21. yüzyılın “Bilimsel Sosyalizm ve Ütopik Sosyalizmi” yazıldığında onun adı belki “ütopik sosyalizmler” hanesine yazılacak ancak bu tarih onu kuşkusuz “iyi bilirdik” diye anacak… Aralık 2009’da Kıtasal Bolivarcı Hareket Kuruluş Kongresi’ne katılmak için Caracas’taydık. Venezüella Komünist Partisi ve asıl olarak da o dönemde Alfonso Cano liderliği altında bulunan FARC’ın organize ettiği Kuruluş Kongresi, emperyalizmin olası […]
21. yüzyılın “Bilimsel Sosyalizm ve Ütopik Sosyalizmi” yazıldığında onun adı belki “ütopik sosyalizmler” hanesine yazılacak ancak bu tarih onu kuşkusuz “iyi bilirdik” diye anacak…
Aralık 2009’da Kıtasal Bolivarcı Hareket Kuruluş Kongresi’ne katılmak için Caracas’taydık. Venezüella Komünist Partisi ve asıl olarak da o dönemde Alfonso Cano liderliği altında bulunan FARC’ın organize ettiği Kuruluş Kongresi, emperyalizmin olası saldırısına karşı seferberlik çağrısı yaparken kıtadaki manzara Latin Amerika sol dalgasının bir döneminin kapandığını ortaya koyuyordu.
Orta Amerika ülkesi Honduras’ta sol eğilimli Manuel Zelaya’yı iktidardan indiren ABD güdümlü askeri darbe, ABD 4. Filo’sunun Latin Amerika sularına geri dönüşü, Kolombiya’da kurulan yeni ABD askeri üsleri ve FARC’a yönelik “barış süreci” adlı imha operasyonu asıl olarak Venezüella-Küba ekseninde gelişen sol kuşağı kuşatmayı hedefliyordu. Chavez daha dengeli bir politika izlemeye yönelmişti. Devrimci solun Caracas’taki kalesi Coordinadora’da FARC’ın kurucu lideri Manuel Marulanda’nın büstünü diktiren Chavez, FARC’a yönelik bir imha operasyonuna girişen ve zaman zaman savaşla tehdit ettiği Kolombiya’ya ise barışçıl mesajlar yollamaya başlamıştı.
2009’da Venezüella kırları ve kentleri Kolombiyalı paramiliter çetelerin körüklediği şiddetle yalnızca başkentte günde 25-30 kişinin öldüğü bir güvensizlik ortamına itilmiş, kadrosuzluktan mustarip Bolivarcı Devrim Boli-burjuvazi diye adlandırılan, çıkarları halkın çıkarlarından ayrışmış bir ayrıcalıklı kesim ile kuşatılmış, gerilediği sanılan Venezüella kapitalizmi “bedeli ödenen kamulaştırmalar ve kimi sektörlerde pazar genişletme işlevi gören sosyal programlar” sayesinde semirmişti. Venezüella burjuvazisi, Chavez’in tek seçim yenilgisi olan ve kazanılması halinde sosyalizme geçişin anahtarı olacağı propaganda edilmiş olan 2006 Anayasa Referandumu’nda “hayır” çıkmasının ardından ülkedeki konumunu yitirmeyeceğini anlamış, Chavez sınıf eksenli söylemini bir adım geri çekip Bolivarcı Devrimin “burjuvazinin iyi niyetli bir bölümünü de kapsadığını” ilan etme gereği duymuştu.
Yeni sömürge kuşağında anti-emperyalizm: Her ne arar isen içerde ara…
Latin Amerika sol dalgasının “radikal kanadını” temsil eden FARC ve kimi komünist partilerden müteşekkil sol güçler ise ABD ve işbirlikçilerinden gelecek bir dış müdahaleye karşı teyakkuza hazırlanıyor, Chavez’in “iç politikasına değil ama dış politikasına” güveniyordu.
Peki ya dış saldırı olmazsa? Bu soruyu Porto Rikolusundan Venezüellalısına, Kolombiyalısından Şililisine kime sorduysak doyurucu bir yanıt alamadık. Bir anti-emperyalist mücadele hattı öneriliyor ancak bu hattın ülke sınırları içinde gerçekleşen toplumsal mücadelerle nasıl bir bağ kuracağı ve nasıl bir toplumsal-politik dönüşüm programının parçası olduğu somutlanamıyordu.
Ne var ki, düşman dışarıda değil içerideydi. Daha doğrusu yeni sömürgecilik politikalarının temel gerçeği olarak emperyalizm içsel bir olguydu ve emperyalizme karşı mücadele etmek yalnızca dış düşmana karşı mücadele etmekle halledilebilecek bir mesele değildi. Venezüella’nın 2000’li yıllarda deneyimlediği ve bağımsızlıkçı kaygılarla yola çıkan bir subayın düşmanları karşısında geçirdiği dönüşüm sonunda adının sosyalizm tarihinin 21. yüzyıldaki ilk sayfasına yazılmasını sağlayan gerçek de buydu.
