Faşistlerin okulda egemenlik kurmak için sık sık düzenlediği saldırılara direndiğimiz lise günlerinde Mamaklı bir arkadaştan duymuştum ilkin o cümleyi: “Tuzluçayır’a polis giremez!” Biraz zaman sonra “Küçük Moskova” sıfatını öğrenmiştim. Bu iddialı nitelemeler elbette bir merakı uyandırmış, ‘80 öncesinin yaşanmışlıkları dinlendikçe, öyküleri okundukça Tuzluçayır merakı pekişmiş, ne var ki her rasyonel insan gibi polis şiddetini deneyimleyip […]
Faşistlerin okulda egemenlik kurmak için sık sık düzenlediği saldırılara direndiğimiz lise günlerinde Mamaklı bir arkadaştan duymuştum ilkin o cümleyi: “Tuzluçayır’a polis giremez!” Biraz zaman sonra “Küçük Moskova” sıfatını öğrenmiştim. Bu iddialı nitelemeler elbette bir merakı uyandırmış, ‘80 öncesinin yaşanmışlıkları dinlendikçe, öyküleri okundukça Tuzluçayır merakı pekişmiş, ne var ki her rasyonel insan gibi polis şiddetini deneyimleyip toplumsal muhalefetin ederini sorguladıkça bu sözün bir “şehir efsanesi” olduğuna yönelik kanım ağır basmıştı.
8 Eylül 2013’te, yani Cami-Cemevi’nin temel atma törenin yapıldığı gün yaşananlar ise pek çok kişinin aklının bir kenarında sinsice duran “şehir efsanesi” algısını yerle bir etti. Cami-Cemevi’nden Nato Yolu’na, ara sokaklara, evlere, işyerlerine, parklara ve daha nicesine uzanan direniş; faşizme karşı mücadele deneyiminden imar affı ve göç dalgasıyla çehresi değişen mahallede kültürel değerleri koruma kavgasına, çeşitli hak mücadelesi pratiklerinden Haziran İsyanı’nda Kızılay Meydanı deplasmanında elde edilen kazanıma kadar ciddi bir tarihsel birikimi barındırıyordu.
Haziran İsyanı ve Cami-Cemevi Direnişi ile birlikte; yıllardır devrimcilerin öz savunma refleksleriyle varlıklarına sırtını dayayan Tuzluçayır, kitle militanlığının ve aşağıdan yukarıya yenilenerek örgütlenebilen bir halk hareketinin yaratılabileceği adreslerden biri haline geldi. Böyleyken sol mahalleler dosyasının Ankara ayağında Tuzluçayır ziyareti kaçınılmaz oldu.
Mamak’ın kapısında doğal bir karşılama
Kent merkezinden Mamak’a çıkan iki ana güzergahtan birinin ilk durağı Tuzluçayır. Esasen Mamak ilçe sınırı Abidinpaşa ile başlasa da Abidinpaşa’nın Cebeci’de okuyan öğrencilerin hatırı sayılır kısmına ev sahipliği yapması nedeniyle bir başka ilçeye adım atıldığı Tuzluçayır Meydanı’na yaklaştıkça hissediliyor.
Meydana gelmeden sokak köşelerinde bulunan elektrik kutuları AKP’li Mamak Belediyesi tarafından çiçekli resimlerle boyanmış halde. O kutuların birkaç yıl öncesine kadar “Tuzluçayır’a hoşgeldiniz” mahiyetinde örgüt yazılamaları içerdiğini ve atılan her yeni katın bir başka yazılamayı kapatma amacı taşıdığını bilmesek, belediyenin doğa sevgisini elektrik kutularına dahi taşımasına hayran kalacağız!
