihayet Tunus’ta yeniden ortaya çıkan kitlesel halk isyanı, neoliberal, emperyalist ve Siyasal İslamcı alternatiflerin kısa sürede kendini tüketmesinin üzerine oturarak, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da, Kürt Özgürlük Hareketi’nin uzun zamandan bu yana sürdürdüğü seküler ve devrimci damarı tahkim etmesi açısından kritik önem taşıyor. Bu türden isyanları sürekli birilerinin oyunu olarak gören kafası komplodan yanmış zevatı ciddiye almamak ve Tunus’u eşitlikçi ve özgürlüklü bir dünya kurmak adına bir tür laboratuvar olarak görmek, okumak gerekiyor. Tunus’un isyanı, üçlü krize karşı bu topraklardan nasıl yanıt verilebileceğine dair yeniden kafa yormaya vesile olursa ne mutlu. Bu anlamda, panik yok, Mao’nun dediği gibi, “Yeryüzünde kaos var, işler yolunda!”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.