Enflasyon, işsizlik, geçim derdi ve gizli devalüasyonların yarattığı tahribat, kitlelerin on üç yıldan bu yana iktidarda olan “sol hükümet”e haklı olarak giderek sırt çevirmesine yol açtı Arjantin’de 22 Kasım günü yapılan başkanlık seçiminin ikinci turunda geçerli oyların yüzde 51.4’ünü alan muhafazakar bloğun adayı Mauricio Macri ülkenin yeni devlet başkanı oldu. Macri’nin karşısında ise 13 yıldan […]
Enflasyon, işsizlik, geçim derdi ve gizli devalüasyonların yarattığı tahribat, kitlelerin on üç yıldan bu yana iktidarda olan “sol hükümet”e haklı olarak giderek sırt çevirmesine yol açtı
Arjantin’de 22 Kasım günü yapılan başkanlık seçiminin ikinci turunda geçerli oyların yüzde 51.4’ünü alan muhafazakar bloğun adayı Mauricio Macri ülkenin yeni devlet başkanı oldu. Macri’nin karşısında ise 13 yıldan bu yana ülkeyi yöneten sosyal demokrat Nestor ve Cristina Fernandez Kirchner’in halefi olarak seçime giren Daniel Scioli vardı. Sonda söyleyeceğimizi kabaca baştan söyleyelim: Ensesi kalınlar kazandı, ABD işbirlikçileri kazandı, irili ufaklı mafya kazandı, yoksullar kaybetti. Peki, yoksullar kazanıyor muydu ki?
Bu sorunun cevabını biraz erteleyip, Arjantin seçimlerine dair birkaç bilgi verelim: İki turlu olan devlet başkanlığı seçimleri, ilk turunda herkesin (ve dolayısıyla kendisini sosyal demokrat hükümetin dışında solda tarif eden siyasi partilerin ve hareketlerin) kendi adayını çıkardığı, en yüksek oyu alan iki adayın ikinci tura kaldığı, ikinci turda ise ehvenişer olana oy verildiği bir sistem olarak işliyor. Arjantin’de de böyle oldu denebilir. Kirchner hükümetine her ne kadar hayırhah bakmasa da, kendini solcu olarak tarif eden kişiler, partiler ve hareketler çok büyük ölçüde seçimde Kirchner’in halefi ilan ettiği Daniel Scioli’ye oy verdi. Sonuçta Arjantin’de Sağ Mauricio Macri üzerinden çok az bir farkla başkanlığı ve hükümeti kurma hakkını kazanmış oldu.
Sağcı yeni başkan Macri, seçim sonuçlarının belli olmasının ardından ayağının tozuyla yaptığı ilk açıklamada ağırlıklı olarak Arjantinli ve yabancı sermaye çevrelerinin ekonomik programına dönük “reformlar” yapacağını ve döviz üzerindeki devlet denetimini kaldıracağını ilan etti. Bu, zaten halihazırda sokakta resmi endeksin üç katına satılan dövizin resmi olarak da üçe katlanması, devalüasyon, kitlesel işten çıkarmalar ve yoksul mahallelere dönük devlet yardımlarının kesilmesi anlamına geliyor. Yine Macri, Venezüella’nın kıtanın ortak pazarı Mercosur’a üyeliğini askıya alma yönünde hareket edeceğini açıkladı ki bu da Arjantin’in artık kıtada emperyalizme alternatif bir bloklaşmaya dönük girişimlerin parçası olmaktan çıkacağı anlamına geliyor.
Arjantin’in Uzun 15 Yılı
Arjantin’de 2001 yılında yaşanan büyük ekonomik çöküşe karşı yoksullar, iki yıl boyunca, bir yandan neoliberal reçeteleri savunan sağcı hükümetleri sokakta devirirken ve sol popülist Kirchner hükümetini iktidara taşırken, diğer yandan da kitlesel işyeri ve fabrika işgalleri, uluslararası ticaret yollarını keserek “vergi” alma ve kendi mahallelerinde halk meclisleri inşa ederek söz, yetki ve karar hakkını devletten geri alma gibi radikal siyasi/ekonomik yanıtlar ürettiler.
