“İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir” Bu konuşma Tayyip Erdoğan tarafından 7 Haziran seçimlerinden önce yapılmadı. Seçimlerin üzerinden iki aydan fazla bir zaman geçtikten sonra yapıldı. Eğer şürekası dayak yemekten korktukları için seçim sonuçlarını “AKP’nin anayasayı değiştirecek çoğunluğu […]
“İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir”
Bu konuşma Tayyip Erdoğan tarafından 7 Haziran seçimlerinden önce yapılmadı. Seçimlerin üzerinden iki aydan fazla bir zaman geçtikten sonra yapıldı. Eğer şürekası dayak yemekten korktukları için seçim sonuçlarını “AKP’nin anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde ettiği” biçiminde raporlamadıysa anlaşılmaktadır ki Tayyip Erdoğan, seçim öncesindeki siyasi hedefinden hiçbir biçimde sapmamıştır. 7 Haziran sonuçları, onun için “yok hükmünde”dir.
8 Haziran’dan itibaren bu ülkeye yaşatılanların tek bir amacı ve tek bir sorumlusu vardır. Tayyip Erdoğan şahsında cisimleşen gerici, faşist, çürümüş diktatörlüğün tahkim edilmesi, kurumsallaşmasının tamamlanması ve kendisinin deyimiyle “hukuki çerçevesinin kesinleştirilmesi”dir. Resmi rakamlarla son bir ayda yaklaşık 600 kişi ölmüş ve çok daha fazlası yaralanmış, sakat kalmıştır. Bu insanlar, bu amaç uğruna feda edilmiştir. Bu gerçek herkes tarafından bilinmekte ve AKP’liler tarafından da açık olarak itiraf edilmektedir. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “2014 yılının 10 Ağustos’unda cumhurbaşkanı yerine başkanı seçmiş olsaydık, Türkiye bugün bu kaosu yaşamayacaktı” diyor. AKP İzmir milletvekili Hüseyin Kocabıyık, “Şehitlerimizin vebali HDP’ye oy veren şerefsizlerin üzerindedir. Allah onların belasını versin” diyor. Yani “şerefsizler” HDP’ye oy vermese ve HDP barajı geçemese bunların hiçbiri olmayacaktı. Zaten Erdoğan’ın da Rize’de söylediği tam da bu: “7 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı tek parti iktidarına imkan vermeyen Meclis tablosu, Suriye’de yaşanan kaos ortamının derinleşmesiyle birleşince Türkiye yeni bir tehditle karşı karşıya kaldı.” Yani kendisi “yeni bir tehditle karşı karşıya kaldı”.
Tayyip Erdoğan, seçim mitinglerine Rize’den başlamıştır. Açılış yapacak yeni tesis kalmadığı için artık konuşma yapma mekanı asker cenazeleri ve muhtar toplantılarıdır. Amaç bellidir; AKP’ye en az 2-3 puan daha kazandıracak en uygun durumda yeni bir çakma seçim tezgahlamaktır. Bu süre boyunca da (bu süre 90 gün ile 180 gün arasında değişmekte) ülkeyi fiili başkanlıkla yani diktatörlükle yönetmektir. Süreyi uzatmak, yeni fiili, yasal gerekçeler uydurmak da masasında elbette bulunmaktadır. Masasında bulunmayan tek şey “normal” yollarla “teslim” olmaktır.
Tayyip Erdoğan, yarattığı kaos ortamında meşruluğunu Kürtlere karşı başlattığı yeni savaşta aramakta. Çünkü meşruluk sağlayacağı hiçbir şeyi kalmadı; halkın sandıktaki iradesi diyordu, yenildi; dış politikada büyük oyun kurucu olacağız diyordu, dışlandı; güçlü ekonomi diyordu, döviz fırladı; ileri demokrasi diyordu, diktatörlük oldu. Eğer bu dönem Kürtlere karşı savaşı başlatmasaydı bu toplum, bu basın, bu siyasetçiler hangi gündemlerle meşgul olurlardı? Elbette AKP’nin hiç de hoşuna gitmeyecek gündemlerle! Meclis’in ekim ayına kadar tatilde olacak olması güçlü bir biçimde sorgulanmıyor, Musa Çitil1 gibi eli kanlı katiller uyduruk yargı kararlarıyla beraat ettirilip, üzerine terfi de ettirilip Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanı olarak görevlendirilebiliyor, bürokrat atamaları kimsenin umurunda değil, kamu çalışanlarının toplu görüşmelerinin muhatabı milletvekili bile olmayan Bakan Faruk Çelik’in inisiyatifinde sürdürülüyor, yüzbinlerce kamu çalışanını ilgilendiren bu görüşmeler sadece altyazı haberi niteliğine indirgenmiş durumda. Başta üçüncü köprü olmak üzere katil projeler doğa katliamlarına gayri-yasal olarak devam etmekte, artık toplu katliamlar olarak yaşanan mülteci kıyımlarına her gün yenileri ekleniyor, bir ay sonra başlayacak yeni eğitim döneminin hiçbir temel sorunu tartışmaya bile açık değil, büyük depremin üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen yerel yönetimlerin, merkezi iradenin ne kadar yol kat ettiği bilinmiyor, vs. vs. vs.Bu liste elbette çok daha uzatılabilir.
