Yüz binlerin, öfkesini Taksim’de göstermesini engellemiştir ama bu engelleme, yüz binlerin öfkesini ortadan kaldırmak bir yana daha da büyütecektir. Başta Tayyip Erdoğan bilsin ki; bu topraklar daha çok Haziran İsyanları görecektir 1 Mayıs korkunç bir gündür egemenler için. Sadece işçi sınıfının gücünü gördükleri için değil. Bu gücün örgütlü, militan ve istemlerinde kararlı olması da onların […]
Yüz binlerin, öfkesini Taksim’de göstermesini engellemiştir ama bu engelleme, yüz binlerin öfkesini ortadan kaldırmak bir yana daha da büyütecektir. Başta Tayyip Erdoğan bilsin ki; bu topraklar daha çok Haziran İsyanları görecektir
1 Mayıs korkunç bir gündür egemenler için. Sadece işçi sınıfının gücünü gördükleri için değil. Bu gücün örgütlü, militan ve istemlerinde kararlı olması da onların en büyük korkusudur. Hele hele bu durum sadece bir günle sınırlı kalmayıp, o günün devam etmesi tehlikesini barındırıyorsa korku devasa olur. İçlerindeki korku öfkeye, şiddete, provokasyona dönüşür. Çünkü kurdukları düzen emeğin sömürüsü üzerinedir, çünkü o düzenin temelinde emekle sermaye arasındaki çatışma yatar. Bu çatışmada sermaye kaybederse onun yerine kurulacak düzeni de herkes bilir zaten; sosyalizm.
Tayyip Erdoğan’ın korkusu bundan da öte; o, düzeni korumakla birlikte kendi kişisel diktatörlüğünü de korumak zorunda. Korkusu çok daha büyük. Tarihin çöplüğü onu bekliyor. Ve onunla birlikte olanları. Onunla birlikte ayakkabı kutularını dolduran, onunla birlikte ülkeyi yağmalayan, onunla birlikte halka zulüm edenleri…
Korkunun eseri
Bu yılki 1 Mayıs, tam da bu nedenle devletin bütün olanaklarının bu korkuyla seferber edildiği bir gün olarak yaşandı/yaşatıldı. AKP güdümündeki işçi sendikaları, konfederasyonlar özel misyonlarla görevlendirildi.[1] Medya her zaman olduğu gibi iktidara “iliştirilmiş” görevini devam ettirdi.[2] Devletin, artık neredeyse sadece AKP’nin olan kolluk kuvvetleri takviye edildi.[3] Devletin ve özellikle artık şerefi, inandırıcılığı iki paralık olan İstanbul Valisi’nin, “provokasyon olacak” uydurmacasını kurtarmak için polis teşkilatı içinden “özel/sivil provokasyon ekipleri” örgütlendi.[4] Ve on beş milyonluk İstanbul şehrinin tüm ulaşımı, bu korkunun eseri olarak felç edildi.[5]
Erdoğan’ın bir günlük “başarı”sı
Bunlar Tayyip Erdoğan AKP’sinin korkusunun kanıtlarıdır. Halktan, sokaktan ne kadar büyük bir korku duyduğunun kanıtıdır. Karşısında düzen kurallarını tanımayan bir “politik güç”ün kendisini göstereceği ve bununla giderek büyüyeceği korkusu, Tayyip Erdoğan’ı, elinde ne varsa ona karşı kullanmaya sevk etmiştir. Ve ancak böylece yüz binleri, on binlere düşürebilmiştir. Hanesine yazılan bir günlük başarıdır. Yüz binlerin, öfkesini Taksim’de göstermesini engellemiştir ama bu engelleme, yüz binlerin öfkesini ortadan kaldırmak bir yana daha da büyütecektir. Sokakta ona, onun tetikçilerine karşı direnen on binler ise şimdi öfkelerini daha çok bilemiş, hedeflerini daha da ilerletmişlerdir. Başta Tayyip Erdoğan bilsin ki; bu topraklar daha çok Haziran İsyanları görecektir.
