Bugünden 1978 Maraş’ına bakınca faşizmin kitle katliamlarının (iç savaşların) temellerini nasıl sinsice attığını görüyoruz
AKP’nin neoliberal yağma ve yolsuzluk düzenini, iktidarını korumak için her türden provokasyona hazır olduğu ve devletin güvenlik aygıtlarını bu doğrultuda yapılandırdığı apaçık ortada durmaktadır
1970’li yılların sonu Türkiye’de halkın uyanışının ve devrimci dalganın yükselmesinin oligarşi ve emperyalistlerde kaygı yarattığı bir dönemdi. Bu nedenle Malatya, Elazığ, Maraş, Sivas, Çorum gibi Alevi ve Sünni nüfusun karışık bulunduğu illerde faşist katliam girişimlerinin yanı sıra 1 Mayıs 1977 katliamı, gazetecilere, aydınlara suikastler bir yandan toplumu sindirerek pasifize etme diğer yandan askeri faşist bir darbenin (açık faşizmin) meşru zeminini hazırlamak üzere gerçekleştirildi. Bu saldırıların bir kısmının katliama dönüşmesi devrimcilerin örgütlediği direnişlerle engellenebilmişti.
O yıllarda Kahramanmaraş çarşısı Alevi yurttaşların ağırlıkta olduğu bir esnaf yapısına sahipti. Alevilerin kentte varsıl bir pozisyon sağlamış olmasının da etkisiyle örgütlenmeye uzak durmaları, devrimci örgütlenmenin zayıf olması feci bir katliam yaşanmasıyla sonuçlandı. CHP hükümet, Bülent Ecevit başbakandı. Maraş’ta CHP üç milletvekiline sahipti (şimdi bir milletvekiline sahip). Tüm bunlara rağmen CHP katliamı engellemek için hiçbir şey yapamamıştır. Bu da ülkemizde faşizmin yukardan aşağı kurumlaştırılmasının boyutlarının göstergesidir. CHP hükümetti ancak devlet değildi. Katliamın engellenememesinde CHP tipi solun ikircikli, halka güvenmeyen, sağın güvenini kazanmaya çalışan, kararsız tutumunun önemli bir etkisi vardır. Aynı yıl içerisinde gerçekleştirilen Malatya, Elazığ denemelerinden gerekli dersler çıkartılmış olsaydı sonuç farklı olabilirdi. Ancak Ecevit MİT’ten aldığı bilgilere itibar etmiş ve İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı katliam sürecinde dahi devrimcileri suçlama gafletinde bulunmuşlardı. O gün devrimcileri suçlamayı tercih eden Ecevit, daha sonra katliamın organizasyonunun içinde dört tane MİT mensubunun bulunduğunu öğrendiğini anılarında belirtecekti.
Katiller milletvekili oldu
Katliam başladıktan sonra polis teşkilatının görev yapmaması talimatı verilmiş, kente inen askerler ise gerici, katliamcı kalabalıklara müdahalede bulunmamış kısa süre sonra kışlalarına çekilmişler, iki tam gün boyunca gerici kalabalıklar diledikleri gibi hareket etmişlerdir. Gerici kalabalıklara müdahalede bulunmayan askerler mahallesini savunan ve savunurken de faşistler tarafından yaralanan muhtarı öldürerek adeta kendilerine verilen görevin ne olduğunu ifşa etmişlerdir. Katliam başladıktan üç gün sonra Kayseri’den getirilen hava indirme tugayı cesetleri toplamaktan başka bir şey yapmamış 26 Aralık’ta ise CHP hükümeti, İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elazığ, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Gaziantep, Kars, Malatya, Sivas ve Urfa’da sıkıyönetim ilan etmiştir. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra yapılan operasyonlarda Maraş’ta gözaltına alınan devrimcilere ağır işkencelerle katliamın sorumluluğu yüklenmeye çalışılmış, resmi rakamlara göre 117, halkın anlatımlarına göre 500’den fazla insanın katledildiği katliamın sanıklarının tamamı 1991 affıyla serbest bırakılmışlardır. 12 Eylül faşizmi işkenceli suçlamalarla 50 insanı idam etmesine rağmen Maraş Katliamının sanıklar ise beraat etti. Katliamın 1 numaralı sanığı Ökkeş Kenger (soyadını daha sonra Şendiller olarak değiştirdi) 2 yıldan az bir zaman tutuklu kaldıktan sonra 12 Eylül’den önce beraat etti ve 1991 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın eski partisi Refah Partisi’nden milletvekili yapıldı.
