Ankara Katliamı’nın ardından söylenecek, söylenmesi gereken çok şey var. Ancak ne söylersek söyleyelim, nasıl tarif edersek edelim, bütün analizlerin ve önermelerin birleşeceği nokta, AKP’nin 1 Kasım’da istediği sonucu elde etmesine izin vermemektir. Nitekim katliam anından itibaren siyasetçisinden, sosyal medyacısına, gazetecisinden çetecisine kadar koro halinde biz katledilenleri suçlama çabasına giriştiler. Amaç bizi hem suçlamak hem de […]
Ankara Katliamı’nın ardından söylenecek, söylenmesi gereken çok şey var. Ancak ne söylersek söyleyelim, nasıl tarif edersek edelim, bütün analizlerin ve önermelerin birleşeceği nokta, AKP’nin 1 Kasım’da istediği sonucu elde etmesine izin vermemektir.
Nitekim katliam anından itibaren siyasetçisinden, sosyal medyacısına, gazetecisinden çetecisine kadar koro halinde biz katledilenleri suçlama çabasına giriştiler. Amaç bizi hem suçlamak hem de sindirmekti. Başarabildiler mi? Yaşadıkça göreceğiz. Bizim ödevimiz, biz yaşayanlara bedenleriyle siper olan arkadaşlarımıza (ve barış, özgürlük, eşitlik ideallerimize) karşı ödevimiz katillerimizi başarısızlığa uğratmaktır.
Diyarbakır bombası seçimden iki gün önce patlatılmıştı. Belli ki panik yaratmak ve ardından provokasyona gelen kitlenin şehri yangın yerine çevirmesi, böylece gerileyen AKP’nin bu provokasyonun sonuçlarını seçim için devşirmesi gibi bir amaç vardı ama olmadı. Örgütlü ve deneyimli Kürt Halkı provokasyonu boşa çıkardı. 10 Ekim Ankara bombası ise seçimden 22 gün önce patlatıldı. Yani sonuçların AKP lehine toparlanması için ek hamlelere zamanları var daha.
Ankara’da bombalar patladıktan sonra ki ilk icraatları katliam meydanına gaz atmak, plastik mermilerle ateş etmek, polisi sokmak, TOMA sokup su sıkmak oldu. Tam olarak nasıl bir akıl yürüttüklerini bilemiyorum ama bizi yaralılarımıza, ölülerimize sahip çıkamaz hale getirmeye çalıştıkları duygusuna kapıldığımı ve bu hale düşmekten korktuğumu çok iyi hatırlıyorum. Çünkü o korkunç iki patlamaya ve başka bir patlama daha olma ihtimaline rağmen yüzlerce belki, binlerce insan acı ve gözyaşlarına boğulmuş olsalar da alanı terk etmiyor ve ‘bir şeyler yapmaya’ çalışıyorlardı (öfke, çaresizlik veya korku içinde bu cümleyi o kadar çok duyduk ki “birşeyler yapmalıyız”). Bu durum, bizi düşman görenlerin hoşuna gitmedi ve bizi önce öldürdüler ardından sindirmek istiyorlardı.
Bu tavırlarını sonraki birçok olayda da sergilediler. Ertesi gün alana karanfil bırakmaya gittiğimizde bizi alana sokmayarak, on kişi alırız yok yirmi kişi alırız alana diyerek, anmalarımızı yaptırmayarak ezmeye çalıştılar. Emek örgütlerinin ilan ettiği üç günlük yası çalıp, yasımızın içini boşaltarak yapmaya çalıştılar. Oysa 14 üyesi ölen Birleşik Taşımacılık Sendikası’nın üç üyesi Gar binasının personeli olmasına rağmen o günden bugüne ne bir fotoğrafları ne bir karanfil veya başka bir yas işareti yoktu binada. Genel grevi engelleyerek, kara çalarak yapmaya çalıştılar. Yine Pazar günü Sıhhiye Meydan’ında yapmak istediğimiz toplu cenaze törenine tabutların getirilmesini engelleyerek ezmeye/sindirmeye çalıştılar. Sonraki günlerde adli tıptan cenazelere hiçbir tören yapılmasına izin verilmeden apar topar yollanarak aynı şey yapıldı. Barışa hasret, esir bir halkın mensubu Filistinli yoldaşımız Ahmed el-Haldi’nin cenazesine tören yapmamızı engellemek için kaçırmaya çalıştıklarında yapmaya çalıştıkları yine buydu. Anma yürüyüşlerimize saldırmaları; Dikmen’de, Kızılay’da ve daha birçok yerde siyah yas bayraklarımıza saldırıp toplamaları bu nedenle idi. Eskişehir’de anma yapan arkadaşlarımızdan 6 kişiyi tutuklamaları bu nedenle idi.