Kavgaysa kavga
Tayyip Erdoğan sokakta oluşacak bir politik güç karşısında duyduğu korkuyu aynı zamanda kendi cenahında da örgütlemeye çalışmaktadır. Yüzde 40-45’lik bir oyun kendisine yeterli olacağı, uzun vadeli bir süreç için ise bu topluluğun kemikleştirilerek ve aynı zamanda parçalanması engellenerek iktidarını kalıcılaştırma hesapları yapmaktadır. Tam da bu nedenle toplumsal muhalefete karşı giriştiği her azgın saldırıya kendi cenahındakileri de ortak etmekte, onların da bu suça iştirak etmesini sağlamakta ve suç ortaklığını yaygınlaştırmaktadır. Bu çok özel planlanmış bir kutuplaştırma, saflaştırma taktiğidir ve Tayyip Erdoğan’ın sürekli şikayet ettiği toplum mühendisliğinin bizzat kendisi tarafından örgütlenmesidir. Bu taktiği boşa çıkaracak olan karşı-taktik ise Tayyip Erdoğan’ı kendi taktiği ile vurmaktır, yani uzlaşma ve yumuşatma değil Tayyip Erdoğan’ın karşısına aldığı toplumsal kesimleri en sert tepkiyi vermek üzere örgütlemektir.
Yalancılar kifayetsiz
Tayyip Erdoğan 12 yıllık iktidarının neredeyse on yılını kendisine oy vermeyenlerin beklentilerini örgütleyerek geçirdi. Her seçim öncesinde yeni anayasa sözü verdi, Kürtlere çözüm/anlaşma sözü verdi, “ileri demokrasi” yalanını ağzından düşürmedi, “Alevi Açılımı” bir başka kandırmacasıydı vs… Sadece ülke içindekiler değil ülke dışındakiler de yalanlardan nasibini aldı; komşularla sıfır sorun komşularla sürekli soruna dönüştü, Avrupa Birliği standartlarına uyum “Avrupa Birliği standartlarıma uysun”a dönüştü vs… Türkiye siyasi tarihinde, yalan söylemekte rakip tanımayan Tayyip Erdoğan’ın asıl başarısı ise bu yalanları yayacak devşirmeleri örgütlemesidir. Ertuğrul Günay’dan Ufuk Uras’a, Doğan Tarkan’dan Oral Çalışlar’a, İsmet Berkan’a kadar. Bunların yanında bir de kendi yarattığı çakmalar var; en nadidesi olan Nagehan Alçı gibi. 1 Mayıs akşamı Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyordu Nagehan (ustasını eleştiren pinokyo misali): “Korkuların üzerine gideceğini söyleyen sayın başbakan 1 Mayıs’ta Taksim’i yasaklamamalıydı.” Artık söyleyecek yalan, yalanı örgütleyecek şahıs bulmak zorlaştı (Nagehan bile ne diyeceğini şaşırdığına göre).
Bu inişin dönüşü yok
Kısacası AKP’den beklentisi olanlar her geçen gün azalmaktadır. Tek amacı hırsızlık, talan ve yağma olan (Egemen Bağış ve Hisarcıklıoğlu gibi), bu amaç için her türlü katliama ortak olanlar (Muammer Güler, Efkan Ala, Hüseyin Mutlu gibi) elbette AKP’den hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir. Ancak AKP inişe geçmiştir ve bunun tersine çevrilmesi mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın fırça atma cesareti yeni bir cephenin farklı bir tarzda açıldığının göstergesidir. Ve üzerine yapışmış yolsuzluklardan da artık hiçbir zaman aklanamayacaktır. Tam da bu yüzdendir Tayyip Erdoğan’ın korkusu. Ve artık geri döndüremeyeceği, eski günlerine kavuşamayacağı bu süreçte bir an önce cumhurbaşkanlığına kapağı atmak istemektedir. Ancak bilinmelidir ki ve bilinmektedir ki bu ülkede faşist cuntalar dahi değil toplumsal meşruiyetlerini, iktidarlarını bile uzun süre koruyamamıştır. Bu halk gerek tarihsel bilincinden gerekse demokrasi mücadelesi kararlığından aldığı güçle diktatörlere zaten boyun eğmez.
