Halk İsyanı’yla tökezleyen AKP tek parti iktidarının çöküşünün bir egemen sınıf operasyonuyla değil sol müdahaleyle gerçekleşmesi solun önümüzdeki dönemi açısından kritik önem taşıyan bir başarı olarak tarihe geçti. Şimdi anlık tabloya odaklanan sıcakkanlı değerlendirmelerden kaçınarak, tarihin sola doğru salınan sarkacının sunduğu olanakları değerlendirmenin vaktidir “Her seçim bir kurtuluş savaşıdır” diyerek seçim kampanyası yürüten Tayyip Erdoğan, […]
Halk İsyanı’yla tökezleyen AKP tek parti iktidarının çöküşünün bir egemen sınıf operasyonuyla değil sol müdahaleyle gerçekleşmesi solun önümüzdeki dönemi açısından kritik önem taşıyan bir başarı olarak tarihe geçti. Şimdi anlık tabloya odaklanan sıcakkanlı değerlendirmelerden kaçınarak, tarihin sola doğru salınan sarkacının sunduğu olanakları değerlendirmenin vaktidir
“Her seçim bir kurtuluş savaşıdır” diyerek seçim kampanyası yürüten Tayyip Erdoğan, 7 Haziran 2015 sandık muharebesinden yenik ayrıldı. Böylece, Haziran 2013 sokak muharebesindeki yenilginin ardından sığındığı sandığı da yitirmiş oldu. O artık cumhur’un değil gayrimeşru işlerin başkanı olarak bugüne kadar kendisinden hesap sorulmasını engelleyen kalkanlardan yoksun.
AKP 13 yıldır tepe tepe kullandığı tek başına iktidarı yitirince Erdoğan’ın Yasama, Yargı ve Üst Kurullar üzerindeki mutlak belirleyiciliği, iktidar mensuplarının yargılanmasını ve denetlenmesini engelleme şansı da ortadan kalktı.
Yani Erdoğan’ın kaybı yalnızca başkanlık ile diktatörlüğüne anayasal temel kazandıramamış olması değil; çürümüş diktatörlüğünü fiilen ayakta tutan temeli de yitirmiş durumda.
Yeni denklemde Erdoğan’ın yeri dar
Yeni siyasi denklemde AKP hala yüzde 40,9’la birinci parti ancak çözülme sürecine girmiş, toplumun geri kalanının nefretini kazanmış ve hesap gününü bekleyen fazlaca dosya biriktirmiş bir parti olarak “oyun kurucu” değil savunma pozisyonunda. Üstelik koalisyon için kapısı çalınacak bütün muhalefetin “onunla olmaz” dediği fiili lider Tayyip Erdoğan’ın yükünü taşıyor.
Seçimin AKP’yi gerileten anahtar partisi HDP ise, Kürtlerin bugüne kadar hareket dışındaki kesimlerini sağdan koparıp sol, sosyalist kesimlerle de olumlu bir etkileşime girerek elde ettiği yüzde 13’lük oy oranıyla, hem kendisi hem de Türkiye siyasetinin geneli açısından önemli bir sonuç elde etti. HDP bölge partisi olmaktan çıkarken, Fırat’ın iki yakasındaki mücadeleler arasındaki köprüler güçlenmiş oldu.
CHP oy oranını artıramasa bile, kadro ve söylemiyle eski ulusalcı eğilimlerini ve tortularını ayıklamış, egemen sınıfların olası koalisyon seçenekleri içinde görmek istediği, Kürt sorununda “çözümsüzlük” ve ekonomide “politikasızlık” algısını kırmış bir parti olarak iktidar denkleminin içinde.
MHP ise, AKP’deki erimeden beslenen tek sağ adres olarak elini yükseltiyor.
Ülke siyasetinin parlamento dışı aktörleri de seçim sonuçları karşısında hızla renk verdi.
Fethullah Gülen “Firavun da kendini çok güçlü görüyordu; Hazreti Musa ve bir avuç Musevî karşısında gark olup giderken, döndü sığındı ama artık iş işten geçmişti” deyip, eski husumetleri sürdürmekten yana olmadığını ekleyerek, mealen Erdoğan için artık yapılacak çok şey olmadığı ancak AKP iktidarıyla uzlaşmaya açık olduğu mesajını verdi.
Seçim öncesinde kim hükümet olursa onunla çalışacaklarını ısrarla vurgulayıp basın ve ifade özgürlüğü dışında AKP ve Erdoğan’ı eleştirmekten kaçınan ABD, seçimin ardından bu konumu değiştirdi. ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Francis Ricciardone, AKP’nin “koalisyon felakettir” söylemine yanıt verircesine “Türkiye koalisyona hazır” dedi. Benzer bir tavır da, tek parti iktidarının gidişine ağıt yakması beklenen Türkiye sermayesinin, halinden memnun bir şekilde “partiler uzlaşsın” diyen açıklamalarında görüldü.