Caracazo’yu unutma…
Caracas’ın merkezinde Venezüella’nın sömürgeleştirilmesinin tarihini anlatan dev bir duvar resmi var. Resim Cristoph Colomb’un Amerika’yı keşfi ile başlar, 1989 Caracazo ayaklanması ile biter. Çünkü Chavez ve Chavezci kadrolar ne Chavez’in 1992’deki darbe kalkışmasını ne de 1998’de seçimleri kazanmasını Bolivarcı Devrim’in başlangıcı olarak olarak kabul eder. Bolivarcı Devrim’in başlangıcı, basit bir ulaşım zammının tetiklemesi ile kendiliğinden patlak veren, Venezüella kondularından (barrio) inen binlerce kişinin kolluk güçlerince katledildiği 1989 Caracazo isyanıdır. Eskisi gibi yönetilmek istemeyen Venezüella proletaryası öncüsünden yoksundur ancak bu isyan sırasında silahını halka doğrultmayı reddeden devrimci bir subay ile yolları zaman içinde kesişecek, Bolivarcı Devrimin örgütünün ve programının gelişimi de bu buluşma sayesinde olacaktır.
Hugo Chavez’in “sosyalizm” kavramını somut bir politik hedef olarak ilan etmesi iktidara gelişinden çok sonraya, 2005 yılına denk gelir. Chavez’i bu noktaya taşıyan ise onun bağımsızlıkçı ideallerinin yalnızca ABD ile değil Venezüella ordusu, burjuvazisi, bürokrasisi ve kilise ile çatışmasından kaynaklanmaktadır. Dostunu düşmanını zaman içinde tanıyan bağımsızlıkçı lider, bu çağda anti-emperyalist olmak için anti-kapitalist de olmak gerektiğini deneyimlemiş; bağımsız, özgür ve eşitlikçi bir ülke kurmak için ise asıl olarak yoksul halka daha doğrusu Venezüella proletaryasına güvenmesi gerektiğini görmüştür.
Neoliberalizme isyan eden kent yoksulları ile ulusalcı küçük burjuva önderliğin ittifakından “21. yüzyılın sosyalizmi ve uluslararası anti-emperyalist cephe” çağrılarına gelmek için, “anti-neoliberalizmin, anti-emperyalizmin ve emekçi sınıfların iktidar mücadelesinin birbirinden ayrılamaz süreçler olduğunu” belirginleştiren bir dizi kavga yaşanması gerekmiştir. Chavez hareketi de, sol yanılgıları, devrimci sürece direnen unsurlar olarak kendi özeleştirisi içinde mahkum etmiştir.
Anti-Monroeist Bonapartizm ve 21. Yüzyıl Sosyalizmi
Monroe Doktrini “Amerika Amerikalılarındır sloganıyla” İspanyol sömürgeciliğini kıtadan çıkarırken Latin Amerika’yı ABD’nin yeni sömürgesi haline getirmiş, bu tarihten sonra anti-emperyalist mücadele ABD karşıtlığı (anti-monroeizm) ile pratik olarak aynı şey haline gelmişti. Chavez, ilk başta ABD karşıtı bütün toplumsal sınıfların temsilcisi bir küçük burjuva olarak sahne aldı. O nedenle de siyasi projesini “Anti-Monroeist Bonapartizm” olarak ananlar oldu. Zamanla kendini sınıfsal bir saflaşmanın içinde bulup sosyalizme yönelecekti.
Marks’ın Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda dediği gibi “Devrimci ilerleyiş, kendi doğrudan trajikomik kazanımları ile kendine yol açmadı, tersine, güçlü birleşik bir karşı-devrim ortaya çıkararak, yıkıcı partinin kendisi ile savaşarak gerçekten devrimci bir parti durumuna geldiği bir hasım yaratarak kendine yol açtı.”