Tüm bunlara rağmen toplumsal muhalefet de “kısmen” geri çekilmiş durumda. Kuşkusuz bu durumun “anlaşılabilir” nesnel nedenleri sıralanabilir; oyunun büyük siyasi aktörler arasında oynanması, yaz ayının getirdiği tatil rehaveti, koalisyon görüşmelerinin sonucunun beklenmesi, seçim tarihinin açıklanmasının beklenmesi, vs. vs.
Bu süreçte inisiyatif alan tek güç, seçim başarısının ardından Kürt siyasi hareketi oldu; gerek gerillayı tekrar politika yapıcı olarak gerekse de Batı’da toplumsal muhalefetin bir araya getirilip örgütlenmesinin adımı olan “Barış Bloku”nu şekillendirerek. Ancak açıktır ki siyasetin, Kürt siyasi hareketine karşı sürdürülen savaşın durdurulması ve müzakere masasına dönülmesi olarak belirlendiği ve bu siyasetin de silahlar aracılığıyla sürdürüldüğü bir ortamda demokratik toplumsal muhalefetin inisiyatif alacağı alan daralır. Daraldığı yer, savaşa karşı olmak, barışın destekçisi olmaktır. HDP’li olmayan kesimlerin bu siyaset tercihiyle kurduğu ilişki bu sınırlara indirgenir. Oysa seçimden önce bu kesimlerin geliştirdiği destekte; Kürt siyasi hareketinin IŞİD vahşeti karşısında geliştirdiği direnç, çeşitli etnik ve toplumsal kesimleri siyaset düzleminde temsil ettirme iddiası, toplumun bütününü kapsayan demokratik talepler ve AKP’nin tüm icraatlarını etkili bir biçimde sorgulama iddiası gibi geniş bir spektrum bulunuyordu. Ancak son dönemde yaşananlar bu düzlemi “büyük ölçüde” ortadan kaldırdı.
Şimdi yeni bir “siyaset düzlemi”nin kurulması gerek. Bu düzlemin siyasal hedefini “AKP’nin geriletilmesi” olarak belirlemek yetersiz kalacaktır. Ve bu hedefle sınırlı olarak (seçim öncesinde olduğu gibi) HDP’nin baraj geçirtilerek AKP’nin sayısal çoğunluğunu azaltma taktiği de yetersiz kalacaktır. Toplumsal muhalefetin önüne 7 Haziran’dan önce ne yapıldıysa aynısının yapılması hedefinin konması, tarihi tekerrür ettirme çabasıdır ki bu da ileri bir hamle değildir.
Bu noktada da Kürt siyasi hareketinin bütün toplumsal muhalefeti tek bir eksene (barış talebine) çekme ve bu eksenin merkezinin de Kürt siyasi örgütleri tarafından oluşturulması tercihi doğru olmayacaktır. Ortadoğu’da ne tür ilişkiler içine girilirse girilsin, ne kadar büyük hedeflere ulaşılırsa ulaşılsın Türkiye toplumunun AKP’den, Tayyip Erdoğan’dan ve bunların uyguladığı neoliberal, gerici, faşist politikalardan kurtulmasının yolu ne Suriye’de ne Erbil’de ne de İncirlik’in sahiplerinde aranabilir.
Bugün yapılması gereken şey bellidir; Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin siyaset düzleminden silinmesi gerekmektedir. Tayyip Erdoğan ve AKP hem sokağa hem sandığa hem de tarihe kalıcı bir biçimde gömülmelidir. Bunun için politik hedef halka karşı açtıkları savaşın bütün başlıklarını içeren bir mücadele olmalıdır. Gericiliğe, faşizme, neoliberal politikaların tamamına, savaşa, kadın düşmanlığına, kent ve doğa yağmasına, emek düşmanlığın karşı. Ve elbette diktatörlüğe karşı demokrasi talebini yükselten bir mücadele. Bu mücadelelerin sahipleri/bileşenleri hızla bir “Demokrasi Cephesi” düzleminde (ufak büyük, güçlü güçsüz ayrımına gitmeden eşit bir temsiliyetle) bir araya gelmeli ve mücadeleyi her yere ve her kademeye yaymalıdır. Elbette AKP ve Erdoğan iktidarını yıkma hedefi ile seferber olacak bir demokrasi cephesinin başarılı olabilmesi emekten doğaya, barış mücadelesinden kadın özgürlük hareketine ve Kürt sorununun siyasi çözümüne kadar böylesi bir cephenin bileşeni olacak her tür mücadele düzleminde ertelemeksizin iktidar politikalarına karşı direnişlerin geliştirilmesi, en mikro ölçekten en genele “diktatörlüğe karşı direniş” çizgisi ile yakınlaştırılmasına da bağlıdır. Bugün mahallesinde, işyerinde, kentinde yaşamına, doğasına, emeğine, özgürlüğüne sahip çıkmak için, mücadele edenler mücadelelerinin başarıya ulaşması için bu iktidarın defedilmesi gerektiği fikri ve pratiği ile donanmak durumundadır.
İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin siyaset düzlemi değişmiştir. Toplumsal muhalefetin kendisi de mücadele hedefleri de değişmek zorundadır. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun karşısına sokağın hukukunu, sokağın siyasetini, sokağın gücünü dikmektir.
1-Mardin’in Dêrik ilçesinde Jandarma Karakol Komutanı iken 13 köylünün katledilmesi, “Irza geçme” ve “Kötü muameleden” yargılanan ama Türk mahkemeleri tarafından ceza verilmeyen Musa Çitil.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.