ABD lideri Barack Obama da seçim sonrası Türkiye ile ilgili ilk mesajında, Türkiye yönetiminin IŞİD’e karşı gerekli tedbirleri almaktan kaçındığından söz ederek AKP’nin Suriye politikasını hedef aldı. Bu mesaj, Erdoğan’ın bizzat kendi üstüne alındığı, MİT TIR’ları operasyonu ve Suriye gönderilen silahlar haberi ile birlikte anlam kazanıyor.
Şimdi Erdoğan için fetih naralarını bir kenara bırakıp Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na sığınma vakti. Tek başına iktidar sayesinde ezilenlere uyguladığı zor ve egemenlerden aldığı rıza eskisi gibi sürdürülemez.
Egemenler, tek başına iktidarın hatırına katlandıkları bu hasta adama artık eskisi gibi müsamaha göstermeyecek. Onu, gücünün doruğuna çıktığı bir süreçte hem sokakta hem de sandıkta geriletme becerisini gösteren ezilenler ise, sol siyasetin olanaklarının yükseldiği ve iktidarın zor kapasitesinin sınırlandığı yeni bir siyasallaşma sürecinde kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda daha etkin mücadelelere girişebilecek.
Tek başına iktidar gidince
Seçimin tartışmasız mağlubu, kendisini oylatan Erdoğan… AKP seçim kampanyasını bizzat yürüten, başkanlık sisteminin onaylanmasını isteyen ve baş aktör olarak da kendini ortaya koyan Erdoğan; 400 vekil, o da olmadı Anayasa değişikliği teklifini referanduma götürecek kadar vekil istemişti. Halk, Erdoğan’ı geri çevirerek, tek başına hükümet kuracak kadar vekil dahi vermedi. Diktatörlüğün fiili temeli olan tek parti iktidarına da son verdi.
Seçim yaklaşırken başkanlık sistemi hedefinin neredeyse imkânsız olduğu herkes gibi Erdoğan da anlamıştı. Ancak AKP’nin tek başına iktidarını sürdürmesi halinde Erdoğan 7 Haziran öncesinde olduğu gibi fiili başkan olarak ülkeyi yönetmeye devam edebilecek, iktidarı kendine kalkan yaparak hesap vermekten kurtulacak, egemen sınıfların kendisine müsamaha göstermesini sağlayabilecekti.
AKP’nin 13 yıldır tepe tepe kullandığı tek başına iktidarı yitirince bugüne kadar yalnızca Yürütme üzerindeki mutlak hakimiyet değil iktidar partisinin Yasama, Yargı ve Üst Kurullar üzerindeki mutlak belirleyiciliği de ortadan kalktı.
AKP koalisyon ya da tek başına azınlık hükümeti kursa bile, bu meclis bileşimiyle eskiden olduğu gibi tek başına istediği yasayı çıkaramayacak. Tek başına savaş kararı alamayacak. Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay gibi kritik kurumlara TBMM kontenjanından seçilen üyeleri tek başına belirleyemeyecek. Meclis Başkanı’nı tek başına kürsüye oturtamayacak. Tek başına seçim kararı alamayacak. RTÜK’te ve Meclis Komisyonlarında çoğunluk AKP dışındaki partilerin toplamına geçecek. Yolsuzlukları ortaya koyan Sayıştay raporlarını engelleyemeyecek. Saray’ın istediği ödeneği veremeyecek. Yolsuzluk fezlekelerinin görüşülmesini ve adı yolsuzluğa karışan AKP’lilerin Yüce Divan’a gönderilmesini engelleyemeyecek.
Erdoğan’ın düşüşü yeni mi?
7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin gücünün doruğundayken 13 yıldır elinde tuttuğu tek başına iktidarı yitirdiği ve ilk kez bir genel seçimde oy sayısını artıramayıp, bütün bölgelerde düşüş yaşadığı doğru. 2002’de 10.848.704, 2007’de 16.327.291, 2011’de 21.399.082 oy alan AKP 2015’te 18.858.631 oya geriledi. Söz konusu tarihlerdeki oy oranları açısından aynı gidiş söz konusu 2002’de 34,4; 2007’de 46,6; 2011’de 49,8; 2015’te 40,9.
Öte yandan bu rakamlara aldanıp düşüşün nedenini Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinden sonra yaşanan gelişmelerde ya da AKP’nin bu seçimde izlediği taktiklerde aramak doğru değil. Çünkü Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na seçildiği Ağustos 2014 seçimine bakıldığında, Erdoğan’ın devletin tepesine çıktığı bu tarihte de düşüş süreci yaşandığı, Erdoğan’ın Saray’a çıkmaktan ziyade düştüğü ya da sığındığı görülüyor.
