Yıllarca Kürtlerin varlığını tanımadılar, ekrad dediler, dağdan inmemiş Türk dediler; öz kimliklerini ayaklar altına aldılar. Kürtleri paryalaştırmak için devletin tüm ideolojik araçlarıyla seferber oldular. Bir taraftan Kıbrıs’taki 100 bin Türk için otonomi talep ettiler, diğer taraftan kendi 20 milyon Kürt’üne “kardeşlik” nasihatinde bulundular. Bir halkın zekâsıyla oynadılar ve hayâsızca o halktan “milli birliğin” korunmasını istediler. […]
Yıllarca Kürtlerin varlığını tanımadılar, ekrad dediler, dağdan inmemiş Türk dediler; öz kimliklerini ayaklar altına aldılar. Kürtleri paryalaştırmak için devletin tüm ideolojik araçlarıyla seferber oldular. Bir taraftan Kıbrıs’taki 100 bin Türk için otonomi talep ettiler, diğer taraftan kendi 20 milyon Kürt’üne “kardeşlik” nasihatinde bulundular. Bir halkın zekâsıyla oynadılar ve hayâsızca o halktan “milli birliğin” korunmasını istediler. Tıpkı Horatius’un yazdığı şekliyle kukla gibi ipleri çekilip oynatıldılar.
En sonunda Kürt realitesini tanımak zorunda kaldı “süzeren” takımı. Zira gerçekler inatçıdır, eninde sonunda kendilerini kabul ettirirler. Mutlak devlet teamülleri kırıldı. Artık salt üst kimlik ve raison d’etat (devlet aklı) çöktü. Irkçı-egemen mekanizma son soluk alışında. Şimdilerde 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, BİLGESAM vb. “bilimsellik” adı altında akademik safsata üreten, hezeyanlarla mantık bulandıran, tarihsel-sosyolojik-filolojik çalışmaları görmezden gelen veya çarpıtan dezenformasyon araçları görev başında. “Ne yazık ki” Kürtlerin varlığını tanıdılar, artık nafile yenildiler; onları parçalamak için ellerinde kalan son kurgusal yalanı da yaymaktadırlar: “Zazalar, Kürt değildir.”
Zazalar hakkında Mehmet Emin Zeki, Mehmet Bayrak, Munzur Çem, Mesudi, Basil Nikitin ve daha nice tarihçi-araştırmacıların aydınlatıcı çalışmaları mevcuttur. Ancak dilerseniz bu konuda ilk sözü Türkçülüğün esaslarını çizen ve Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler kitabını yazan Ziya Gökalp’a verelim: “‘Filan adam Kürt müdür, yoksa Zaza mıdır’ denildiği zaman Kürt’ten maksat Kurmanc’dır.” Gökalp, burada Zaza ve Kurmanc’ı iki ayrı Kürt unsuru olarak ittihaz etmektedir.
Zaza olarak dile getirilen ve Kürt olmadığı iddia edilen halkın konuştuğu lehçe Kırdki, Kırmancki veya Dımılkidir. Bu bakımdan Zazaca, çeşitli bölgelerde Kırd, Dımıli veya Kırmanc gibi sözcükler adı altında da tezahür etmektedir. Farklı adlardaki söz konusu lehçe, Kürtçenin bir bileşenidir. Bu anlamda Zazaların Kürt olduklarını söylemek filolojik olarak doğru bir yoldur. D. N. Mackenzie, P. G. Kreyenbroek gibi bazı Batılı araştırmacıların ileri sürdüğü “Zazaca’nın Kürtçe ile bir ilgisi yoktur” faraziyesinin bilimsel temelden yoksun olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda Vaté Grubu’nun Zazaca ve diğer Kürt lehçeleri arasındaki bağa ilişkin yaptığı incelemeler, çok daha bilimsel ve didaktiktir. Zazaca ve Kurmanci arasında mutlak surette gramer ve fonolojik olarak bazı benzerlikler söz konusudur. Bununla birlikte Zazalardaki vaziyet, tıpkı Goran, Soran ve Kelhur gibi Kürt aşiretlerine çok benzemektedir. Çünkü onların da konuştukları lehçeler, aynı adlar (Soranice, Kelhurice v.b.) altında Kürtçeye iltihak etmektedir. Bu alanda oldukça ehemmiyet arz eden Bitlis Emiri Şerefhan’ın 1597’de yazdığı Şerefname, Kürtçenin lehçelerini şöyle aktarmaktadır: “1-Kurmanci, 2-Lur, 3-Kelhur, 4-Goran”. Görüldüğü gibi aşiret adı, lehçenin adına intikal etmiştir.