Sinema bombalamaktan “başörtülü bacıma saldırdılar”a
Bugünden 1978 Maraş’ına bakınca faşizmin kitle katliamlarının (iç savaşların) temellerini nasıl sinsice attığını görüyoruz. Milliyetçi bir film oynayan sinemaya faşistler tarafından bomba atılıp solcular attı diye propaganda yapılması. Cuma namazından çıkan kitlelerin “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Müslüman Türkiye”, “Allah için savaşa” sloganlarıyla yürümesi. Irkçılığın, dinci bağnazlığın, mezhepçiliğin körüklenmesi, Alevi, Kürt, Ermeni gibi kimliklerin şeytanlaştırılması, “kadın da olsa çocuk da olsa” bu kimliklere mensup insanların hedef gösterilmeleri… Günümüze geldiğimizde aynı manzaraları aynı demagojileri devletin tepesinde görüyoruz. MİT Müsteşarı “Suriye’ye 4 adam gönderip Türkiye’ye 8 füze attırırım” diyor; Başbakan (şimdilerde Cumhurbaşkanı) “Başörtülü bacıma saldırdılar”, “Camiye ayakkabılarla girdiler, camide içki içtiler” yalanlarını söylüyor; meydanlarda Alevileri yuhalatıyor, zorunlu din dersleri, Osmanlıca dersleri üzerinden toplumda kutuplaştırma yaratarak Sünni kitleleri yağma ve yolsuzluk rejiminin destekçisi, güvencesi haline getirmeye çalışıyor. AKP’nin yaptığı tarzda bir mezhepçilik ve açıkça Alevi düşmanlığı, onca katliamın yaşandığı 70’li yıllarda tepedeki siyasetçiler tarafından açıkça değil alttan alta yapılmıştır.
Faşizme karşı direnişin önemi
Bir süredir mezhepçilik bugünkü sömürge tipi faşizmin kitle temelini yaratma stratejisinin temel argümanına dönüşmüş vaziyette. Geçmiş deneyimlere baktığımızda devrimcilerin direniş hattı oluşturabildiği yerlerde ve zamanlarda Sünni kitlelerin faşizmin kitle temeli haline getirilmesinin önemli oranda engellendiği, Maraş gibi başarılamadığı yerlerde ise bunun çok hızlı gerçekleştiği görülmektedir. Bugün AKP’nin neoliberal yağma ve yolsuzluk düzenini, iktidarını korumak için her türden provokasyona hazır olduğu ve devletin güvenlik aygıtlarını bu doğrultuda yapılandırdığı apaçık ortada durmaktadır. Bir yandan devletin güvenlik aygıtları bu doğrultuda yapılandırılırken diğer yandan geniş kitlelerde cihatçı bir eğilim güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Faşizme karşı mücadele çok yönlü bir mücadele olmakla beraber, faşist teröre karşı öz savunma her zaman kritik bir öneme sahiptir.
Devrimciler bir yandan neoliberalizmin emeği, doğayı, kentleri yağmalamasına karşı filizlenen halkın hak mücadelelerine önderlik ederek, kitleleri düzen karşıtı bir siyasete kanalize ederken diğer yandan da gericiliğe, mezhepçiliğe, şovenizme ve savaşa karşı eşitliği, laikliği, özgürlüğü ve barışı savunan bir hattı aşağıdan kurmak göreviyle karşı karşıyadırlar. Liberalizmin ve ulusalcılığın uzunca bir dönem sol saflarda yarattığı kafa karışıklıkları, solun tutarlı bir laiklik anlayışı ortaya koymasını zaafa uğratmıştır. Alevilerin bu konularda önemli bir demokratik dinamik olduğu ve düzen içi siyasetin basamağı olarak kullanılmalarına izin verilmemesi gerektiği tarihsel derslere baktığımızda hem kendileri için hem de sosyalistler için bir zorunluluktur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.