Ve tahmin edilen, beklenen oldu; Tayyip Erdoğan ilk turda cumhurbaşkanı. Böylece ikinci turu “beklemeye” gerek kalmadı. Adaylar da daha büyük masraflardan kurtulmuş oldular.[1] Kuşkusuz bu seçimin en belirgin özelliği, katılım oranının düşüklüğü oldu. 1982 anayasasıyla oy vermek zorunlu bir hale dönüştükten sonra, bu seçimlerde katılım oranı 12 Eylül’den sonra ilk kez %74.3’le dibi gördü.[2]Yani dört […]
Ve tahmin edilen, beklenen oldu; Tayyip Erdoğan ilk turda cumhurbaşkanı. Böylece ikinci turu “beklemeye” gerek kalmadı. Adaylar da daha büyük masraflardan kurtulmuş oldular.[1] Kuşkusuz bu seçimin en belirgin özelliği, katılım oranının düşüklüğü oldu. 1982 anayasasıyla oy vermek zorunlu bir hale dönüştükten sonra, bu seçimlerde katılım oranı 12 Eylül’den sonra ilk kez %74.3’le dibi gördü.[2]Yani dört seçmenden biri oyunu kullanmadı. Bunun nedeni Tayyip Erdoğan’ın ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun oy verilebilecek şahsiyetler olarak görülmemesidir. Bu durum aynı zamanda “temsili demokrasinin” krizine işarettir. CHP ve MHP’nin, 30 Mart seçimlerine göre oyu azaldığı gibi, AKP’nin (Tayyip Erdoğan’ın) de oyu azalmıştır.[3] AKP’nin girdiği düşüş eğilimi devam etmektedir.
Artık yere çakılmanın kaçınılmaz bir “kader” olduğunun bilincinde olan Erdoğan, son bir hamle ile Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne sıçramayı “başarmış”tır. Böylece soygun, yağma, talan düzenini bir süre de olsa uzatabileceğinin hesabını yapmaktadır. Ancak bu atak, neoliberal gerici düzenin krizlerinin hiçbirine çözüm olmayacaktır. Kendi seçmen kitlesi karşısındaki meşruiyeti bile her geçen gün erimektedir. Kuşkusuz bu duruma 17 Aralık’ta üzerine yapışan “hırsız” damgasının etkisi olduğu kadar asıl “sorumlu” Haziran İsyanı’dır. Haziran İsyanı ile açığa çıkan toplumsal meşruiyet krizi, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı oldu diye ne tarihten silinecek ne de bir daha kendini göstermekten vazgeçecektir. Artık AKP’liler ne partilerini ne de Erdoğan’ı açıkça savunabilmektedir. Tayyip Erdoğan, Köşk’e talan, yağma, hırsızlık suçlarından aklanarak çıkmamaktadır. Hele hele savaş suçlusu olduğunu Ortadoğu halkları unutmayacaktır.
Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturunca cari açık dengelenmeyecek, dış borçlar sıfırlanmayacaktır. Hatta ekonomik yapı çok daha kırılgan hale gelecektir.[4] Tekelci sermayenin iktidar olanaklarını paylaşma kavgası sertleşeceği gibi, bu paylaşımı yönetmeye çalışacak AKP kadroları arasındaki dalaş da büyüyecektir. Cumhurbaşkanlığını ve başbakanlığı aynı anda yapmaya çalışacağı kesin olan Tayyip Erdoğan diktası, sistem için yeni bir siyasi krizin başlangıcıdır. Kimlerin bakan olacağına kendisinin karar vereceği, emrini yerine getirmeyen bakanları azledeceği bir ilişki kurmaya çalışacaktır. Artık yasa taslakları Köşk’te hazırlanacak, Hükümet tasarısı damgası vurulduktan sonra Meclis’e gönderilecektir. Bütün bürokratların görev onayının mercisi Köşk olacaktır. İhale zarfları da oraya gelecek ve hatta başbakanlığın örtülü ödeneği de cumhurbaşkanlığının ödeneğine eklenecektir. Dışişleri politikasının sürdürülmesindeki sorumsuz yetkili halinin aynen devam edeceğine ise hiç kuşku yok elbette.