Zazaca’nın (Kırdki\Kırmancki\Dımılki) Kürtçeden ayrı bir lisan olmadığına ilişkin en önemli çalışmalardan biri de Evliya Çelebi’ye ait. Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin 4. cildinde Kürtçenin lehçeleri ve ağızları şöyle yazılmaktadır: “1-Zaza, 2-Lulu, 3-Avniki, 4-Mahmudiye, 5-Şirvani, 6-Cizirevi, 7-Pesani, 8-Sincari, 9-Hariri, 10-Ardalani, 11-Sorani, 12-Haliti-Halidi, 13-Çekvani, 14-İmadi, 15-Rojki-Rociki”. Görüldüğü üzere Zaza sözcüğü, Kürtçenin lehçeleri ve ağızları içinde telakki edilmiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki her birey, istediği kimliği seçebilir. “Zazayım, katiyen Kürt değilim” tümcesine kimlik seçme konusunda bir itirazımız olamaz. Niyetimiz kültürel asimilasyona uğramış bireyi şüpheye sürüklemek ve ezberletilmiş dogmaları sorgulamasını sağlamak. Kısacası “Şüpheci Thomas” misali diyalektiğe teşvik etmek.
Bu minvalde “Horasan’dan veya Daylam’dan geldiler, onlar Zaza’dır, Kürt olamaz, Türkçeyi dahi Kürtlerden iyi konuşuyorlar” sözü ağızdan ağza deli sayıklaması gibi gezinmektedir. Aynı şekilde Dersimce konuştuklarını, Zaza olduklarını, Kurmancları anlamadıklarını ve bu yüzden Kürt olmadıklarını dile getirenler de yok değil. Öncelikle Horasan konusuna kısaca değinmek gerekir. Mehmet Bayrak’ın altını çizdiği gibi Horasan tam bir ideolojik tuzak. Zazacılıktan medet uman Dersimli araştırmacılar için efsunlu mekân. Hâlbuki Horasan sadece Türk yurdu değil. Kürtler, Medler döneminden beridir bu bölgede yaşamaktadırlar. Safevi döneminin tarihçisi Kelimullah Tevahudi’ye kulak verdiğimizde özellikle Şah İsmail ve Şah Abbas dönemlerinde gönüllü ve zorunlu olarak Dersim bölgesinden Şadlu, Zefiranlu ve Çemişgezek konfederasyonu halinde bazı aşiretlerin de Horasan’a gittiği görülmektedir. Horasan’a hicretin temel sebebi, kuzeyden Safevileri huzursuz eden Özbek ve Türkmen saldırılarına karşı koymak. Bir bakıma Çarlık Rusyası döneminde imparatorluğu dış tehditlere karşı savunan Kazaklar gibi. Yine Mehmet Bayrak ve Cemşid Bender’in verdiği bilgiye göre Türklerin Horasan’a henüz gelmediği 8. yüzyılda, Ebu Müslim-i Horasani İsyanı’na Kürt aşiretleri tarafından destek verilmiş. Günümüzde dahi Horasan’da yaklaşık 1,5 milyon Kürt yaşamaktadır.
Dolayısıyla Horasan’da Türkler de Kürtler de ve diğer etnik kimlikler de dönem dönem yaşamışlardı. Bu bağlamda “Horasan’dan geldik, Kürt değiliz” önermesi totolojik ve mesnetsiz bir tümce. Mistik bir hüviyete bürünmüş artık. Tıpkı İstiklal Marşı gibi ezberletmişler. Özellikle Dersim halkının Kemalist demagojiye karşı daha mukavemetli olması gerekmektedir.
Gelelim yukarıda belirttiğimiz ikinci mantığa. Bu mantık dil çözümlemesi ve dış faktörlerin bir dili değiştirebilme ihtimalinden uzak bir mantık. Dersim’de biz ayrana “katıx” derken 3 köy ötemizde “do” denilmektedir. Ağızlar arasında dahi farkların olduğu dinamik bir süreçten bahsediyoruz. Dil canlıdır, sürekli devinim geçirir, muktedir kültürlere sıklıkla yenik düşer, onlara ayak uydurmaya çalışır ve farklı dillerden etkilenir. Bu bakımdan filolojik farklılıklara Hegelci statik ve mistik bir mantıkla yaklaşamayız. Bir Batı Ukraynalı ile Bir Volga Rus’unu yan yana getirin anlaşamazlar. Hâlbuki ikisi de Eski Slavcayı konuşuyorlar. Gelenek ve göreneklerde Slav kültürü hâkim. Fakat zaman, mekân ve olaylar dili farklı lehçelere, ağızlara ve şivelere ayırdı. Buna rağmen varlık ve öz ilişkisi devam etmektedir. Zazacılık şayiasını özenle yayanların eylemi, İbn-i Haldun’un şu sözüyle özetlenebilir: “Yalan otlaklarda yemlenmesi için dilin yularını serbest bırakmak”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.