Atina ve Selanik’i gezdikten sonra anladım ki şehir planlaması ve mimari görgü bakımından Avrupalılık Yunanistan’da başlıyor Syntagma ve Taksim meydanlarını karşılaştıran bir yazıyla Yunanistan gezimizin ilk durağı Atina’yı anlattıydım. Sıra ikinci ve son durağımız Selanik’te. Atina’dan Selanik’e gece yarısı kalkan, ucuz tarifeli bir trenle geldik. Vagonumuzdaki yetmiş iki milletten insan (Suriyeli olduğunu düşündüğümüz, küçük çocuklu […]
Atina ve Selanik’i gezdikten sonra anladım ki şehir planlaması ve mimari görgü bakımından Avrupalılık Yunanistan’da başlıyor
Syntagma ve Taksim meydanlarını karşılaştıran bir yazıyla Yunanistan gezimizin ilk durağı Atina’yı anlattıydım. Sıra ikinci ve son durağımız Selanik’te. Atina’dan Selanik’e gece yarısı kalkan, ucuz tarifeli bir trenle geldik. Vagonumuzdaki yetmiş iki milletten insan (Suriyeli olduğunu düşündüğümüz, küçük çocuklu göçmen bir aile, Afrikalı iki genç adam ve Meksikalıya benzeyen genç adam vb.), vagonun ağır ve sıcak havası ve temiz olmayan koltukları da yolculuğumuzu hep hatırlanacak bir yolculuğa dönüştürdü. Planlı varış saatinden bir saat önce gara giren trenden inip doğruca kalacağımız otele taksiyle gittik. Taksiye binmeden önce kaç para tutacağını sormamıza bozulan taksici, inerken uzattığımız paranın (5 Euro) yarısını taksi parası olarak alıp öbür yarısını bahşiş saydı.
Selanik’e gidip de Atatürk Evi’ni görmeden olmazdı. Biz de gezimize oradan başladık. T.C. Selanik Başkonsolosluğu sınırları içindeki bu müze-ev yakın zamanda (2012-2013) elden geçirilip kapsamlı bir tadilata tabii tutulmuş. Kültür ve Turizm Bakanlığı gözetiminde yapılan tadilat gereği o zamana kadar evde sergilenen eşyalar kaldırılmış. Bu yeni haliyle ev daha çok kiralık, boş bir ev görünümünde. Aslında bu haliyle ev bir müzeden çok, bir sanat galerisine benzemiş. Çünkü müzede, Atatürk’ün hayatını anlatan, duvarlara asılı panolardan başka görecek fazla bir şey yok. Ansiklopedik bilgi seviyesinde, üç dilde yazılmış metinlerin olduğu panolar bol görsel malzemeyle desteklenmiş. Müzede ilginç sayılabilecek tek şey Atatürk ve annesi Zübeyde Hanım’ın balmumundan heykelleri.
Her ne kadar yapılan tadilat “modern müzecilik”(!) olarak sunulsa da, ortada özgünlük ya da görülmeye değerlik namına pek bir şey kalmamış. Kimi görsellerde (Mesela Ankara’dan bir görüntünün altına İstanbul, ya da İstanbul yerine Ankara yazılması gibi) yapılan hatalar da cabası. Hayal kırıklığı içinde üç katlı evi dolaşırken, evin müzeye dönüştürülüp ilk kez ziyarete açıldığında (1953) Türkiye’den getirilmiş eşyalara acaba ne oldu, böyle bir tadilata neden gerek duyuldu, gibi sorular geliyor insanın aklına. Ya da Atatürk’ün çocuklara olan sevgisinin sesli anlatıldığı zemin katta, neden en azından Atatürk’ün bir ses kaydı yok, diye sormadan edemiyor insan.
Dışarı çıktığımızda bizi soğuk bir hava bekliyordu. Buna rağmen Atatürk Evi’nden biraz daha doğuya, sonra sahile doğru etrafı seyrederek yürüdük. Selanik tam bir açık hava müzesi. Şehrin birçok yerinde Roma, Bizans ve Osmanlı’dan kalma eserler, eserler kalıntıları görülebilir. Dördüncü yüzyıldan kalma, silindirik (iç çapı 24.50, yüksekliği 30 mt.) biçiminden dolayı Rotondo denilen, Osmanlılar döneminde cami olarak kullanılmış, Agios Georgious kilisesi olarak da bilinen yapı bunlardan biri. Selanik Yunanistan’a geçince minaresi yıkılıp kiliseye çevrilmiş bu yapı bugün UNESCO’nun Dünya Ortak Kültürel Miras Listesinde. Şehrin tepesinde (eski Selanik) Bizans döneminden kalma surlar, yine aynı yerde Osmanlı döneminde yapılmış, adı İstanbul’daki Yedikule Zindanları’nı akla getiren Yedikule Kalesi de görülmeye değer. Tarihle bu kadar hemhal olmuş şehirde Yunan, Roma ve Bizans eserlerinin sergilendiği Selanik Arkeoloji Müzesi ile sadece Bizans’a hasredilmiş bir müzenin olduğunu da not düşelim.