Pankartlar ve fasulyeler
Yılın hangi zamanında uğrarsanız uğrayın, meydandaki ağaçların arasına asılan pankartlar ve Tuzluçayır Lisesi’nin duvarındaki afişler sizi ülke ve mahalle gündeminin içine çeker. Bizi de CHP Olağanüstü Kurultayı, Rojava Devrimi ve Şengal halkıyla dayanışma, yakın zamanda kazanımla sonuçlanan ulaşım hakkı mücadelesi, uyuşturucu karşıtı kampanyalar ve 21 Eylül’de Mamak’ta yapılacak Grup Yorum konserine ait pankart, afiş ve sloganlar karşılıyor.
Elbette “olağan” olan sadece bu değil; o bol afişli yazılamalı ara yollardan geçip meydanın hemen arkasındaki Feyzullah Çınar Parkı’na doğru yöneldiğimizde parkın ortasında Ethem Sarısülük Kütüphanesi’nden aldıkları masaları birleştirmiş, radyolarını açmış, hep birlikte fasulye ayıklayan ablaları görüp sohbet etme şansı yakalıyoruz. Ne için görüntü aldığımızı soruyorlar, anlatıyoruz, “Oh oh ne güzel, anlatın tabi bizi. Bi saat önce geleydiniz yemek de yerdiniz” diyorlar. Kütüphanedeki gençler bu ablaların her haftasonu yemek vesilesiyle bir araya gelerek sosyalleştiğini söylüyor.
Köyden gecekonduya, devrimciliğe
Sol mahalleler dosyasının ilk iki durağı Sarıgazi ve Gazi mahallelerindeki temel birkaç özelliği Tuzluçayır’da da öne çıkıyor: Göç dalgasıyla kuruluş, Alevi nüfus yoğunluğu, gecekondulardan doğan devrimci gelenek, kentleşme dalgasıyla yaşanan değişim, militan gençlik ile diri kalan direnme eğilimi.
1970’li yıllarda sanayileşme politikaları ile kırdan kente yaşanan göç dalgasının adreslerinden birisi olur Mamak. Hızlı bir gecekondulaşma süreci yaşanır. Bahçelerine ağaçların dikildiği, kümeslerin oluşturulduğu gecekondular bölgenin ilçe haline getirildiği 1983’te evlerin yüzde 90’ını oluşturur.
Göç dalgasının yarattığı zorluklar ve zorunluluklar; hemşerilik, akrabalık ve elbette Alevilik ilişkilerine dayalı dayanışma ağları ile aşılmaya çalışılır. Bu dayanışma ağları, 1980 öncesinde hemen her devrimci örgütün bölgedeki varlığı ile politik bir alana kanalize olur. Yine de Devrimci Yol’un ağırlığı her daim hissedilir. Öyle ki bu politik çizginin ağırlığı, ilerleyen yıllarda da sürecektir.
Değişen yapı ve daralan sol
Mahallenin açık hedef haline getirildiği 12 Eylül darbesi ve Özal iktidarında çıkarılan imar yasaları Tuzluçayır için büyük değişimin işaretidir. Gecekondular için ufukta apartmanlaşma görülür. 90’ların sonuna dek sürecek apartmanlaşma süreci ile kent arazisinin rant değeri yükselir, “gecekondu mahallesi” kimliği yerini “kenar mahalle” kimliğine bırakır. Dayanışma ağları ise başka bir örgütlenme biçimine evrilir. Bölge halkı, devrimci örgütlerle kurduğu duygusal ilişkiyi hiçbir zaman sonlandırmamak kaydıyla başka arayışlara girer ve köy derneklerinde kendisini var etmeye çalışır.
Hemen hemen tüm sokaklara serpiştirilmiş olan köy derneklerinden de anlaşılabileceği üzere Tuzluçayır’da nüfusun yarıya yakınını Sivaslılar, özelinde de Kangallılar ve Divriğililer (ya da bazılarının değişiyle Divrikliler) oluşturuyor. Ara sokaklarda yapacağınız kısa bir tur bu iki ilçenin köylerini öğrenebilmeniz olanaklı. Sivaslıların yanı sıra Çorumlular ve Yozgatlıların ağırlığı da hissediliyor.
