Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, faizlerin yüksek olduğuna dair sert açıklamaları, döviz kurlarının yükselmesinde ateşleyici bir rol oynadı. Dolar talebi artınca, kur artmaya başladı. Ekonomide 100 günlük sürede yüzde 18 oranında bir devalüasyon meydana geldi. Döviz piyasası, trilyon dolara ulaşan bir ekonomide bu orandaki devalüasyon satınalma gücünün ciddi ölçüde düşmesine yol açmıştır. AKP’nin faiz sistemini ele almadan […]
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, faizlerin yüksek olduğuna dair sert açıklamaları, döviz kurlarının yükselmesinde ateşleyici bir rol oynadı. Dolar talebi artınca, kur artmaya başladı. Ekonomide 100 günlük sürede yüzde 18 oranında bir devalüasyon meydana geldi. Döviz piyasası, trilyon dolara ulaşan bir ekonomide bu orandaki devalüasyon satınalma gücünün ciddi ölçüde düşmesine yol açmıştır.
AKP’nin faiz sistemini ele almadan önce, bu devalüasyon üzerinde kısaca durmakta yarar var. Cumhurbaşkanının sert açıklamaları… Merkez Bankası’nın resmi faizleri düşürmesi… döviz talebinin artması… ülkeye giren dövizlerin azalması… ihracatın gerilemesi… Dolara uluslararası piyasalarda talebin artması…
Saydığımız olgular döviz talebinin artışını hızlandırarak, başta dolar olmak üzere döviz kurlarının yükselmesinde rol oynamışlardır. Ama bu rol talidir (ikincildir). Ayrıca dövize olan talebi önceden gören bazı sermayedarların türlü para oyunlarıyla (spekülasyon yaparak) kurun yükselişini kendi çıkarları lehine kullandıkları da muhtemeldir.
Ama bütün bunlar, para sisteminde döviz kurunun (ve altın fiyatının) hızla artmasına yol açan asıl mekanizmayı (temeldeki nedenleri) ortaya koymazlar.
Dolar neden yükseliyor?
Kurun yükselişi, dolara olan taleple ilgilidir. Ama asıl neden, yerli paranın (TL) satınalma gücünün düşüklüğü ve buna bağlı olarak ödeme gücünün zayıf olmasıdır.
Bu durumu kısaca inceleyelim: Türk Lirası’nın uluslararası piyasalarda, talep edilen bir para olmadığı malum. Bunun üç temel nedeni var. Birincisi altın karşılığı yok. Yani elinde TL olanlara istedikleri anda, TL’nin temsil ettiği (Dünyanın her yanında geçerli tek ödeme aracı) altın ödemesi yapılamaz.
Bu onun ikinci özelliğine zemin hazırlar: TL’nin ödeme kapasitesinin zayıf olması. Yani uluslararası piyasalarda büyük miktarlarda ödeme yapması gereken yabancı kapitalistler (ihracatçılar-ithalatçılar, fon sahipleri, bankalar) TL cinsinden ödemeleri kabul etmezler. Kendileri de TL cinsinden ödeme yapmazlar. Hükümet TL’nin döviz (ve altın) karşılığının olduğunu ilan etmiştir. Etmiştir ama uluslararası piyasalarda kapitalistler, bu ilana değil, yerli paranın satınalma gücüne bakarlar. Hiç kuşkusuz o satınalma gücü ekonominin, sermaye birikimi düzeyine; sermaye biriktirme istikrarına bağlıdır.
Satınalma gücünün zayıflığı TL’nin bir başka özelliğine de işaret ediyor: TL biriktirme aracı olarak tercih edilmiyor. Yani elde ettikleri kârları, para-sermayeye dönüştürmek isteyen yabancı kapitalistler ve para stoklamak zorunda olan olan yabancı bankalar TL biriktirmezler, (Biriktirirlerse ciddi risk almış olurlar.)
