Belki de dünya yalan söylüyor ya da vicdanımızı vestiyere bıraktık, vestiyerin paralı olduğunu sonradan öğrendik ve almak için cebimizin para görmesini bekliyoruz. Yaprak döküyor bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe. Bir yanımızı bahar bahçe kılan, neden korkuyoruz, birileri çıktı ve büyük bir saçmalığın adını koydu. Ne çok korktuk, ne çok konjonktür ve ne çok “zamanı […]
Belki de dünya yalan söylüyor ya da vicdanımızı vestiyere bıraktık, vestiyerin paralı olduğunu sonradan öğrendik ve almak için cebimizin para görmesini bekliyoruz. Yaprak döküyor bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe. Bir yanımızı bahar bahçe kılan, neden korkuyoruz, birileri çıktı ve büyük bir saçmalığın adını koydu. Ne çok korktuk, ne çok konjonktür ve ne çok “zamanı değildi” var. Zamanı ne zaman? Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan bu günler ne zaman bitecek? Yahu, kalemimiz, klavyemiz bile utanıyor, etmeyin, utanmamız da mı yok? Peki ya edep? Had?
İki yiğit devrimci çıktı, gencecik, kurban olduğumuz bedenleri, canları pahasına, Berkin’in katillerinin peşine düştü. İlla lafı mı dolandıralım, yalan mı söyleyelim, biz ne yapalım… Bir devlet var, savaşı çoktan ilan etmiş, iki yiğit var, onurları var ve yalan dolanla oyalanmıyorlar çünkü, kabul etmiş. Biz bir türlü kabul edemediğimiz için mi bu kadar adapsızız…
Mahallenin muhtarları
Kadın, erkek, genç, yaşlı, küçük, büyük, ihtiyar, kızlar, delikanlılar ve sevimli çocuklar… Burası bizim mahalle; öteki mahalle elektrikli tel örgülerini çekeli çok oldu; oradan kaçmaya çalışan da canımızın parçasıdır ama belki de kendi mücadelesini kendisi vermesi gerekmektedir ya da belki de biz bu işlerden anlamıyoruzdur. Burası bizim mahalle. Dolandırıcı emlakçısından müzevir müzeyyenine bu mahalle bizim ve kimse kusura bakmasın, bu mahalledeki kimseyi de “yedirmeyiz.”
Herkesin bir haddi var, durur içerusunde… Bu haddi bilelim, had bilmek iyidir. Cüret bile edemeyeceğimiz eylemler üzerine daha az konuşalım. Meksika’daki Zapatistaları, Almanya’daki RAF’ı, İtalyan Kızıl Tugaylar’ını savunurken bir duralım, inancımız varsa bir dua etmeden geçmeyelim, yoksa da fark etmez, devrim şehitlerine saygıda kusur etmeyelim. MİT, İsrail, devlet işi, Amerika demeden önce bir bahane bulalım, ne bileyim, gidip bir sigara falan içelim, sonra bir güzel yutkunalım, muhtaç olduğumuz kudret bilinçaltımızda mevcuttur.
Beton
Çağlayan Adliyesi’nde, dünyanın en makul talepleriyle savcıyı rehin alan devrimcilerden Şafak Yayla’nın ailesi, mezara, kimse toprağından koparıp yok etmesin diye beton döktü. Karşı mahalle düşman, mantıksız ama öyle işte, derdimiz bizim mahalleyle… O beton, konjonktürün, “zamanı değildi”nin, gerçekçilik denen yalan dolanın üzerine döküldü. Takvimler hangi yılı göstermiş, hâlâ Che’nin “gerçekçi ol, imkansızı iste”sini mi söylemek lazım…
Hepimiz bir fidanın güller açan dallarıyız, nihayet aynı masada oturacak kadar hukukumuz var, daha fazlası da var, biz birbirimizi gizli gizli seviyoruz, hem de çok seviyoruz. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için; ben söylemiyorum, ne haddime, hayat söylüyor. Bizim mahallenin üzerine beton dökmek istiyorlar, allahını seven öz savunmaya gelsin.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.