Yürüyerek gezilebilen bu şehrin tam ortasına Aristoteles Meydan’ı düşüyor. Şehir bu noktadan sahil boyunca doğu ve batıya doğru genişlerken, meydan kuzeye, içeriye doğru ilerliyor. Meydanın iki yanında düğün pastalarını andıran temiz, güzel binalar yükseliyor. Noel zamanı ışıklarla süslenen, miting alanı olarak da kullanılan kentin bu enfes kamusal alanı ilerde bir parka bağlanıyor. En azından Taksim Gezi Parkı büyüklüğündeki bu parkın bittiği yerde Roma döneminden kalma şehir meydanının (agora) kalıntılarını içeren bir alan var. Burası tarihi SİT alanı olarak düzenlenmiş. Böylece, deniz kıyısından başlayıp içeriye doğru uzanan, aynı aksta birbirine eklenmiş üç açık alan! “Bir şehri şehir yapan onun meydanları ve parklarıdır” sözünün en çok yakıştığı şehirlerden biri Selanik. Atina ve Selanik’i gezdikten sonra anladım ki şehir planlaması ve mimari görgü bakımından Avrupalılık Yunanistan’da başlıyor ve Türkiye’nin TOKİ’lerle ucubeleştirilmiş, tabiatı, tarihi talan edilmiş çirkin şehirlerini düşününce…
Yayalara mahsus kaldırımları olan bu iki şehirde günlük hayata dair kimi pratikler de dikkatimizi çekti. Yiyecek içecek mekanlarında siparişinizi getiren garson, siparişinizle beraber siparişinizin tutarını gösteren fişi de getiriyor. Diyelim bir şey daha ısmarladınız, o da fişiyle beraber geliyor masanıza. Yani ne kadar ödeyeceğinizi en başından biliyorsunuz. Dahası, iki yerde (Atina’da gar büfesi, Selanik’te bir börekçi) kasanın yanında, herkesin görebileceği biçimde “Fiş verilmezse, ödemek zorunda değilsiniz” yazısı asılıydı. Otel lobisi, pastane, kafe gibi yerlerde beklemeniz gerekiyorsa, “hoş geldiniz, soluklanın” anlamında bir bardak su getiriliyor, siz istemeden. Belediye otobüslerinde bilet kullanıp kullanmamak, yani otobüslerin içindeki makinelere biletinizi okutup okutmamak size kalmış. Şoför sizi ikaz etmekle görevli değil. Ancak biletsiz seyahat ettiğiniz tespit edilirse, yüklü bir para cezası var. Benzer biçimde, metroda turnikelerden geçmek gibi bir uygulama yok. Ne de geçişinizi kontrol eden var.
Buraya kadar gezip gördüklerimizi anlattık. Yazımızı yeme içme bahsiyle bitirelim. Türk ve Yunan mutfaklarının ortak yemekleri, benzer tatların varlığı malum. Ama bazı farklılıklar da yok değil. Yunanlar bizim gibi çaycı bir toplum değil. Burada insanlar çay yerine kahve içiyor. Çay konusunda Selanik’e gidenler biraz şanslı sayılabilir, çünkü T.C. Selanik Başkonsolosluğu’nun çok yakınında demleme çay sunan iki kafe var. Hem Atina hem de Selanik’te hamur işi, pastane türü yiyecekler bizde olduğu kadar yaygın ve lezzetli. Ancak gezdiğimiz iki şehirde de sütlü tatlı pek göremedik. Atina’da olmasa da Selanik’te adım başı börekçi var. AVM’lerin pazar günleri çalışmasına ekonomik krizde bile hayır diyebilmiş bu toplum eğlenmeyi sanki bizden daha çok seviyor. Tavernalarda (lokanta ya da içkili lokanta), kafelerde günün her saati insan görmek mümkün. Buralarda insanlar kadın, erkek beraberce medeni bir biçimde yiyip içip sohbet ediyor, eğleniyor. Yunan rakısı Ouzo Türk rakısını aratmıyor. Ama bu sosyal mekanların en kötü tarafı, birçoğunda sigaraya müsaade ediliyor olması.
Çekmeköy 15-17 Şubat 2015.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.