Gezi’nin ortaya çıkmasına vesile olduğu söylenen “yaşam tarzına müdahale” aslında emperyalizmin, dolayısı ile piyasa tanrılarının sömürge biçimlerini derinleştirebilmek, sınıfsal çelişkileri görünmez kılmak için toplumu bir bütün olarak siyasetsizleştirme ve kültürsüzleşme projesine yönelik verilen bir tepkinin “teorisizleştirilerek” halk dilinde söyleniş biçimidir
Bu zamanlarda kendi tarihlerini yazanlar da var.
Gezi’yi anlamak için emperyalizm ve onun Ortadoğu’daki işgalci serüvenini kısaca hatırlamakta fayda var. Pakistan, İran, Afganistan,Irak komünist partilerinin tasfiye süreçlerine emperyalizmin bu süreçte ehvenişer bir tutumla Baas rejimiyle girdiği ittifaka, tıpkı Kızılderililerin yok edilmesi gibi Filistin halkının da İsrail siyonizmi eliyle ama doğrudan ABD’nin emperyal projesinin Ortadoğu’daki sömürgeci tutumuna bakmak gerekir. Sünni siyasal İslam’ı kendine müttefik edinen emperyalizm iki alanı tam anlamıyla çölleştirmek istemektedir. Birinci alan siyaset alanı, ikinci alan kültür alanı. Siyaset alanında çölleştirmeyi başarmış görünüyor. Bunu anlamak için Ortadoğu’da var olan iktidar ve muhalefet partilerinin niteliklerine bakmak yeterli olacaktır. Siyaset alanını ilkesiz ittifaklara ve piyasa tanrılarından gelecek işarete indirgemiş lider potansiyelleri saf bir tutum içinde kendilerini emperyalizmin vazgeçilmez (buna iktidar parti liderleri de dahil) müttefikleri arasında görüyorlar. Tıpkı Saddam ya da El Kaide lideri ve benzerleri gibi. Oysa şunu hatırlatmakta fayda var. Emperyalizmin dostları yoktur, çıkarları vardır. Çıkarları değişirse dostları ve düşmanları da değişir.
Gelelim kültürel alana. Şimdilik kültürel alanda tam anlamıyla istediğine kavuşamamış görünmektedir. Ancak ÇEDES ve müfredat değişikliği gibi politikalar ve demografik yapıyı değiştirmek için dünyanın her yerinden insan sevkiyatları kültürel alana yönelik saldırılarda somut adımların başlıca atılanlarıdır. Elbette böylesi havalarda bu değişime direnenler de var. Ancak Türkiye’de bu değişime direnç göstermesi gereken kitlesel muhalefet parti kadroları ve “liderleri” ekonomik liberalizmle uyumlu demokratik talep etrafında örgütlenerek emperyal ekonomik-kültürel saldırıya, yani kültürsüzleştirilmeye (siyasetsizleştirilmeye) karşı koyabileceklerini sanıyorlar.
Elbette böylesi havalarda değişime direnenler var demiştik. İşte Gezi on bir yıl önce o değişimi kendisine dayatılan yok olma biçimine karşı büyük kitlelerin itirazının, Ortadoğu’da ve dünyada görülmemiş bir halk itirazının sonucuydu. Bu itiraz biçimi durup dururken kendiliğinden oluşmadı. Ortadoğu ve Türkiye halklarının güçlü iradesinin ve her şeye rağmen sosyalist solun bu coğrafyada yarattığı antiemperyalist geleneğin hâlâ halkın damarlarında mayalandığının kanıtıdır.
Gezi’nin ortaya çıkmasına vesile olduğu söylenen “yaşam tarzına müdahale” aslında emperyalizmin, dolayısı ile piyasa tanrılarının sömürge biçimlerini derinleştirebilmek, sınıfsal çelişkileri görünmez kılmak için toplumu bir bütün olarak siyasetsizleştirme ve kültürsüzleşme projesine yönelik verilen bir tepkinin “teorisizleştirilerek” halk dilinde söyleniş biçimidir. (Elbette doğrudur) Yine de biz bunun ötesini anlamak zorundayız.
Ancak kavram kargaşası içinde yanlış anlaşmalara neden vermeyelim. Emperyalizmin kültüre saldırısı alt kimlik kültürlerine değildir. Tam anlamıyla ilerici birikimi olan sınıf kültürüne yönelik saldırılardır. Yine sınıf kültürünü de indirgemeci yöntemden uzak tutmak zorundayız. Sınıf derken kastımız; her türlü ekonomik taleplerini küçük-büyük ortaya koyan emekçilerle, hayvan hakları savunucularından ekolojiye, kürtaj hakkından kısıtlanmamış sosyal medya kullanma hakkına, laikliği savunanlardan, LGBTİ+ bireylerin yaşam haklarına kadar geniş bir yelpazenin ilmek ilmek ördükleri direnişlerdir/ kültürlerdir. Bu anlamıyla da Gezi’de milyonları yan yana getiren kimlik sınıfsal ve bağımsız bir kimliktir. Gezi tarihin sonu olmadığı gibi başlangıcı da değildir. Bitmeyen bir kavganın en güncel en sade tarihsel yazılımıdır.
Gezi’de yitirdiklerimizin anısına saygıyla.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.