Sol açısından göçmen krizinin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı handikaplara direnç oluşturmak kadar, göçmenlerin neoliberal ulus-devletlerin ‘istikrar’ını kısa devre yaptırarak ortaya çıkardığı olanakları değerlendirmek de mümkün Bugün Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya uzanan topraklarda bir “göçmen krizi” yaşanıyor. Göçün tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte, bu derece kitlesel, trajik ve durdurulamayan bir göç az görülmüş […]
Sol açısından göçmen krizinin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı handikaplara direnç oluşturmak kadar, göçmenlerin neoliberal ulus-devletlerin ‘istikrar’ını kısa devre yaptırarak ortaya çıkardığı olanakları değerlendirmek de mümkün
Bugün Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya uzanan topraklarda bir “göçmen krizi” yaşanıyor. Göçün tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski olmakla birlikte, bu derece kitlesel, trajik ve durdurulamayan bir göç az görülmüş bir durum.
Krizin temel nedenlerinden biri, özellikle emperyalist merkezlerle bolca akçeli ve alengirli ilişkilere sahip (ya da bu merkezlerle kavga dövüş halinde de olsa halkları cendere altına almış) diktatörlük rejimlerinin hüküm sürdüğü Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde 2010-2011 yıllarıyla birlikte ortaya çıkan ilerici, seküler ve devrimci damarın zorla ezilmesi yatıyor. Emperyalist merkezlerin ve İslamcı çetelerin/partilerin/hareketlerin müdahalesiyle birlikte ilerici damarı kanla bastırılan halkların bir şeylerin değişeceğine dair umudunu büyük ölçüde yitirmesi, bu ölüm pahasına kitlesel göçün temel motivasyonu.
Öte yandan kendi kirli çıkarları için halkların evlerini başına yıkıp insanları bölgesel bir iç savaşın cenderesine sokan emperyalist tayfa ise panik halinde. Bu kitlesel göç nedeniyle halklardan gasp ettikleri zenginlikler üzerinden kurdukları “medeniyet”lerini tehlike altında gören Avrupa’nın neoliberal rejimleri, AKP rejimine hatırı sayılır hibeler vererek, Türkiye’nin göçmenler için bekleme odasına dönüştürülmesini sağlamaya çalışıyor. Halklara karşı savaş yürütmek, jandarmalık yapmak konusunda uzmanlaşmış AKP rejimi ise bu görevi seve seve üstlenmiş durumda.
Avrupa: Halkların hapishanesi
Bu krizi Avrupa’nın neoliberal rejimleri açısından bir ölüm-kalım meselesine çeviren şey ise, 1980’li yıllardan bu yana kurdukları gasp sisteminin artık sürdürülemez hale gelmiş olması. Kamusal değerlerin büyük bir kısmını ulus-ötesi tekellere peşkeş çeken, kamu hizmetlerini piyasalaştıran ve belediyeleri şirketleştiren bu rejimler, bugün toplumsal refahın yerle bir olduğu, genç nüfusun işsizlikten kırıldığı ve halkların en temel haklarının bile karşılanmadığı bir Avrupa yarattılar.
Avrupa’nın neoliberal rejimlerinin altında yaşayan milyonlarca Avrupalı olmayan insan ise ırkçılık, aşırı sömürü ve asimilasyon kapanına sıkıştırılmaya çalışılıyor. Küresel terörizm bahanesiyle yoksul mahallelerinin neredeyse ilan edilmemiş bir olağanüstü halde yaşadığı Avrupa’nın neoliberal rejimleri, “entegrasyon” adı altında yürüttüğü ırkçı/asimilasyoncu programların iflasıyla, kirli tarihinin en radikal sonuçlarıyla karşı karşıya kalmış durumda.
Göçmenler ve sol siyaset
Süregiden Avrupa’ya dönük kitlesel göç, sol siyaset açısından beraberinde handikaplar kadar olanaklar da getiriyor. Handikaplardan en görüneni, göçmenlerin toplumlarda yeni “ötekiler” yaratma ve ırkçı/ayrımcı tepkileri kışkırtması ihtimali. Burada AKP rejimi de dahil Avrupalı neoliberal hükümetlerin de elinde büyük bir koz bulunuyor: Göçmenleri “ekmeğimizi çalan yabancılar” olarak hedef gösterip, toplumsal sınıflar arasında ilkel milliyetçi/ırkçı tepkileri körüklemek ve yeri geldiğinde göçmenlerin hakları için de harekete geçecek olan devrimcilere saldırtmak.
Göçmenlerin önemli bir kısmının geçiş hattı olan bu topraklarda ise AKP rejiminin, bir yandan emperyalist merkezleri göçmenlerle tehdit ederek kendi savaş politikaları açısından kendine bir manevra alanı açma ve diğer yandan ise göçmenlerin çaresizliğini istismar edip onlar üzerinden köleci bir emek rejimi kurarak, bu toprakların işçi sınıfına aba altından sopa gösterme niyetleri zaten aşikar. Avrupa’dan göçmen akışlarını ruhsatlandırma ehliyetini alan AKP rejiminin, kendi gayri resmi iç savaş ordusu olan İslamcı cihatçıları göçmen kılıfı ile sarmalayarak kurtarmaya çalıştığı ve gerektiğinde bu topraklardaki devrimcilere karşı kullandığı/kullanacağı ise zaten biliniyor. Sol siyaset açısından, bu krizin ortaya çıkardığı ve çıkaracağı handikaplara direnç oluşturmak kadar, göçmenlerin neoliberal ulus-devletlerin “istikrar”ını kısa devre yaptırarak ortaya çıkardığı olanakları değerlendirmek de mümkün.
Nihayet Suriye ve Irak’ta cihatçı çetelere karşı yürütülen devrimci savaş, Türkiye’de devlet terörüne karşı yürütülen devrimci direniş, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun pek çok yerinde yeniden filizlenen ilerici hareketler, Avrupa’da neoliberal hükümetlerin oyunlarını bozmak üzere harekete geçen toplumsal hareketler ve bugün itibariyle diktatörlüklere isyanın başını çeken Tunus halkının bir kez daha kitlesel bir sokak siyasetine soyunması, umutsuzluk kadar umudun da halen diri olduğunu da gösteriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.