Özetle Tuzluçayır; İç Anadolu Alevilerinin göç dalgalarıyla inşa ettiği, devrimcilerle kurduğu ilişki ile sol bir kimlik edindiği, kentleşme politikaları doğrultusunda yeniden biçimlendirdiği, çeşitli dayanışma ağları ile toplumsallaştığı bir alan.
Sokak devrimcilerin, sandık CHP’nin
Tuzluçayır’da farklı biçimlerde de olsa çalışma yürütmeyen sosyalist yapı neredeyse yok. Mahallede ağırlığı en fazla hissedilen örgüt Halkevleri*. HDP, ÖDP, EMEP, ESP, Halk Cephesi, Aka-Der/Kaldıraç, Mamak İşçi Kültür Evi/BDSP, Partizan, DHF, Mücadele Birliği, HKP kurumsal çalışma yürüten örgütler.
Halk Cephesi’nin geçmişten gelen bir birikimi olduğu kesin. Aka-Der/Kaldıraç, yoğun propagandaya dayalı açık alan çalışması ile özellikle Haziran İsyanı’nda biraz daha ön plana çıktı. HDP ise Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde ciddi bir ivme kazandı. HDP’ye eklenen oyların ise büyük oranda CHP’ye oy veren tabandan koptuğunu söylemek mümkün.
Mahallelinin doğrudan “bel bağladığı” bir siyaset kanalı olmasa da mevzubahis sandık olduğunda Tuzluçayır demek CHP demek. YSK’nin sitesindeki sorundan ötürü kesin sandık sonuçlarına ulaşamasak da mahallelinin aktardığına göre, 30 Mart yerel seçimlerinde CHP yüzde 80’in üzerinde oy alırken, AKP’nin oy oranı yüzde 8-10, MHP ve HDP’nin oy oranı ise yüzde 4-6 oranlarında. Muhtarlık ise hemen her dönem devrimcilerde.
CHP demişken; her ne kadar mahallede yüzde 80’in üzerinde oy alsa da seçim aracı, sırf üzerinde faşist aday Mansur Yavaş olduğu için mahalle gençleri tarafından kovulabiliyor. Tersinden düşünürsek, CHP faşistlere mahallesinde asla izin vermeyecek insanlara Mansur Yavaş’ı aday olarak sunuyor. CHP’nin çelişkisi Tuzluçayır’daki tabanının da 30 yıllık çelişkisi halini almış.
Direnişle kazandılar: “Bitti bu iş!”
Ve gelelim Cami-Cemevi’ne… Yaygın kanının aksine inşaat Tuzluçayır’da değil, meydanın diğer yamacında bir dönem barınma hakkı mücadelesinin yürütüldüğü Kartaltepe Mahallesi’nde yükseliyor. Ne var ki direniş bu iki mahalleyle de sınırlı değil. “Tuzluçayır Cami-Cemevi Direnişi”, Çağlayan, Nato Yolu, Ege, Şirintepe, Şahintepe gibi geniş bir alanda yükselen tepkinin genel adı.
Mahallelinin kafasında Cami-Cemevi Projesi’nin bir asimilasyon projesi olduğuna hiç kuşku yok. Hem 40 yıldır baskı-saldırı altında olmanın getirdiği kuşkuculuk ile hareket ediyorlar, hem de tarihsel olarak devletin Sünni gericiliği nasıl örgütlediğini deneyimlemiş durumdalar. Öte yandan inşaat alanına 200-300 metre mesafede bir cami bir de cemevi varken ihtiyaç olarak da tanımlayamıyorlar.
Kanla inşa edilen ibadethanede geri adım
Projenin amacı, mimarları, temel atma töreni ve direnişine dair bu yazıyı okuyan hemen herkes ortalama bir bilgiye sahip. Peki ya şu an durum ne? Tepki sürüyor mu? Açılışı olacak mı, olacaksa ne zaman? Gelelim gülümsemeye yol açan yanıtlara.