Meydan vermedik
Toplumsal muhalefet Tayyip Erdoğan’ın kendi kendini bitirmesini elbette beklemeyecektir. Gericiliğin, yolsuzluğun, talanın anıtı haline gelen AKP iktidarını yıkmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır, yapmak zorundadır. Tam da bu nedenle 1 Mayıs’ta gösterilen Taksim kararlılığı[6] ve en az onun kadar değerli olan Ankara Kızılay kararlılığı AKP iktidarına verilen “Yönetilenler artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor” mesajının en net halidir.[7] Ve bu yanıt bizzat sokaktan ve militan bir tarzla verilmiştir. Üstelik sadece İstanbul ve Ankara’da değil Haziran isyanı sürecinde kazanılan “yasaklı meydanlar”dan yani Bursa’dan, İzmit’ten, Çanakkale’den, İzmir’den, Antalya’dan ve Artvin’den verilmiştir. Ancak bu yanıtın yetersizliklerini de görmek gerekir.
Muhalefette arayış ve sorgulamalar
Haziran İsyanı, toplumsal muhalefet örgütlerinde (en azından şimdilik zihinsel dünyalarında da olsa) sarsıcı sorgulamalara ve arayışlara neden oldu. Bu sorgulama ve arayışlar, ellerindeki tek aracı dışarıya karşı sıkıca korunan duvarları olan örgütsel yapıları olanlar veya 40 yıllık siyaset yapma tarzıyla yeni olanı keşfetmeye çalışanlar için elbette kolay olmayacak. Ya ellerindeki tek araca yani örgütlerine daha sıkı sarılıp çözümü içeride arayacaklar ya da 10-15 yıldır başkalarının söyledikleri tezleri yeniden keşfederek, bu keşiflerle yeniden ama denenmiş örgüt modelleri icat etmeye çalışacaklar. Kabul etmek gerekir ki onların süreçlerine “dışarıdan” müdahale etmek imkansız.
Toplumsal muhalefetin ekonomik/demokratik örgütleri olan DİSK, KESK,TMMOB ve TTB için ise (kuşkusuz her biri ayrı değerlendirilmek zorunda olsa da) bir iç dönüşümün ve dış açılımın yapılabilirliliği daha mümkün görünmekte. (En azından böyle bir girişim güçlü bir biçimde denenmeden yeni bir DİSK ya da yeni bir KESK örgütlenmesi önerilemez bile). Bu konuda dikkate değer girişimlerin DİSK’te ve TTB’de yaşandığı rahatlıkla ifade edilebilir. DİSK’in kıdem tazminatının gaspına karşı #Direnişçi sloganıyla yürüttüğü mücadele ve hükümete geri adım attırması önemlidir. DİSK içinde Devrimci Sağlık İş’in ve Enerji-Sen’in taşeronlaştırmaya ve güvencesizliğe karşı verdiği mücadele neoliberal düzenin kurallarına ve sendikal bürokrasiye rağmen (üye sayıları konfederasyon tarafından bile sayılmıyor) yeni dönem örgütlenmesinin havai fişekleridir. TTB’nin, doktor mesleğinin her türlü elitist ve ayrıcalık talep eden iç doktrinine rağmen doktorları sokaktaki mücadelenin ihtiyaçlarına sevk etmesi ve bu sevk içinde “halkın doktorları” kültürünü yerleştirmeye çalışması Haziran İsyanıyla (karşılıklı olarak) gerçek, dönüştürücü bir bağ kurmasını sağlamıştır.