Belirttiğimiz üç özellik nedeniyle, milli piyasada yani iç pazarda ödeme kapasitesi yüksek diğer ulusal paraların (Dolar, Euro, Sterling, İsviçre Frangı, altın) elde tutulması zorunlu hale geliyor. (uluslararası ödemeler için hatta bazen iç pazardaki ödemeler için) Dış borçların, aşırı yüksek olması bile tek başına TL’nin (ülkenin) ödeme kapasitesinin yetersiz olduğunu gösterir.
Ayrıca şirketler ve bankalar ile sınırlı sayıdaki ücretliler ve esnaf da parasının bir kısmını satınalma gücü yüksek olan dövize dönüştürerek biriktirir. Faizler ne kadar yüksek olursa olsun, piyasada (Türkiye gibi ülkelerde) döviz biriktirme eğilimi devam eder. Bunun nedeni yine TL’nin satınalma gücünün ve ödeme kapasitesinin zayıf olması.
Bu arka plan çerçevesinde doların güncel yükselişini yeniden ele alalım. Ekonomik gelişme (AKP sözcülerinin aşırı biçimde övünmesine rağmen) TL’nin satınalma gücünün artmasıyla sonuçlanmamıştır. Bir başka ifadeyle, ekonomik faaliyeti sürdürebilmek için gerekli hammaddelerin ve sermaye teçhizatının satınalınması için gerekli olan döviz ve altının sağlanmış olduğu bir iktisadi gelişme sağlanamamıştır. (Bunun incelenmesi ayrı bir yazının konusu) Dolayısıyla ilave bir satınalma gücünün döviz yoluyla ekonomiye aktarılması zorunlu hale geldi.
İlave satınalma gücü (yani döviz ve altın) şu üç mekanizma ile uluslararası para sermayeden sağlanıyor: Devletin uluslararası borçlanması. Şirketlerin uluslararası piyasalardan borç alması. Uluslararası para-sermayeye yani döviz sahibi bankaların, kapitalistlerin ve fon kuruluşlarına kısa vadede cazip kazanç imkânı yaratılması.
Faiz-döviz ilişkisi
Bu mekanizmada en önemli iki unsur, uluslararası para-sermayenin yüksek kazanç sağlayacağına ikna edilmesi ve ana parasının geri ödeneceğinin güvence altına alınmasıdır. Doğrusu bu iki konuda AKP iktidarının son derece başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Kısa vadede, (Bir yıldan az bir sürede) yüksek kazanç sağlanmasında temel araç faiz oranıdır. Uluslararası para-sermaye sahipleri, Türkiye’deki faiz seviyesini, kazanç elde etmek için yeterli buldukları için borç vermişlerdir. Yani döviz varlıklarını iç pazara göndermişlerdir. Bu durum, faiz haddinin belli bir seviyede tutulmasını zorunlu kılar.
Fakat Türkiye’de 2014 sonbaharından itibaren, döviz talebi hızla artarken, döviz stokunda azalma eğilimi ve beklentileri de güçlendi. Nihai olarak piyasada bu gelişmeler döviz kurunun yükselmesi ile sonuçlandı.
Faiz oranlarının yükseltilmesi (beklentilerin üzerinde yükseltilse bile) bu eğilimleri (dövize olan talebin azalması ve döviz arzının artması) tek başına tersine çeviremezdi. Yani dövize talebin azalmasına ve döviz stokunun artmasına yeterli katkıyı yapamazdı. Ama bu söz konusu eğilimleri yavaşlatabilirdi. En azından kurdaki sert dalgalanmalar yumuşayabilirdi.
Gelgelelim, “faiz karşıtı” bir izlenim vermeye çalışan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baskısı altında Merkez Bankası, faiz oranlarını artırması gerekirken, küçük düzeyde de olsa düşürmüştür. Bu bankanın hiç de bağımsız-özerk olmadığını da, ortaya koymuştur.
Ama döviz kurunun yükselmiş olması, uzun vadede ülkenin ödemeler dengesi açığının genişlemesine, toplam dış borçların artmasına, faiz haddinin büyümesine yol açarak, ekonomideki toplam kâr hacminin ve kâr haddinin düşmesini hızlandırır. Konuyu incelemeye bir sonraki yazıda devam edeceğiz.
10 Mart 2015
* Erhan Bilgin
İktisatçı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.