2011 Genel Seçimi’nde AKP’nin oy sayısı 21.399.082 iken, Erdoğan’ın MHP tabanından da oy topladığı 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde alabildiği toplam oy ise 21.000.143’tü.
Kısa süre öncesine kadar kamuoyunda AKP lehine çalışmakla itham edilen KONDA araştırma şirketi, AKP’nin Anayasa değişikliği teklifine %58 oy ile onay aldığı 12 Eylül 2010’da doruğa çıktıktan sonra Temmuz 2012 itibariyle istikrarlı bir gerileme içine girdiğini raporlarına yansıtmıştı.[1]
Ancak iktidara aday bir muhalefetin yokluğunda bu düşüş sürecinin bir iktidar yitimine yol açması için 2015 Genel Seçimi’ni beklemek gerekti.
Sallantı, isyan, operasyon ve çöküş
Gerilemenin 2012 yılında başladığına ilişkin tespitin, bir anket şirketinin raporları dışında daha ciddi dayanakları var. 2012 yılı Kürt sorunu, dış politika, demokrasi ve ekonomi alanında kriz dinamiklerinin biriktiği, AKP’nin başarısızlıklarla yüz yüze geldiği, emperyalizm ve sermayeden gelen sorgulamaların ve toplumsal muhalefetin yükselişe geçtiği bir yıldı.
Temmuz 2012’de AKP’nin taraf olduğu Suriye savaşı şiddetlenerek yanı başımızda bir cihatçı bataklığı oluşmaya başlamış, diğer yandan Suriye Kürtleri Türkiye sınırında öz yönetimlerini kurmuş, AKP’nin Kürt sorunundaki oyalamalarının iflasıyla Türkiye sınırları içinde çatışmalar yeniden başlamış, devletin kolluk güçleri geniş alanlardan çekilmek zorunda kalmıştı.
Takip eden aylarda ABD’nin eski Türkiye büyükelçilerinden Morton Abramowitz “Sallantıdaki Türkiye”[2] başlıklı bir makale yayımladı ve AKP’nin Kürt sorunu, dış politika ve ekonomik kırılganlık nedeniyle sallantıya girdiği, yerine bir iktidar alternatifi olmadığı ancak AKP’nin bölünebileceği ya da çözülebileceğine dikkat çekti. Bu bir tespit olmanın ötesinde ABD’den gelen bir “toparlan” uyarısıydı.[3] Dış politika ve Kürt sorunundaki iddialı adımlar[4] bu basınç altında, yani AKP’nin bir çözümü değil krizi var olduğu için atıldı. Kürt sorununda “çözüm süreci” ve Suriye’de derinleşen savaş uzun vadede AKP’nin krizini derinleştiriyordu.
Öte yandan Aralık 2012’deki ODTÜ öğrenci isyanını bir dönüm noktası alırsak AKP’nin baskı ve şiddet politikaları karşısında demokratik içerikli bir muhalefet dalgası yükseliyor; bunun yanında emek, doğa ve kent mücadeleleri de gittikçe daha büyük bir enerji ile yaygınlaşıyordu.
Haziran 2013’te patlak veren halk isyanı AKP’nin krizinin olgunlaştığı ve ilerici muhalefet dinamiklerinin enerjisinin yükseldiği böylesi bir süreç içinde gündeme geldi ve iktidar bloğunu çatlattı. İktidarı deviremese de gayrimeşru hale getiren isyanın ardından Aralık 2013’te bu sefer bir egemen sınıf operasyonu olarak Cemaat eliyle yürütülen 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu geldi. İktidarın meşruiyet krizini derinleştiren, iktidar bloğu içindeki çatlakları onarılamaz hale getiren operasyonun ardından AKP giderek destek temelini daraltma pahasına zor ve baskıyla iktidarını sürdürdü ve takip eden iki seçimde oy sayısını düşürse de galip çıktı.
Bu, kısa vadede AKP için olduğu kadar uzun vadede de toplumsal muhalefet için iyi bir gelişmeydi. Cemaat’i koçbaşı olarak kullanan egemenler, Haziran İsyanı’nı çalamadı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından bu kez, Erdoğan’ın Kürtlere karşı IŞİD’den yana tutum beyan ettiği Ekim 2014 Kobanê süreci gündeme geldi. Haziran 2013’te İsyan’ın dışında kalan Fırat’ın doğusu da artık AKP’ye ve Erdoğan’a isyan etti ve bu AKP’nin oyalamaya dayalı Kürt siyasetini de çökerten süreç oldu.
Aralık 2014’e gelindiğinde ise, birkaç hafta içinde bastırılsa da, MİT-Cumhurbaşkanlığı ve çevresi-Başbakan ve çevresi-eski AKP kurmayları arasında vuku bulan AKP içi tartışmalar artık krizin iktidar bloğu içinden parti içine taşındığını gösteriyordu.