Birincisi projenin “cami” kısmından vazgeçilmiş. İçinde ufak bir mescidin bulunduğu “Cemevi-Kültür Merkezi”ne dönüştürülmüş kurgu. Doğal olarak proje Cem Vakfı’na devredilmiş. Yani artık “Cami-Cemevi Projesi” demek bile olanaksız.
Keşke tek sorun bu olsa onlar için ama ne mümkün. “Düşkün” dedikleri İzzettin Doğan’ın Cem Vakfı’na hiçbir şekilde güven duymuyorlar. Dolayısıyla projenin yeni sureti de anlam ifade etmiyor Tuzluçayırlı için.
“Kim ibadetini kanla inşa edilmiş bir karakolda yapar ki?” diye soruyor bir mahalleli. Bir ötekisi sinirle başladığı cümlesini gülerek sonlandırıyor: “Bunlar yıllardır devletle iç içe. Devletin Alevisini yaratmaya çalışıyorlar. Bizi de hizaya çekeceklerini zannettiler gafiller.” Bir başka mahalleli Fethullah Gülen’in Ocak 2014’te BBC’ye verdiği röportajdaki “Cami-Cemevi Projesi’nde yanılmış olabiliriz” sözlerine atıf yapıyor ve “O anda kazandık bence. Asimilasyonu ‘kardeşlik’ diye sunup meşrulaştırmaya çalıştılar ama tutmadığının göstergesiydi o sözler” diyor.
“E peki ne olacak?” diyoruz; “‘Bize devredin, biz her türlü kullanırız bu alanı’ dedi mahallenin Alevi örgütleri. Aksi halde böyle boş boş duracaktır” yanıtı alıyoruz. Bir başka mahalleli ekliyor kendinden emin; “Bitti bu iş!”
Cami-Cemevi Karakolu: Baskı aygıtının krizi
Cami-Cemevi’nin ancak Cami-Cemevi-Karakol halini alırsa inşa edilebileceğini anlayanlar, inşaatın yanı başına içinde polislerin uyuduğu, mühimmat yığınağı yaptığı bir kulübe inşa etmişler. En azından bir TOMA, bir panzer, bir akrep ve birkaç otobüs çevik kuvvet polisi ise nöbetlerinde bir yılı geride bıraktı.
Karakol, TOMA, panzer, akrep, mühimmat diye sıraladığımıza bakmayın. Hiçbirisi polislerin korkusunu dindiremiyor. Mahallenin gençlerinin çıplak elleri en büyük kabusları olmuş. Akrebin kapısını açıp içindeki polisi yumruklayacak yürekler var ne de olsa, kolay değil.
Görüntü alan iki arkadaşım ve iki mahalleli ile polis barikatının 50 metre önünde durup inşaata dair konuşurken, eli silahının namlusunda olan polisler önce bizi gösteriyor, sonra yeleklerini giyiyor, en sonunda kulübedeki arkadaşlarını çağırıyor. Kalabalıklaşıyorlar. Ortaokul öğrencilerinin dahi taşı sıkıca kavradığı bir mahallede yan yana duran her 5 kişi tehdit unsuru onlar için.
Polisin korkusu anlatılardan da anlaşılıyor. Bir akşam vakti evine giderken polislerin yanından geçen bir mahalleli, çevik kuvvet amirine “Şu küçücük alanın dışına, insan içine nasıl çıkacaksınız?” diye provokatif bir soru soruyor fakat polisten bir anda beklemediği bir yanıt alıyor: “Ne çıkması? Nereye çıkalım? Nasıl yürüyelim? O işler sizin oradan göründüğü gibi değil. Benim ilk üç gün korkudan dizlerim titredi. Geceleri uyku uyuyamadık. Sırf buradan kaçmak için üç defa izin aldım, üçünde de inatla beni buraya gönderdiler.”
