Sokağı, siyasete müdahale eden ana kulvar haline getirmek için siyasetin gündemini ‘sokakta karşılamak’ gerek. Kendi gücümüze güvenerek, kendi eylemimizi gerçekleştirerek ve kendi hedefimize yürüyerek… Tayyip Erdoğan diyor ki: “1 Kasım seçimlerinden temennimiz odur ki milletimiz bu süreçte yaşadıklarımızı, bizlere yaşatmayacaktır.” O böyle temenni ettiğine göre, lafı uzatmaya gerek yok, yapılması gereken belli: Tayyip Erdoğan’ın bu […]
Sokağı, siyasete müdahale eden ana kulvar haline getirmek için siyasetin gündemini ‘sokakta karşılamak’ gerek. Kendi gücümüze güvenerek, kendi eylemimizi gerçekleştirerek ve kendi hedefimize yürüyerek…
Tayyip Erdoğan diyor ki: “1 Kasım seçimlerinden temennimiz odur ki milletimiz bu süreçte yaşadıklarımızı, bizlere yaşatmayacaktır.” O böyle temenni ettiğine göre, lafı uzatmaya gerek yok, yapılması gereken belli: Tayyip Erdoğan’ın bu temennisini boşa çıkarmak. Ona, bu süreçte yaşadıklarını kat be kat daha fazla yaşatmak.
Tayyip Erdoğan için son üç ayda yaşananların tek amacı vardır, kendisinin emir eri olacak bir AKP hükümeti, tek başına iktidar olmadığı sürece ülkedeki rejimin işleyişine ilişkin krizi devam ettirecektir. Erdoğan’ın temsil krizinin kendisi dışında bir çözümünü imkansız kılan stratejisi, durumu bir rejim krizine dönüştürmektedir. Kurduğu yönetim düzeni açısından başka da çıkış yolu yoktur. Erdoğan için bu noktadan geri dönüş neoliberal politikaların savsaklanmasına, yağma ve talan düzeninin sorgulanmasına, Kürt siyasi hareketi karşısında inisiyatifinin sıfırlanmasına, dış politikanın iflasının resmiyete dönüşmesine, aldığı komisyonların kesilmesine, diktatörlük hayallerinin kaybolmasına yol açacak. Bunlarla karşılaşmaktansa ülke yangın yerine dönsün, yüzlerce değil binlerce insan ölsün, mülteci sayısı milyonları bulsun, dolar istediği kadar yükselsin, Hopa’nın tamamını sel götürsün umrunda olmaz.
Erdoğan’ın attığı her adım kendi krizini çözmek yerine derinleştiriyor. Kürt halkına karşı giriştiği topyekun savaş hiç de istediği sonuçlara yol açmadı. Bu savaşla amaçladığı bir yandan, Kürt halkının AKP’ye daha önce oy vermiş önemli bir kesiminin tercihini tekrar AKP lehine çevirmek, diğer yandan da milliyetçi faşist MHP seçmenine yönelmekti. Ancak görüldüğü kadarıyla her ikisi de gerçekleşmedi, gerçekleşmiyor.
Tayyip Erdoğan ezberine, daha önce denenmiş tercihlerine tekrar başvurmak zorunda; halka karşı zor aygıtlarının güçlendirilmesi, sermaye gruplarına, özellikle medya sahibi olanlara şantaj ve tehdit1, sağcı siyasetçilerden devşirmeler… Ve muhbirliğin ödüllendirilmesi (daha önce nasıl aklına gelmediyse). Bunların hepsi onun için kolay ama kuşkusuz en kolay olanı sağdan siyasetçi devşirmek. Dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi özellikle gerici, milliyetçi, muhafazakar kesimler içinden çıkmış politikacıların ilkesiz, kişisel çıkara dayalı siyaset tarzlarının örneklerini bizim ülkemizde de bolca görmek mümkün. Bu durumu en iyi değerlendiren, örgütleyen şahsın Tayyip Erdoğan olduğunu söylemek yanlış olmaz. Numan Kurtulmuş örneği bu “sanat”ın en uç icralarından örneklerinden biri idi. Bir önceki seçimde bu taktiği değerlendirmeyen (BBP’ye veya Saadet’e girişmeyen) Erdoğan bu sefer sıkıştığı köşeden çıkmak için fırsat yaratıyor. Dört kritik hamle yaptı; Tuğrul Türkeş2, Mustafa Kamalak3, İhsan Özkes4 ve Yalçın Topçu5. Bunlar onu kurtarır mı?
Dönekler şimdiye kadar kimi kurtarmış? Bu soruya yanıt vermesi gerekenlerden birileri de CHP’nin zihni sinirleri. Şimdiye kadar sağdan devşirme projelerinin hangisi başarılı oldu diye kendilerine bir sorsalar. Yaşar Nuri mi, Mansur Yavaş mı, İhsanoğlu mu ya da Özkes mi?