KESK ve TMMOB’nin dönüşümü sorunu
KESK’i var edenler ve bugünlere getirenler, KESK’in yeni sürecin gereklerini yerine getirmesinde (belki de) en önemli engeli oluşturacak olanlardır. Çünkü ne yazık ki KESK’in dönüşümü, ilk önce onu oluşturan siyasi grupların dönüşmesini zorunlu kılmaktadır.[8] TMMOB’nin şu anki yönetimi “aynı biçimde” korunduğu sürece ne yıllar içinde değişen mühendis/mimar profilinin ihtiyaçlarına ne de Haziran İsyanı’yla açığa çıkan karşılıklı ilişkinin mutlak ihtiyaçlarına yanıt vermesi düşünülebilir. En basitinden ücretli mühendislerin toplam mühendisler içindeki oranı neredeyse yüzde 80-90 düzeyindeyken TMMOB bünyesinde yönetimlerde yer alma oranı neredeyse yüzde 10 civarındadır. TMMOB içerinde bırakın eş başkanlığın önerilmesini kadın mühendislere kota ayrılması bile konuşulamamaktadır. Tüm bu durumun çok daha kapsamlı değerlendirilmesine ve sonuç(lar) çıkarılmasına ihtiyaç duyulduğu kaçınılmaz. Bunun önümüzdeki dönem, özellikle yaz aylarında yapılması da mutlak gerekliliktir.
Haziran’la 1 Mayıs arasındaki açı
Aynı zamanda 1 Mayıs’ın çağrıcısı olan bu dört örgütün (DİSK, KESK, TMMOB VE TTB), Haziran İsyanı’yla sokağa çıkan kitlenin taleplerini de barındıran bir içerikle 1 Mayıs’ı örgütleme çabası bir değişimin ve değişim ihtiyacının kanıtıdır. Ancak gerek İstanbul’da gerekse de Anadolu’nun birçok yerinde görülmüştür ki Haziran İsyanı’nın katılımcıları bu çağrıya beklenen yanıtı vermemiştir (Bu noktada bir ayırt edicilikten söz edilecekse Kızılay çağrısına verilen yanıt, kısmi bir örnek olarak gösterilebilir). Bunun birçok nedeni sayılabilecek olsa da öznel olan en belirgin nedeni, bu örgütlerin Haziran kitlesini temsil etme kapasitesinin sınırlı oluşudur. Ne Haziran İsyanı’nın katılımcıları bu örgütlerle, ne de bu örgütler Haziran İsyanı’nın katılımcılarıyla ciddi oranda bir örgütsel temas içerisindedir. Hatta “karşılıklı” bir güvensizlikten bile söz edilebilir; toplumsal muhalefetin geleneksel temsilcilerinin Haziran ile açığa çıkan yeni yapılara (Taksim Dayanışması dahil olmak üzere özellikle mahalle forumlarına) ve hatta “sanal aleme” olan ilgisinin yeterli olmadığı aşikar. Diğer yandan Haziran İsyanı’nın katılımcıları da bir yıllık sürece rağmen bu mücadelenin örgütsel formu olarak var olan yapıları görmedikleri gibi Haziran’ın “kendiliğinden örgütü” olan forumlara dahi ilgileri giderek köreldi… Bu konuda söylenecek çok daha fazla söz, sonuç çıkartılıp uygulamaya dönüştürülecek çok daha fazla proje olacaktır kuşkusuz. Ve elbette ki bunu herkesten daha fazla “bizler” yapmalıyız.
AKP’ye bir mesajımız var
Sonuç olarak; Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin hala en korktuğu gelecek, toplumsal muhalefetin sokakta bir siyasi güç olarak bütünleşmesidir. Kuşkusuz bunu engellemek için her şeyi yapacak. Ancak toplumsal muhalefet (eskisi ve yenisiyle) kendisini bir bütün olarak AKP’nin neoliberal, gerici, faşist iktidarına karşı var edebildiği ve bu varlığını militan bir tarzda örgütlediği sürece egemenlere tek bir şey söyleyecek: Artık daha çok korkabilirsiniz çünkü eceliniz geldi.
