Birinci Paylaşım Savaşı’nın 100. yılını doldurduğu bugünlerde Bay Putin’e göre Lenin ulusa ihanet etmiş Savaş, bir mülkiyetin bir başka mülkiyete boyun eğdirmesi sürecidir. Güçlü öznenin zayıf özneyi fiyatlandırması esasına dayanır. Zayıf öznenin iradesini kırma eylemidir. Tıpkı Spinoza’nın yazdığı gibi kudret azaldığı an kölelik başlar. Dolayısıyla savaş, güçlü mülkiyetin zayıf mülkiyeti köleleştirmesi ilkesini benimser. Savaş tanrısı […]
Birinci Paylaşım Savaşı’nın 100. yılını doldurduğu bugünlerde Bay Putin’e göre Lenin ulusa ihanet etmiş
Savaş, bir mülkiyetin bir başka mülkiyete boyun eğdirmesi sürecidir. Güçlü öznenin zayıf özneyi fiyatlandırması esasına dayanır. Zayıf öznenin iradesini kırma eylemidir. Tıpkı Spinoza’nın yazdığı gibi kudret azaldığı an kölelik başlar. Dolayısıyla savaş, güçlü mülkiyetin zayıf mülkiyeti köleleştirmesi ilkesini benimser. Savaş tanrısı emperyal burjuvazi için kudreti azaltmanın tek yolu bireyi üzmek. Militarist toplumlar hem köleci hem de üzüntü kültürüne düçar olmuş toplumlardır. Savaşın gözü dönmüş kapitalist çeteler tarafından hazırlanan bir it dalaşı olduğunu çok iyi bilen Lenin için üzüntü kültürüne son vermenin tek yolu kokuşmuş Çarlık iktidarını ve ona yamaklık edenlerin erkini devirmekti. Birinci Paylaşım Savaşı’nın 100. yılını doldurduğu bugünlerde Bay Putin’e göre Lenin ulusa ihanet etmiş. Tanrının yeryüzündeki mukaddes gölgesi Çar II. Nikolay ise vatanpervermiş. Çar, 26 Temmuz 1914’te bendegân Rusya halkına şunları söylemişti: “Biz sadece kendi topraklarımızdaki onurumuz ve şerefimizi korumuyoruz, aynı zamanda kendi Slav kardeşlerimiz için de mücadele ediyoruz. Eminim ki hepiniz bulunduğunuz yerde tanrı tarafından bana verilmiş bu imtihanı vermeme yardım edeceksiniz. Eminim ki benden başlayarak herkes kendi görevini sonuna kadar yerine getirecek. Rus toprağının tanrısı büyüktür.”[1]
Hâlbuki Rus toprağının tanrısı Fransa ve İngiltere’ydi. 1894 yılında Fransa ve 1907 yılında İngiltere ile yapılan kolonyalist ittifak gereği milyarlarca ruble, çarın özel hazinesine aktarılmıştı. Şimdi o milyarların bedelini ödemek zorundaydı. Tıpkı bizim mülhid Sait Halim Paşa Hükümeti’nin gizli bir şekilde Almanya’dan yüzde 6 faizle 5 milyon altın alması gibi. Hem Çarlık Rusya hem Osmanlı Devleti yarı-sömürge ülkeler konumundaydı. Rusya’da metalürjinin dörtçe üçü, Donetsk’teki kömür işletmeleri ve petrol kaynakları İngiliz-Fransız sermayesinin tekelindeydi. Dolayısıyla efendilerinin buyruklarına uymaktan başka çareleri yoktu. Ağzı sulanmış yerli burjuvazinin de iştahı kabarıyordu. Cepheye gidecek ücretli kölelere gıda, iaşe, tuz, giyecek sağlamanın iktisadi cazibesi işkembelerini heyecanlandırıyordu. Anavatanı savunmak, Slavları korumak, Türklüğün itibarı ve İslamiyet’i yaymak birer hezeyandı. Savaşın özü belliydi: yeni pazar ve sömürge alanları yaratmak. Bunun diğer adı Lenin’in özellikle altını çizdiği gibi emperyalist ülkelerin ücretli kölelerini birbirine karşı kırdırmaktı. Dolayısıyla anavatanı savunmak, bir kapitalist çeteyi bir başka kapitalist çeteye karşı savunmaktı.
Savaşın hemen başında Doğu Prusya’da herc-ü merc olan Çarlık, ilk dört ayda 400 bin askerini kaybetmiş ve yaklaşık 1 milyonu yaralanmıştı. Doğu Prusya’daki yenilgiden sonra mebhut ordu komutanı General Samsonov ise intihar etmişti. 30 Ağustos günü Dışişleri Bakanı Sazonov, şöyle diyordu: ‘Samsonov’un ordusu imha edildi… Fransa için bu fedakârlığı yapmak zorundaydık.”[2] Slavcılık ile kamufle edilen büyük yalan, işte bu tümcede gizlidir. Köpekler istedi diye atlar ölmez. Eğer Lenin, madrabaz ve yağmakar aç canavarlar sürüsünün bu politikasına karşı sosyal-şovenist Plehanov gibi veya kağşar sarayın süzeren takımından Feliks Yusupov gibi yaklaşsaydı bugün Rus devletinin gözünde sadık bir evlad-ı vatan olacaktı. Lakin 15 milyon leşkeri maceraperest-yayılmacı çıkarı için cepheye gönderen aziz çar hazretleri ise gönüllerde taht kurmuş vaziyette. Ne ulu bir bağlılık ama! Tanrı hem çarı hem de onun varisi Putin’i korusun.
Hainler halkı yoksullaştırarak ve eğitimsiz bırakarak yeri geldiğinde cephede savaşçı bir köle olarak kullananlardır. İhanet, yeni hammadde kaynaklarını kendi şahsi mülkiyetine geçirmek için Saratov’da savlet altındaki bir köylüyü Galiçya Cephesi’ne sürmektir. İhanet, kellesi Avrupa’da işkembesi Asya’daki saldırgan burjuvazinin çizme boyacısı olmaktır.
İhanet nosyonu tarih boyunca her zaman izafiyetini korumuştur. Kuzeyde Kürtlerle diyalog sürecini sürdürüyor gibi gözüküp güneyde onları imha edenleri de gördük. Rojava’daki toplumsal-demokratik devrimi aşil topuğundan zümrüt kabzalı bir hançer ile yaralayan canileri, onları palazlayan riyakâr ve müfteri devlet adamlarını da gördük. İhanet Arap, Türkmen ve Kürtlerden oluşan bir bölgenin tarumar edilmesine, savaş kamçıları altındaki çocukların çığlıklarına zağarlık etmektir. Lakin o müstevli-ürkek hainler unutmamalıdır ki Stalingrad’ta 250 bin kişilik 6. Nazi serserilerine karşı verilen mevzi savaşı, Kobané’de de son kertesine kadar verilecektir. Mustafa Suphi’nin haykırdığı gibi “Ne hapis, ne zindan, ne kan, ne ateş halkı durdurabilir.”
Dipnotlar:
[1] A. N. Spiridoviç, Velikaya Voyna i Fevralskaya Revolyutsiya (1914-1917 Godıe), Vseslavyanskoye İzdatelstvo, Nuyork, 1962, s. 4-5.
[2] Gorkiy, M., Molotov, V., Voroşilov, K., Kirov, S., Jdanov, A., Stalin, J., 1917 Sovyet Devrimi II, Çev: Özlem Koşar, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2004, s. 12.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.