Bir başka mahallelinin uzaktan akrabası bölgede görev almış çevik kuvvet ekibinin içinde. Hasbelkader denk gelmişler. “Ağzımıza ettiniz lan yeter artık” diye isyan etmiş polis olan. Bir sinirle nasıl korktuklarını, nasıl yaralandıklarını anlatmış. İnşaatın bir an önce bitmesini ve bu mahalleden defolup gitmeleri temennisinde bulunmuş polis.
Engels, “barikat savaşları”nın esas işlevinin somut/askeri-teknolojik güç dengelerini değil, soyut/manevi-moral dengeleri değiştirmek olduğunu söylemiş ve her barikatın baskı aygıtını krize sürükleme olanağından söz etmiş. Tuzluçayır’da kitle militanlığının ve süreklileşen direnişin baskı aygıtını krize soktuğu apaçık ortada.
Hasılı; bakıyoruz, görüyoruz, dinliyoruz ve kanaat getiriyoruz: Kazanmışız!
Darbe döneminde 1 Mayıs kutlandı
Tuzluçayır’ın tarihini sadece mahallenin değil Ankara’nın Yusuf amcası Yusuf Karacakale ile konuşuyoruz. 1964’ten bu yana yaşıyor Tuzluçayır’da. Aslen Sivas Kangallı. PSAKD Mamak şubesinde yıllardır koşturmuş, Tüm Emekli-Sen’in kuruculuğunu üstlenmiş, mücadelenin her biçiminde kendisini var edebilmiş.
Kendilerinin bu bölgeye ilk gelenlerden olduğunu söyledikten sonra sazı eline alıyor. 70’li yılların göç dalgasını anlatıyor, bu dalgalarda Maraş Katliamı ile Çorum’daki katliam girişiminin de etkili olduğunu söylüyor. Katliamlar deyince benzer saldırıların Tuzluçayır’da da yaşandığını ancak devrimcilerin halkla birlikte mahalleyi koruduğunu aktarıyor.
Yusuf Amca konuşurken ilginç bir bilgi de veriyor:
80’den sonra bile biz burada 1 Mayıs’ı kutladık. 82’de, 83’te hep kutlandı. Tabi polis jandarma gelip sürekli saldırdı ama biz o gençleri evlerimize alarak sakladık, koruyup kolladık.
Bir yanda eleştiri bir yanda gurur
12 Eylül ile birlikte yaşanan dönüşüme girdikten sonra bugüne dair dersler ve eleştiriler çıkarıyor Yusuf Amca. En büyük tepkisi ise köy derneklerine:
Bu köy derneklerinin çoğu aslında cenaze derneği. Gençlik komisyonu yok, kadın komisyonu yok. Ancak cenaze kaldırıyorlar. Konuşturduğunda aynı görüşleri paylaşıyor ama mücadeleye gelince, ‘siyasete girmeyeceğiz’ diyorlar. Yahu hayatın kendisi siyasettir. E mücadele de konuşmakla olmaz.
Gecekondulardan apartmanlara dönüşün sol kültürdeki paylaşmayı, dayanışmayı, komşuluğu azalttığından, ilişkilerin resmileşmesinden dem vuruyor.
Yine de Haziran İsyanı onu da derinden etkilemiş. “Yusuf Amca sen bu kadar kızıyorsun ama bizim gözümüz kulağımız Tuzluçayır’daydı, insanlar sizden de güç aldı” deyince de oturduğu yerde şöyle bir dikleşiyor. “Eh” diyor, “Her gün sokaktaydık. Meydan tıklım tıklım olurdu. Gün geldi Kızılay’a indik, gün geldi arkadaşlarımız tutuklandı, gece yarılarında adliyeye yürüdük. Her zaman böyle olmamız lazım. Zalimin zulmüne başkaldırmamız lazım. Cesaret ve bilinç lazım…”
* Tuzluçayır’da Halkevleri, Mamak gençliği ve hak mücadeleleri başlıkları, ilerleyen günlerde bir başka yazının konusu olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.