[1] Türk-İş, Taksim 1 Mayıs’ını bölmek üzere Kadıköy’e gönderildi. Hak-İş Cemaat’e karşı Kayseri’ye gönderildi. Memur-Sen Kürtleri maniple etmek için Diyarbakır’a gönderildi.
[2] Yeni Şafak’ı, Sabah’ı, Star’ı göstermeye gerek yok, hesapta AKP medyası olmayan CNN Türk’te Şirin Payzın; DİSK, Türk-İş ve Hak-İş temsilcilerinin katılacağı programını son gün değiştirmek “zorunda” kaldı.
[3] 65 TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) alındı, yollara barikat kurabilmek için yüzlerce demir bariyer yaptırıldı. Alınan gaz tüfeklerinin, gaz fişeğinin, plastik mermi atan tüfeklerin, bunların kimyasal mermilerinin sayısı bilinmiyor.
[4] Sendika.Org’un görüntülediği bu şahıslar DİSK’in 2 Mayıs’ta yaptığı açıklamada ifşa edildi.
[5] Bakınız valiliğin yasaklar haritası.
[6] Bu noktada geçen yıldan bu yıla kat edilen yolun değerini belirtmek gerek. Geçen yıl Taksim’in gerek AKP için gerekse de toplumsal muhalefet için önemini kavrayamayıp “işçi sınıfının mücadelesini yer tartışmalarına heba etmemek lazım” türünden gerekçelerle başka meydandan medet umanların, bu yıl Taksim tercihi yapmaları da bu kararlılığı pekiştirmiştir. Bu pekişmişliğe, her yıl “işçi sınıfının yanında olmak lazım” diyerek Türk-İş’in mitingine gidenlerin kararsızlığı da katkıda bulunmuştur.
[7] Dipnottan eleştiri yapma alışkanlığı olanlara aynı yerden yanıt vermek nezaket gereğidir. Kızılay tercihi yerine Sıhhiye tercihi yapan siyasi gruplara mensup bazı arkadaşlar kendi tercihlerinin doğruluğunu anlatmak yerine, alışılageldik biçimde karşı tercihi değersizleştirme yöntemine başvurmaktalar. Ama ne yazık ki alelacele bir tutarsızlıkla. “Haziran’ın cesaretinin, cüretin bir kez daha ortaya konulduğu eylem” olarak İstanbul 1 Mayıs’ını överken Ankara’da Türk-İş ile beraber (Tayyip Erdoğan Türk-İş’i geri çekti de biraz rahatladılar) Sıhhiye’de 1 Mayıs kutlaması yapmak nasıl bir cesaret ve cüret gösterisidir? İstanbul 1 Mayıs’ını değerlendirirken “Bu yıl, Taksim için gösterilen irade meydana girilip girilmemesinden bağımsız olarak, Erdoğan’ın yeniden tesis etmeye yöneldiği hegemonyasının reddedilmesi bakımından önemliydi” ifadesi tercih edilirken, Ankara’da Kızılay söz konusu olduğunda “kitlelerden kopuk bir radikalizm ve marjinallik” ifadesi neden tercih edilir? Toplumsal muhalefetin “yönlendiricileri”nin Haziran İsyanı’ndan öğrenecekleri tek bir şey varsa bu isyanın kazanımlarını ellerinin tersiyle itmek değil, bu kazanımları korumaya çalışmak ve mümkünse üzerine eklemektir.
[8] Bu konuda DSD’nin içinde bulunduğu sorgulama ve aldığı tutumlar önemli olmakla birlikte, gerek Yurtsever Emekçiler’in KESK’i Kürt siyasi hareketinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirme çabaları, gerekse EMEP’in yönetimlerde var olmaktan başka bir siyasi projesinin olmamasının kamu çalışanları hareketi ve KESK’in geleceği açısından handikap olduğu unutulmamalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.