“İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Hiç kimsenin başkası üzerinde bir üstünlüğü yoktur.” Despotlar, özü itibariyle bencildirler; zevk, sefa, israf ve şehvete düşkündürler. Sefahat ve cesamet hülyaları içinde yaşarlar. Halkı un böceklerine konan nosema parazitleri gibi sömürürler. Kendilerine sürekli bir kutsiyet kazandırırlar. Kibirli ve küstah oldukları kadar gammazdırlar. Topluma nefret ekerler, üzüntü yayarlar. Tıpkı siyah başlı […]
“İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Hiç kimsenin başkası üzerinde bir üstünlüğü yoktur.”
Despotlar, özü itibariyle bencildirler; zevk, sefa, israf ve şehvete düşkündürler. Sefahat ve cesamet hülyaları içinde yaşarlar. Halkı un böceklerine konan nosema parazitleri gibi sömürürler. Kendilerine sürekli bir kutsiyet kazandırırlar. Kibirli ve küstah oldukları kadar gammazdırlar. Topluma nefret ekerler, üzüntü yayarlar. Tıpkı siyah başlı martılar gibi bir başkasının yuvasına ve yavrusuna göz koyarlar. Komşu martı suya gittiği an yuvaya dadanıp yavruları mideye indirirler. İstanbul’un “fatihi” Mehmet’in taht-ı kebir için henüz anne sütü içen kardeşi Ahmet’i boğdurtması bu ruh halinin emaresidir vesselam.
Despotizm varsa başkaldırı da olur. Hayat, aslında “özgecil(sosyalist) ve bencil(kapitalist)” genler arası bir savaştır. Tarih, bu genlerin savaşımı tarihidir. Bu bağlamda Kant, “ebedi barış” nosyonuyla yetersiz kalmıştır. Zira sınıf savaşı teorisini dikkate alamamıştır. Salt akıl, ticaret ve hukuk çözümsüz kalmıştır. Toplum mutlak şekilde mülksüzleşmedikçe ebedi barış olmaz. Mülk varsa post-modern despotlar, efendiler, çarlar, padişahlar, hanlar ve hakanların entitesi kaçınılmazdır. Tıpkı Proudhon’un işaret ettiği gibi mülkiyet, hırsızlıktır. Bizim de hırsızlık ipi üzerinde cambazlık yapan mütedeyyin bir efendimiz var artık. Kendisi her şeyi kutsala dönüştüren sofu bir dolandırıcı. O bizim Mamon’umuz (para tanrısı). Abdestli hırsızlık, dindar madrabazlık, mukaddes yolsuzluk ve üstüne bir de şehametli saray yakışır tanrımıza.
Efendimiz hazretleri bir de cinayet şebekesi kurmuş. Sanırsınız ülkeyi IV. İvan (Korkunç) yönetiyor. “Dehşet” saçarak hükümdarlık yapan IV. İvan’ın opriçninası (devlet içinde özel güvenlik sistemi) ile efendimizin esrarengiz Beştepe Sarayı arasında hiçbir fark yok. O zaman çarın güvenliğini sağlayan, bindikleri atın eğerlerine köpek kafatası ve çalı süpürgesi takarak halkı korkutan, katleden siyah elbiseli ve çelik zırhlı opriçnikler (sarayın muhafızları) vardı, şimdi ise katliamlara göz yuman ve yaralıların üzerine biber gazı sıkarak ölü sayısını arttırmaya çalışan “yeşil muhafızlar” var. O zamanlar çarın, kafası uçurulacak muhalifleri ihtiva eden dava listesi vardı. Şimdi ise efendimizin, muhalifleri paramparça eden intihar bombacı listesi var. İktidar harisliğine oğlunu alet eden ve en sonunda itaat etmediği için şakağına asasıyla vurarak öldüren IV. İvan ile yolsuzluklarına oğlunu alet edip halkın önünde her gün azap çekmesine sebep olan “sevgili efendimiz” arasında hiçbir fark yok aslında. İkisi de bir ölüm tarzı.
Beştepe’de depresyon değil hepresyon yaşayan efendinin histerik ruh halinin panzehiri öyle görünüyor ki katliamlardır. Devletin bütün aygıtları seferber olmuş efendi için katliam tertipleme ve kan akıtmanın peşindeler. Yeter ki o harlamasın, çıkışmasın ve üzülmesin. 1547’den 1584’e kadar 4 bin kişiyi katlettiren Korkunç İvan’ın ruhsal arınmasına çok benziyor. Hegemonyasına biat etmeyen Novgorod halkının 1570’te başına gelen mezalim, şu günlerde Kürdistan’da farklı metotlarla uygulanmaktadır. Sen misin efendiye oy vermeyen! 35 günlük Muhammed bebeğin hayatına kıyan Muhammediler, Hacı Lokman Birlik’in 28 kurşunla delik deşik edilmiş bedenini büyük bir kıvançla şehirde gezdiren sözde İslamcı güruh, Cizre’de cenazelerin gömülmesine dahi tahammül edemeyen akide kardeşlerimiz; Amed, Suruç ve Ankara katliamlarının dindar tetikçileri, Beştepe’nin süfli çadır tiyatrosuna “vatan savaşı” diyen ülserli kafalar ve her türlü necaset. Yaşamın olduğu bir toprak parçasından öte, sanki birbirlerinin dışkısını yiyerek kol gezen kör, köstebek fareler ülkesi burası.
Evet! Şu an için gök demir yer bakır. Ancak her karanlık gecenin de vardır bir sabahı. Bolu Beyi’ne karşı Köroğlu ne ise, Kral Dehak’a karşı Demirci Kawa odur. Saray, lüks, gösteriş, şaşaa ve kibrin sonu çok yakın. Ne diyor İslam’ın teorisyeni Muhammed bin Abdullah “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Hiç kimsenin başkası üzerinde bir üstünlüğü yoktur.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.