Haziran ayaklanması bağlamında kendini değiştirmemek ile toplumu değiştirmek tercihleri üzerine düşünelim. Her ikisi de sübjektif tercih. İkincisinin meraklısı çok, mesela ben! Yıllardır uğraşır dururum. Genellikle idealist, uçuk, naif vs. yaftası yakıştırılır. Herkes çevresinde bu tipi bilir (ya da bildiğini sanır). “Sanır” demem, en başta toplumu değiştirme motivasyonunun farklı saiklerden beslenir olmasından. Ayrıca, her değiştirme arzusu taşıyanın toplumsal aidiyeti, yaşı başı, cinsiyeti, hayat deneyimi vs. […]
Haziran ayaklanması bağlamında kendini değiştirmemek ile toplumu değiştirmek tercihleri üzerine düşünelim.
Her ikisi de sübjektif tercih. İkincisinin meraklısı çok, mesela ben! Yıllardır uğraşır dururum. Genellikle idealist, uçuk, naif vs. yaftası yakıştırılır. Herkes çevresinde bu tipi bilir (ya da bildiğini sanır). “Sanır” demem, en başta toplumu değiştirme motivasyonunun farklı saiklerden beslenir olmasından. Ayrıca, her değiştirme arzusu taşıyanın toplumsal aidiyeti, yaşı başı, cinsiyeti, hayat deneyimi vs. farklı olduğu için toplumu değiştirmekten ne anladığı ve de değiştirmek için ne yaptığı da haliyle farklı olacaktır. Dolayısıyla, bu tip kolayca bir kutuya sığmaz. Herkes, tabiri caizse, toplumu kendince değiştirir.
İlki, kendini değiştirmemek durumu yani, genellikle hoş görülen bir şey değildir. Olanı korumaya yeltenmek en azından statükoculuk olarak görülür. Statükocular, bir şeyleri değiştirmek isteyenler nezdinde gericilik yaftası bile yiyebilir. Peki bir insan ne zaman kendini değiştirmemek ister? Tabii ki, halinden memnun olduğu zaman. Bu hallerin başında geçim koşulları gelir. Gerisi ikincildir. Çünkü, insanın geçim koşulları yerinde ise, istediklerini yapabilecek kadar para kazandığı güvenli bir işi var ise o hali korumak ister. Aslında sathi değişiklikler yapmasına bile imkan tanıyan bizatihi o halin kendisidir. Bu ay sarışın, ertesi ay kumral olabilir, gözünün rengini bile yeşilken siyah yapabilir. Para her şeye kadirdir!
Şimdi Çağlar Keyder’in Haziran ayaklanmasına katılanlara ilişkin şu gözlemin okuyalım: “…Erdoğan’ın hükümeti eğitime daha fazla para ayırdı. Türkiye şimdi 200’den fazla üniversiteye ve dört milyonu geçen üniversite öğrencisine sahip. 2008’den bu yana 2,5 milyon yeni mezun da nüfusa eklendi. Bu sayılar, mensuplarının göreli olarak modern işyerlerinde çalıştığı, küresel emsallerine benzer boş vakit ve tüketim alışkanlıklarına sahip olduğu bir orta sınıfın oluştuğunu sezdirtir. Fakat bu insanlar hayat tarzları, çevreleri ve şehir hakları için de yeni garantiler aramakta; kişisel ve toplumsal alanlarının ihlaline kızmaktadırlar. Gezi protestoları bu yeni gerçeklikten doğan ilk toplumsal harekettir…” (London Review of Books Blog; tinyurl.com/o4cqffw). Erdoğan’ın memleketimiz yüksek öğretimine yaptığı katkılar konumuzun dışında. Beni daha çok çıkarılan sonuç ilgilendiriyor: bu “200’den fazla üniversite”den mezun veya hala kayıtlı milyonlarca kişinin “garanti arayan, kızgın” yeni “orta sınıf” mensubu olarak tanımlanmaları.
Ne için garanti arıyor bu “modern işyerleri”nde çalışanlar? Belli “boş vakit ve tüketim alışkanlıklarına sahip” olanlar bizzat bunlara tekabül eden, bunların tezahür alanları olan “hayat tarzları, çevreleri ve şehir hakları” için garanti istiyorlarmış. Yani, var olanın korunması için garanti! Ayrıca, “kişisel ve toplumsal alanların ihlaline” kızgınlık. Bütün bunlar da o insanları o insanlar yapan şeyler. Dolayısıyla, söz konusu olan bir tür kendini değiştirmeme durumu.
Argümanı, yukarıdaki alıntının mantıki sonuçlarını biraz zorlayarak yaptığımın farkındayım. Ama maalesef, Haziran ayaklanmasına bulaşanlar o amorf “orta sınıf” kutusuna, şu tüketim kalıbı, bu boş vakit tercihi vs. ölçütleri ile yerleştirilince isyancılar da bir tür “hayat tarzı” korumacılarına dönüşüyor. Oysa, başka yazılarda dile getirmeye çalıştığım gibi isyancıların çoğunluğu kendileri, azınlığı ise (Konda’ya göre öğrenci katılımı % 37 imiş) ebeveynleri çalışmadığında hayatlarını sürdüremeyecek bildiğimiz işçi sınıfının mensubudur. Tabii, işçi sınıfı deyince sadece mavi tulumlu, sendikalı, üretken (?) sanayi emekçilerini kastetmiyor isek.
Kapitalizmin değiştiğini söyleyenler, nedense işçi sınıfı karakteristiklerinin de bu arada değişmiş olabileceğini teslim etmek yerine, içi boş kavramlara (“yeni küçük burjuvazi” veya “orta sınıf”) tevessül etmeyi tercih ediyorlar.
Şu anda tamamı toplumu değiştirmek isteyenlere dönüşmemiş olsa bile, isyancıları o dönüşümün maddi koşullarını hazırlayanlar olarak görebilmek, toplumsal konumlarını doğru teşhis etmekten geçer. Aksi halde düzen içi siyasete mahkumiyet kaçınılmaz olur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.