AKP’nin içinde bulunduğu ve içine gireceği tüm krizler karşısında en büyük “avantajı” ise düzen içi siyasal aktörlerin (partilerin) zaafları ve politik tercihleridir. MHP zaten konu dışıdır. Ama artık CHP de halkın talepleri ile sistemin ihtiyaçları karşısında yaptığı açık tercihlerle AKP’nin krizlerine halktan yana müdahale edebileceği tüm dinamizmini tüketmiştir. Uzun zamandır neoliberal sistemin tüm ihtiyaçlarını karşılayacağı vaadiyle iktidar olmaya çalışan CHP yönetimi, en son Ekmeleddin tercihi ile bu sistemin dinci gericilikle yönetilmesine de aday olduğunu kanıtlamıştır. Aslı varken çakmasını niye tercih etsinler!
Deniz Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun geçmesiyle parti içi kavgayı (dönem dönem üstü örtük yaşasa da) bir süredir erteleyen “sosyal demokrat profesyoneller” artık tüm hızlarıyla çarpışabilirler. Bu çarpışma da sadece Tayyip’in konuşma metinlerinin ve CHP’nin “kadrolu delegelerinin” gündemi halinde yaşanır. Üstelik çatışmanın bayraktarlığını ulusalcı/milliyetçi milletvekillerinin yapıyor/yapacak olması da bu dalaştan CHP kitlesinin (özellikle Alevilerin ve sola eğilimli topluluğun) beklentisi olan ilerici bir çıkışın gerçekleşmeyeceğinin bir başka göstergesidir.
Yıllardır, yılmadan, her türlü “kazık”ı yemesine rağmen her seçim sandığı kurulduğunda gidip CHP’ye oy veren önemli bir topluluk, bu seçimde hayatlarında belki de ilk kez farklı bir tercih yapmış ve Kürt bir adaya, Selahattin Demirtaş’a oy vermiştir. (Bu noktada CHP kitlesinin tamamını ve özellikle Alevileri ulusalcı/milliyetçi çizginin mutlak boyunduruğu altında kabul edenlerin de bir özeleştiri yapmaya ihtiyacı var). Demirtaş’ın aldığı yüzde 9,8’lik oyun[5] kuşkusuz en önemli nedeni CHP’nin Ekmeleddin’i aday yapmasıdır. Ayrıca seçimin ikinci tura kalacağı beklentisi Demirtaş tercihini güçlendirmiştir. Tüm bunlara eklenmesi gereken kuşkusuz Selahattin Demirtaş tarafından sürdürülen propaganda çalışmasıdır.[6] Böyle bir başarı Kürt siyasi hareketinin tarihinde, seçimler aracılığıyla verilmiş en büyük desteği ifade etmektedir. Asıl önemli olan ise bu desteğin kalıcı hale getirilmesidir ve bu noktada (CHP’nin tercihleri etkili olacağı kadar) Kürt siyasi hareketinin izleyeceği çizgi belirleyici olacaktır. Unutulmamalıdır ki Demirtaş’a verilen oylar ne HDP bileşenlerine ne de AKP ile sürdürülen müzakereye verilmiştir, açıklanan politik programa, çizilen profile ve öne çıkarılan ortak talepleredir. Yani asıl yapılması gereken bileşen sayısını artırmaya çalışmak değil, taahhüt edilen çizginin sürekliliğini sağlamaktır.
Bu bakımdan Kürt hareketinin atmakla karşı karşıya kalacağı adımların kolay olmayacağı görülebilir. Zorluk yaşanacak ilk konulardan biri laiklik anlayışı ve bunun tutarlı savunusudur. Bununla birlikte, tüm ezilenlerin taleplerini sadece dile getirmekle kalmamak, onların fiili mücadelesinin (Kürt burjuvaları karşısına alma pahasına) aktif parçası olup olmama tercihidir. Bu başlıklar kuşkusuz daha da arttırılabilir.
Bununla birlikte bu oy oranına bakıp farklı sol toplulukların, şimdiden dokuz ay sonraki (Haziran 2015) seçimler için hesap yapmasının çok erken olduğunu söylemeye bile gerek yok. Hatta tam tersine şimdiden yapılacak bu tür yönlendirmeler, önümüzdeki dönemin zorunlu mücadelelerinin ertelenmesine yol açacak ve artık tam anlamıyla işlevsizleşecek (sadece dolaylı bir kürsüye dönüşecek) parlamentonun sahte umudunu büyütecektir.
