Arka plana bakıldığında masa başındaki mukabil aktörler küresel sermayenin temsilcileridir. Ancak Kürt hareketinin ihtiyatlı ve gözüpek olacağından da kuşkumuz olmamalı Egemen ulusun her zaman korku ve sanrıları vardır. Vehimlerle yaşar. Muktedir kalmayı arzular, sınır fetişizmi içindedir. Egemen ulusun siyasetçisi, münevveri, girişimcisi ve yöneticisinin ruh sağlığı bozuktur. Hukuksal hiçbir eşitliği kaldıracak übüvveti yoktur. Sürekli mürşit olmak […]
Arka plana bakıldığında masa başındaki mukabil aktörler küresel sermayenin temsilcileridir. Ancak Kürt hareketinin ihtiyatlı ve gözüpek olacağından da kuşkumuz olmamalı
Egemen ulusun her zaman korku ve sanrıları vardır. Vehimlerle yaşar. Muktedir kalmayı arzular, sınır fetişizmi içindedir. Egemen ulusun siyasetçisi, münevveri, girişimcisi ve yöneticisinin ruh sağlığı bozuktur. Hukuksal hiçbir eşitliği kaldıracak übüvveti yoktur. Sürekli mürşit olmak ister. Ezi altındaki kimlikleri yadsır; hem mülksüzleştirir hem araçsallaştırır hem de şeyleştirir. Farklı etnik unsurlara karşı kırmızı çizgileri vardır. Teşkil ettiği devlet aygıtı da aynı kırmızı hatlardan meşmuldür. Saplantılı ulusu ve çorak toprağıyla bütün olan bu kutsal, tinsel, eril, cinsiyetçi ve monolitik devlet, egemen kimlik için adeta bir tanrı heykeli Juggernaut’tur. Paranoyak egemen birey, tıpkı Marks’ın belirttiği gibi gerektiğinde Juggernaut heykelini bir aracın üzerine çizer ve onun için kendisini aracın lastiklerinin altına atarak mümince bir edayla intihar eder.
Egemen ulus bu topraklarda ekseriyette Kürtlerin tarihini, kültürünü ve dilini değilleyerek hüküm sürdü. Bu düzlemde Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin son dönemde teorize ettiği “demokratik özerklik” ve “demokratik ulus” mefhumu, esas itibariyle hegemonik erke karşı formüle edilmiş bir öz savunmadır; yadsımanın yadsınmasıdır. Bir bakıma mülksüzleştirenin mülksüzleştirilmesi ilkesine dayanır. Ekolojik, demokratik ve kadın özgürlükçü karakteriyle “geleneksel-tekçi muktedir aklı” işlevsiz hale getirecek mahiyettedir. Sadece Kürdistan’da değil tüm Anadolu’da hastalıklı bireyi iyileştirecek-özgürleştirecek bir yerinden yönetim modeli olmaya namzettir. Eğer uygulanırsa kapitalist demokrasiden (ezenleri seçme özgürlüğü) katılımcı ve toplumcu demokrasiye geçişi hızlandırabilecek bir projedir. Aynı zamanda obskürantizm (bilmesinlercilik) tipi iktidar politikasına bir başkaldırı da olabilir. Geminin ambarına doluşturulmuş yığınların dümeni bilme, kontrol etme, denetleme, sorgulama ve hatta dümeni yönlendirme hakkı olsa gerek.
Her şeyden öte Türkler ve Kürtler arasındaki gizli iç savaşın panzehiri olan demokratik özerklik, uygulama öncesi bazı şüpheleri ihtiva etse de (merkezi hükümetin gerektiğinde yetkileri sınırlaması v.b. gibi) yatay bir işleyişe sahip yerel hükümet ve meclisleri inşa ederek salt devletin itaatkâr birey üzerindeki siyasi ve mali otoritesini tezyif edecek niteliktedir. En önemlisi kapitalizmde ev kölesi konumunda olan kadının esaretten (mutfak, yatak odası ve çocuk odası) kurtulmasına ön ayak olabilir. Kuramsal açıdan bakıldığında demokratik özerklik projesi sovyetik karar alma mekanizmasını (köy komünleri, kent halk meclisleri, eşbaşkanlık v.s.) sürdürmekle beraber dine bakış, ekolojik üretim, kadının özgürlüğü ve ataerkil toplum ilişkileri bağlamında dogmatik sosyalist sistemlerin yanlışlarından ders almış bir muhteviyatı haizdir.
Bu çerçevede sosyalist-sol, anti-emperyalizmin yarattığı komplocu zihniyetten arınarak inatla demokratik özerkliği olgunlaştırmalı ve Kürt hareketiyle fikir teatisi yapmaktan uzak durmamalı. “Sömürgecilerin dayattığı bir proje” adı altındaki evhamlı şayialarla sürece yaklaşmak ve buyurgan-kibirli bir tutumla Kürt hareketinin çabasını tahkir etmek devrimci dayanışmayı ihrak eder. Evet! Arka plana bakıldığında masa başındaki mukabil aktörler küresel sermayenin temsilcileridir. Ancak Kürt hareketinin ihtiyatlı ve gözüpek olacağından da kuşkumuz olmamalı. Marksist tarihte sömürgecilerle taktiksel anlamda masaya oturulduğu çok kere görülmüştür. Tıpkı Buharin’in sol komünist kahramanlıkları gölgesinde Lenin ve arkadaşları tarafından 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması’nın Almanya, Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan gibi yayılmacı devletlerle imzalanması gibi. Sonuç olarak hayat, Güney Amerika halkının sık sık dile getirdiği şekliyle sahip olduğumuz teoriden daha yaratıcıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.