2003 yılında sol Peroncu geçmişe sahip Nestor Kirchner, neoliberal kemer sıkma politikalarına son verme, temel endüstrileri kamulaştırma, yoksul mahallelere ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti sunma, IMF’ye ve diğer uluslararası kurumlara olan borçları ödememe, tarıma devlet desteği verme ve dış politikada ABD yerine Latin Amerika ülkeleri eksenli bir dış politika hattı izleme vaatleriyle iktidara geldi. Ufak bir not düşelim: 2003 başkanlık seçimlerinde ikinci tura sağın adayı Carlos Menem ile birlikte kalan Kirchner, Arjantin halkının kitlesel sokak eylemleri sonucunda Menem’in seçimden çekilmesini açıklamasıyla başkan olacaktı.
2003 yılında 2015 yılına kadar geçen sürede Nestor Kirchner ve ardından eşi Cristina Fernandez Kirchner hükümetleri, ilk yıllarda bazı stratejik sektörlerde kamulaştırmalara giderek, üretken olmayan sermayenin bir kısmını sosyal programlara yönlendirerek ve işgal fabrikalarının üretimlerinin bir kısmını alma taahhüdünde bulunarak yoksulları rahatlatacaktı. Buna askeri darbe dönemindeki suçluların yargılanarak cezalandırılması ve Latin Amerika ülkeleriyle dış politikada ABD’ye karşı görece etkili bir işbirliği eşlik edince, Kirchner hükümetleri, yoksulların ve toplumsal hareketlerin desteğini pekiştirmiş olacaktı.
Yoksullar kazanıyor muydu ki?
Taban desteğinin artık pekiştirilmiş olduğu ve ekonomide görece istikrarın sağlandığı 2008 yılında küresel ölçekte belirginleşen ekonomik krizle birlikte Kirchner hükümetinin politikaları da hızla sağa kayacaktı. Öte yandan 2001 krizi sırasında ve öncesinde ortaya çıkan radikal toplumsal hareketler de Kirchner hükümetleriyle girilen akçeli ilişkiler üzerinden yarılacak ve bu hareketlerin birer yarısı radikal niteliğini koruyarak taban örgütlenmesi üzerinden hükümetle mesafesini korumayı başarıp bağımsız bir hat izleyebilirken, birer yarısı ise hükümetin sosyal-liberal politikalarına eklemlenecek ve siyasi angajman üzerinden düzene yedeklenecekti.
Kircher hükümetleri, yoksul mahallelere ve bu yerellerde faaliyet yürüten aktivistlere/örgütlenmelere düzenli ödenekler sağladı fakat bu toplulukların kendi üretimleri üzerinden kendi kaynaklarını yaratmasının zeminin oluşturmak yerine onları devlet yardımına bağımlı hale getirdi. Enflasyon, işsizlik, geçim derdi ve gizli devalüasyonların yarattığı tahribat, kitlelerin on üç yıldan bu yana iktidarda olan “sol hükümet”e haklı olarak giderek sırt çevirmesine yol açtı. Üretimden doğan zenginliğin bölüşümündeki adaletsizliğin sürmesi, yoksullardan yana bir toprak reformunun hayata geçirilmemesi ve aşırılıkları kısmen törpülenen neoliberal reçetenin halka dayatılmaya devam etmesi ile birlikte, Arjantin’de yoksullar aslında tam olarak kazanan tarafta değildi zaten.
Nihayet Arjantin seçimleri, kendini solda tanımlayan Latin Amerika hükümetlerinin, gerçekten sosyal adaleti sağlayacak daha radikal sol politikaları hayata geçirmemeleri halinde daha fazla iktidarda kalamayacağı gerçeğini gösteren bir örnek olarak okunabilir. Sağcı adayların kirli, mafyatik bağlantıları, kendilerini solda tanımlayan hükümetlere dönük komplolar ve dezenformasyon tabii ki var. Fakat mesele bu kadar basit değil: Uzun yıllardır iktidarı ellerinde bulunduran ve kendilerini solcu olarak tarif eden hükümetlerin yaptığı hatalar üzerine ciddi biçimde düşünmek gerekiyor. Bu gidişle Brezilya, Uruguay, Venezüella ve Bolivya’daki “solcu hükümetleri” de benzer günler bekliyor gibi görünüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.