Devrimcilerin çok farklı cephelerde, çok farklı gündemlerle mücadele etmesinin gerekli olduğu yoğun bir dönemin içerisindeyiz. Üstelik mücadeleyi tek bir aracın (yasal parti mesela) sırtına yıkmadan, halkın hak mücadelelerinin ihtiyacı olan her türlü mücadele aracını organik bir ilişkiyle kullanmayı amaçlayanlar için daha da “çetrefilli” bir süreç. Örneğin; gericiliğe karşı mücadele bir yandan bağımsız bir mücadele olarak sürdürülürken diğer yandan savaşa karşı mücadelenin de bir parçası olarak verilmeli. Benzer bir durum diğer mücadele başlıkları için de geçerli olacaktır.
Bununla birlikte seçim süreçlerinin (ve hatta böylesine üç seçimi barındıran dönemlerin) fiili, meşru ve militan bir siyaset yapma tarzını tercih edenler için kolay geçmeyeceği zaten ifade ediliyor/biliniyordu. “Mahalle baskısı”nın dozu, bu tür sandık dönemlerinde hep yüksek olmuştur. Ancak halkın hakları devredilemeyeceği gibi halkın hak mücadelesi de devredilemez. Bu gerçeği bir kez daha ve bir daha (üstelik farklı mücadele etme yöntemlerinin başat hale getirilmeye çalışıldığı bu süreçte) göstermeli ve kanıtlamalıyız.
Yaşadığımız dönem, ülkemiz halklarının tarihinde çok önemli bir kesitte yer alıyor/yer alacak. Bu kesitin belki tam anlamıyla kavranması yıllar sonra olabilecek. Ancak şimdiden daha önce yaşanmamış bir dizi “kırılmaya” tanıklık ettik, bizzat içinde yer aldık. Kuşkusuz bunların en başında “Haziran İsyanı” bulunuyor. Egemenlerin zımnen ya da doğrudan onay verdikleri yeni cumhurbaşkanlığı/başbakanlık modeli bir başka “kırılma noktası” olacak. Hatta Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy sayısı bile Kürt hareketini farklı değerlendirmelere/gelişmelere açık hale getirecektir. Yanı başımızdaki coğrafyanın (Ortadoğu’nun) yaklaşık yüz yıl sonra yeniden sınırlarının çizilmeye çalışıldığı, üstelik bu sınırların çizilmesine gerici bir mezhep savaşının tetikçi olarak kullanıldığı bir dönemin içinden geçiyoruz.
Devrimci politikanın başarısı aynı zamanda konjonktürü doğru değerlendirmeyle de doğrudan bağlantılıdır. Bu “kırılma noktalarından” çıkarılacak derslerle birlikte, bu döneme yapılacak devrimci müdahaleler halkın siyasi iktidar mücadelesinde tarihsel sıçramalara yol açabilecektir.
[1] Sadece Tayyip Erdoğan için harcanan para 300 milyon liradan fazla. Bu pastadan pay almak için sıraya giren büyük medya kuruluşları ve AKP’li matbaalar, seçimin ikinci tura kalmamasına en çok üzülenler olsa gerek!
[2] 1983 %92.3/1987 %93.3/1991 %83.9/1995 %85.2/1999 %87.1/2002 %79.1/2007 %84.2/2011 %83.2
[3] 30 Mart’ta AKP 20 milyon 520 bin; CHP 12 milyon 552 bin; MHP 6 milyon 875 bin oy aldı Bu seçimde ise Erdoğan 20.670.839 Ekmeleddin 15.434.210 oy aldı. CHP ve MHP’nin kaybettiği toplam 5 milyon civarındaki oyun, önemli bir miktarının, MHP seçmeninden Erdoğan’a kaydığı kesin olduğuna göre 30 Mart’ta AKP’ye oy verenlerin bir kısmı bu seçimlerde Erdoğan’a oy vermemiştir, ya da oy kullanmamıştır. MHP’nin kalesi olarak görülen Karabük, Adana, Manisa, Osmaniye gibi illerde Erdoğan, İhsanoğlu ile başabaş gitti hatta bazı yerlerde birinci çıktı.
[4] Seçimin daha ertesi günü, uluslararası değerlendirme kuruluşu Fitch, Erdoğan’ın seçilmesinin riskleri azaltmayacağını, yeni sokak hareketlerinin yaşanabileceğini söyledi, borsa yüzde 2,5’luk düşüş yaşadı.
[5] 30 Mart’ta HDP-BDP’nin aldığı oy 2 milyon 895 bin iken Demirtaş’ın bu seçimde aldığı oy 3 milyon 707 bin olmuştur.
[6] Bu noktada, AKP’li Kürtleri hedefleyen bir propaganda çalışması da tercih edilebilirdi, bunun yapılmamış olması önemli ayırt ediciliktir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.