Bu krizli hal içinde seçim düzlemine girilirken AKP, Erdoğan’ın fiili liderliği altında başkanlık hedefini benimsedi. Ancak krize bulunan çözüm, krizi derinleştirmekten başka işe yaramayacaktı.
İsyanlarda kendini açığa vuran ilerici muhalefet dinamikleri 7 Haziran seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın anayasal temel kazanmış diktatörlük iddiası karşısında sandığa müdahale etti.
Tarihin sarkacı sola
Sosyalistlerin de kritik bir rol oynadığı müdahale, AKP’yi sandıkta da geriletmek için HDP’ye barajı geçirme iddiasıyla yaşandı. AKP’yi 7 Haziran’da alt eden de HDP’nin barajı aşması oldu.
Halk İsyanı’yla tökezleyen AKP’nin çöküşünün bir egemen sınıf operasyonuyla değil sol müdahaleyle gerçekleşmesi solun önümüzdeki dönemi açısından kritik önem taşıyan bir başarı olarak tarihe geçti.
Bu sandık başarısında, ülkede milliyetçi önyargıların kırıldığı Haziran İsyanı ve Kobanê’den Diyarbakır miting katliamına, “AKP-Kürt hareketi ittifakı” tezlerini yerle bir eden gelişmelerin hazırladığı zemini iyi değerlendiren solun kritik bir rolü var.
HDP’nin yüzde 13’lük sandık başarısında Kürt halkının büyük çoğunluğunun İslamcı-neoliberal-faşist AKP karşısında ilerici demokratik bir seçeneği temsil eden Kürt hareketini tercih etmesinin yanı sıra sosyalistlerin HDP’ye destek çağrısı ve bunun da katkısıyla sosyal demokrat tabandan kayda değer bir kitlenin diktatörlüğe karşı HDP’ye destek vermesi etkili oldu. Sol yelpazedeki iki parlamenter aktörün (CHP ve HDP) hem ilerici toplumsal muhalefetin diğer bileşenleriyle olumlu bir etkileşime girebilecekleri hem de ülke yönetimine etkin müdahalelerde bulunabilecekleri bir iklim ve denklem oluştu.
Bu bir sol taban genişlemesi içinde gerçekleşti. Sola verilen toplam oyların oranı yüzde 38’i aşarak 12 Eylül 1980 sonrası gerçekleşen seçimlerde elde edilen en yüksek orana erişti. Genç seçmenler arasında sol oy oranı ise genele göre daha da yüksek.
Sonuç olarak 7 Haziran 2015’te 13 yıllık tek parti iktidarına son veren şey, basit bir seçim başarısı değil, solun çürümüş diktatörlüğe karşı sokakta ve sandıkta verdiği çok boyutlu mücadeledir.
Haziran İsyanı’nda, Kobanê’de, 7 Haziran’da toplam olarak şahit olduğumuz şey, tarihin sarkacının sola yönelişidir.
Sosyalistler bu süreçlerin tamamında kritik, ihmale gelmez bir rol oynamışsa da bu rol maalesef “oyun kuruculuk” değildir. Şimdi anlık tabloya odaklanan sıcakkanlı değerlendirmelerle aşırı iyimser ya da aşırı kötümser tespitler yapmaktan kaçınarak, artık “oyun kurucu” olma iddiasıyla, tarihin sola doğru salınan sarkacının sunduğu olanakları değerlendirmenin vaktidir.
Ezilenlerin hem sokakta hem sandıkta, hem ovada hem dağda, hem silahlı hem karanfilli siyaset yapma yeteneğini kazandığı ve gökkubenin altında kaosun hüküm sürdüğü bir dönemde, tarih sosyalistleri artık oyun kurucu olmaya çağırmaktadır.
Dipnotlar:
[1] http://www.konda.com.tr/tr/raporlar/KONDA_30Mart2014_YerelSecimAnalizi.pdf
[2] http://www.sendika.org/2012/09/sallantidaki-turkiye-morton-abramowitz/
[3] Uyarı Bipartisan Policy Center bünyesinde, diğer eski Türkiye büyükelçisi Eric Edelman ile birlikte hazırlanan raporlar eşliğinde giderek sertleşerek sürdü. Hatta bu akıl hocaları doğrudan ABD yönetimini AKP’yi yola getirmeye de çağırdı: http://www.sendika.org/2014/01/abd-turkiyeyi-yola-getirmeli-morton-abramowitz-eric-edelman-blaise-misztal/
[4] Suriye savaşına daha aktif müdahil olunması ve “çözüm süreci” diye bilinen Kürt hareketi ile müzakere sürecinin başlatılması.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.