Erdoğan’ın yeni hamlelerinin akıbeti ne olacak, yakında görülür ama Kürt halkına dönük hamlesi (açtığı savaş) kendisi için tam bir başarısızlık oldu. Toplumun çok büyük bir bölümünde bu savaşın hiçbir meşruluk taşımadığı, sadece Erdoğan’ın kişisel iktidarını amaçladığı ve tarihe şimdiden “Saray’ın savaşı” olarak geçeceği yargısı hakim. Diğer yandan PKK’nin Kürt oylarını korumaya dönük stratejisi de Erdoğan’ın hesap etmediği bir diğer etken. Kendisini hiçbir biçimde ezdirmemeyi amaçlayan, AKP’nin kolluk güçleriyle başa baş mücadele eden ve AKP’nin siyasal faaliyetini bölgede neredeyse ortadan kaldıran bir mücadele, Kürt halkını tercihini AKP’den yana değiştirmekten daha çok Kürt siyasi hareketi arkasında saflaştırmış durumda. Kürt olmadığı halde HDP’ye oy verenlerin “hassasiyetleri”nin bu süreçte önemsendiğini söylemek güç. PKK önderlerinin HDP eleştirilerinde (özellikle Demirtaş’ın açıklamalarına) sık sık dile getirdikleri “emanet oy” tartışması bu yönelimin açık ifadesi. Geçenlerde Duran Kalkan’ın yeniden gündeme getirdiği “Örneğin, daha seçim gecesi HDP yönetiminin ‘Bazı oylarımız emanet’ demesi doğru değildi ve de hatalıydı. Doğru değildi, çünkü halkın emanet oyları diğer partilerdeydi ve HDP’nin onlardan alacağı daha milyonlarca oy vardı” eleştirisinde diğer partilerdeki Kürt seçmeni kastettiği aşikâr. Bölgede çıkarılabilecek milletvekili sayısında neredeyse maksimumu yakalayan (Diyarbakır’da onda on, Ağrı’da dörtte dört vs) Kürt hareketinin asıl stratejisini bu oy oranını ve milletvekili sayısını korumak, mümkünse daha da artırmak üzerine kurduğu görülüyor. Bu stratejiden doğru değerlendirildiğinde de AKP karşısında (tek taraflı) geri çekilme tercihinde bulunmayacaktır.
Politikanın doğrudan silahlarla icra edildiği bir süreçte demokratik muhalefet olanaklarının azaldığını, etkisinin sınırlandığını kabul etmek gerekir. Bu ortama, CHP6 de dahil olmak üzere tüm aktörler teslim olmuş durumda. HDP’nin özellikle Demirtaş aracılığıyla kendisine “kısmen bağımsız” bir siyasi pozisyon edinme çabası da kendi sınırları içerisine hapsoldu. Çift taraflı7 bir baskıya maruz bırakıldığı görüntüsü veren HDP bir bütün olarak, tüm kadroları ile kendi pozisyonunu belirlemekte zorluk yaşıyor. Bu zorluk içinde HDP’nin, toplumsal muhalefetin tüm dinamiklerini de politik olarak savaş karşıtlığında, örgütsel olarak da kendi etrafında örmeye çalışması Batı’da nesnel ve öznel dirençlerle karşılaşmakta.
Açıktır ki Kürt siyasal muhalefetinin Batı’da kendisine eşdeğer (birlikte, eşit düzeyde hareket edebilecek) bir muhalefet gücü bulabilmesi (şu aşamada) mümkün değil. Ancak yine açıktır ki böylesi bir muhalefet gücünü kendi politik ve örgütsel ekseninde oluşturabilmesi de mümkün değil. Bununla birlikte siyasal baskının arttığı ve sandıkta sonuç almanın başarı kriteri olduğu bir durumda belirleyici olma çabası da anlaşılabilir elbette. Bu noktada asıl görev Kürt siyasi hareketi dışında duran toplumsal muhalefet güçlerine düşmektedir. Gücünün büyük ya da küçük oluşunu önemsemeden, savaşın hakim olduğu bir politik düzleme teslim olmadan, tek müdahale aracının sadece sandıktan geçtiğini kabul etmeden Saray politikalarının, Saray oyunlarının tamamına karşı mücadele etmek, mücadele edenlerin ortaklığını sağlamak tüm devrimcilerin görevi olarak karşımızda duruyor.
Sokağı siyasete müdahale eden ana kulvar haline getirmek içinse siyasetin gündemini “sokakta karşılamak” gerek. Örneğin 12 Eylül 1980 ile palazlanan, boy atan, 12 Eylül 2010 referandumu ile neoliberal gerici fiiliyatına yasal kılıf kazandıran AKP yine bir 12 Eylül’de, 12 Eylül 2015 günü kongresini gerçekleştirecek. Yeni dönemin halka savaş açmış kadrolarını, donanımlarını, stratejilerini belirleyecek. 12 Eylül günü Saray’ın hegemonyasında halka karşı savaş stratejisinin belirleneceği AKP kongresi gerçekleşirken, sokakta olmak, memleketi de meydanı da diktatöre bırakmayacağını ilan etmek olacaktır.
Tayyip Erdoğan seçimde aldığı oydan memnun kalmamış, o oyu arttırmayı amaç edinmişse devrimciler de değil bir oy dahi artırmasına müsaade etmek, seçmen desteğinin/oy oranının aşağılara inmesini sağlamalıdır. Tayyip Erdoğan yağma ve talan düzeninin devamı için güçlerini tahkim ediyorsa devrimciler de bu düzeni yerle bir etmek için güçlerini tahkim etmelidir. Tayyip Erdoğan kendi iktidarını korumanın yolunu Kürt halkını katletmekte arıyorsa devrimciler halkların kardeşliğini örgütleyerek bu yolu kapatmalıdır. Tayyip Erdoğan emek, kent, doğa düşmanı politikalarını sürdürüyorsa devrimciler barikatlarını daha sağlam kurmalıdır.
Devrimciler yine çoklu görevlerle karşı karşıya. Saray’ın halka karşı tüm alanlarda açtığı savaşa karşı mücadele ederken aynı zamanda toplumsal muhalefetin ortak mücadelesini örgütlemek zorunda. Kendi gücümüze güvenecek, kendi eylemimizi gerçekleştirecek ve kendi hedefimize yürüyeceğiz.
Dipnot:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.