Petrol gelirlerinin bölüşümünde halkın ve ülkenin çıkarlarını savunmaya çalışan Chavez Nisan 2002’de askeri darbe; 2002-2003’te sermaye, bürokrasi ve orta sınıfların üç ay süren petrol sektörü lokavt ve grevleri; ve en son da ABD müdahalesinin belirgin bir hal aldığı geri çağırma referandumuyla karşı karşıya kaldı. Emperyalizm, sermaye, ordu ve bürokrasinin bu saldırıları karşısında Chavez’in iktidarını korumasını sağlayan şey emekçi yoksul halkın direnişiydi. Kimi zaman haddinden fazla önem atfedilen ordu içi ayrılıklar da, ancak halkın kitleler halinde başkent sokaklarını sarması sonrasında harekete geçebiliyordu. Üstelik, Chavez önderliğine bağlılığını defalarca ispatlayan halk aynı bağlılığı hükümete karşı göstermiyordu. Başkanlık seçimlerinde yaklaşık % 70’i Chavez için sandığa giden halkın, parlamento seçimleri yani hükümet için oy kullanmak söz konu olduğunda ancak %25’i sandığa gidiyordu. Hem Chavez’in hem de emekçilerin gayet iyi farkında olduğu bu gerçeklik; alternatif iktidar odakları olarak eğitim, sağlık ve gıda alanındaki kazanımları korumak ve yönetmek için oluşturulan mahalle komiteleri; atıl toprak ve fabrika kamulaştırmaları için seferber edilen ve yasalarla önü açılan işçi-köylü örgütlenmelerinin teşvikiyle birleşti. İlerici sürecin kazanımlarını korumak için hükümet ve orduyu tahkim etmek yerine, “sokak parlamentarizmini gerçekleştirmek” ve “ABD işgali tehdidine karşı halktan 1 milyon kişiyi kalaşnikoflarla silahlandırmak”tan bahseden Chavez hareketi, Bolivarcı Devrim sürecinin geleceğini, aynı zamanda bir zorunluluk eseri olarak, emekçi halkın iktidarında gördüğünü ortaya koyuyordu.
2006 referandumu ile gelinen eşik…
Chavez çatışma sertleştikçe sınıfsal söylemini netleştiriyor, giderek burjuvaziden uzaklaşıyordu. Yoksul halk hareketine dayanan bir kitle seferberliğinden güç alan parlamenter mücadeleyi esas alan ama çelişkili bir ittifak ile ülkeyi yöneten Chavez, sosyalizme geçiş projesini de yine bir sandık zaferi ile meşrulaştırıp radikalleştirmek istedi. Onlarca maddenin üst üste konup topluca oylandığı 2006 Anayasa Referandumu’nda, muhalefet sıkı çalıştı ve Chavez ilk seçim yenilgisini aldı. İşte bu yenilgi Chavezci hareket içindeki sağ kanadın elini güçlendirdiği gibi, burjuvaziye karşı söylemin de yumuşadığı bir milat oldu. Denge proletarya lehine kırılamamış, Chavez eşikte takılmıştı.
Eski henüz ölmemiş, yeni henüz doğmamıştı. Eskiyi öldürme yönündeki hamleler de doğrusu henüz başarılı olamıyordu. Tersine, dış kuşatmanın sertleşmesinden de cesaret alan iç düşman (yani Boli-Burjuvazi dahil burjuvazi) yeni denge içinde egemenliğini pekiştirmenin yollarını buluyordu.
Ya Küba gibi olacak ya Meksika gibi…
Yine Aralık 2009’da hazır Caracas’a gitmişken Bolivarcı Devrim sürecinin danışmanlarından Michael Lebowitz’le buluşma şansı yakaladık. Kendisiyle yaptığımız söyleşide “Venezüella nereye gidiyor?” diye sorduğumuzda, ülkenin önünde iki yol olduğunu ya Küba Devrimi gibi radikalleşip devrimini tamamlayacağını ya da Meksika Devrimi gibi durağanlaşıp sistem içine eklemleneceğini söylemişti. Hangi yolun tercih edileceğinin sırrı mücadelenin seyrine kalmıştı.
Chavez’i işte bu yol ayrımında yitirdik. Emperyalist bölgesel birliklere alternatif dayanışmacı uluslararası birlikler kurarken kimi zaman sağ iktidarları deviren toplumsal hareketlerden esirgediği enternasyonalizmi, FARC’a en büyük desteği verirken Kolombiya hükümetiyle de ılımlılaşabilen dış politikası, stratejik sektörleri kamulaştırırken sermayenin tazminat vb haklarını da tanıyan ekonomi politikası, yoksullara temel hizmetleri parasız sunarken tedarikçi özel şirketleri semirten sosyal politikası, en radikal sosyal tedbirleri öngörürken pratikte sınırlı ölçüde uygulanabilen anayasası, Komünler Bakanlığı’nın kurulduğu ancak çöplerin toplanamadığı sokakları, milyonlarca üyesini komünal konseylerde toplayan ancak para almadan afiş yapacak kadro bulamayan örgütü (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi) ile Chavez, soldan isteyenin övebileceği isteyenin yerebileceği bir fenomendi.
Biz hakkını vermeyi tercih edelim. O, neoliberal emperyalizmin yanı sıra 20. yüzyıl sosyalizminin de eleştirisi üzerine kurulu, proletarya diktatörlüğü ve toplumsal mülkiyet iddiasına henüz varamamış 21. Yüzyıl Sosyalizmi projesi ile yüzyılımızda sosyalizmi somut bir toplumsal proje olarak savunan ilk devlet başkanıydı. 21. yüzyılın “Bilimsel Sosyalizm ve Ütopik Sosyalizmi” yazıldığında onun adı belki “ütopik sosyalizmler” hanesine yazılacak ancak bu tarih onu kuşkusuz “iyi bilirdik” diye anacak…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.