Bu arada aktrolleri, yandaş gazeteleri bütün bu saldırılara eşlik ediyordu. Katliam kısmı halledilmişti, sıra ezmek/sindirmek kısmında idi. Ancak şu ana kadar bunu başaramadılar. Her hareketleri öfkemizi biraz daha biledi.
Katliamın ardından daha ne planları var bilemiyoruz ama bir takım planlarının olduğunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Davutoğlu’nun canlı yayında “Ankara saldırısından sonra oylarımızda yüzde 43-44 bandına doğru bir yükselme trendi devam ediyor” cümlesi bile yeterlidir. Demektedir ki Davutoğlu, seçmenine, katliama kızıp bizden soğumanıza gerek yok, çünkü katliam oldu diye bize gelenler var. Öyleyse siz de sürüye dahil olmalısınız, yani seçimi almak için kaos çıkartmak normaldir. Bu mantıktan, savaş ve katliamlarla seçim kampanyası sürdüren mantıktan daha çok kalleşlik beklenir.
Bizi ezmeye, susturmaya, sindirmeye çalışırlarken kendi taraftarlarını moralize etmeye çalışıyorlar. Morallerinin bozulup kendilerini terk etmelerinden korkuyorlar. Bu nedenle katliamı, katledilenlerin muhalif kimliklerine vurgu yaparak meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Her kadın cinayetinde gördüğümüz ‘tahrik olma hakkını’ katliamda da devreye sokmaya çalışıyorlar.
Biz ne yapmalıyız? Bu soru çok kapsamlı yanıtlar gerektirebilir. Ama 1 Kasım’a kadar strateji toplantılarına, forumlarına, sempozyumlarına vakit yok. Ne yapılması gerektiği açık. AKP’ye oy verecek insanlara gerçekleri anlatmalı ve onlara oy vermeye niyet ettikleri partinin gerçek yüzünü göstermeliyiz. İnanmak istemediklerine inandırmalıyız. Katliamla bizim sesimizi kısıp, meydanları, kulakları kendi sesleriyle doldurmak istiyorlar. Onlar gibi katlederek, linç ederek, coplayarak, gazlayarak değil şiddet kullanmadan, haklılığımızın gücüyle, sesimizin inandırıcılığıyla karşılarına çıkmalıyız.
Meydanlar, duraklar, otobüsler, metrolar, vapurlar, sokaklar katilin kim olduğunu duymalı. Her sabah her akşam ve her gün. Evet, birinci hamle bu olmalı. Bunları yapmak için de toplantılara, sempozyumlara, yüksek birliklere, cephelere gerek yok. Her birimiz ve hepimiz bulunduğumuz her yerden yapabiliriz, yapmalıyız. Herkes işyerinde, okulda, mahallesinde insanlara neden AKP’ye oy verilmemesi gerektiğini anlatmalı, sandık hırsızlıklarına, hilelerine karşı görev almalı. 10 Ekim Ankara’ya bir kişiyi bile çağırmış olan herkes, bu mitinge gelmek isteyip de gelememiş herkes bu sorumluluk altındadır. Acımızı bir nebze hafifletmenin, öfkemizi enerjiye çevirmenin doğru yolu buradan geçer. 2 Kasım akşamı da toplanalım, faşizme karşı mücadeleyi ve birliklerini konuşalım.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.