Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasası olarak bilinen 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 2 Kasım’da yürürlüğe girdi. Sağlık Bakanlığı’nın düzenleyiciliğe çekildiği, sermayenin ise icracı haline geldiği uygulama ile sağlık hizmetinin sektör, hastanelerin işletme, hastaların müşteri, sağlık emekçilerinin güvencesiz olma dönemi başladı. “Kamu-özel ortaklığı” ise kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasının en sade, yasa metninin ise en yaldızlı ifadesi oldu. “Sağlıktaki […]
Kamu Hastaneleri Birlikleri Yasası olarak bilinen 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 2 Kasım’da yürürlüğe girdi. Sağlık Bakanlığı’nın düzenleyiciliğe çekildiği, sermayenin ise icracı haline geldiği uygulama ile sağlık hizmetinin sektör, hastanelerin işletme, hastaların müşteri, sağlık emekçilerinin güvencesiz olma dönemi başladı. “Kamu-özel ortaklığı” ise kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasının en sade, yasa metninin ise en yaldızlı ifadesi oldu.
“Sağlıktaki Dönüşüm” sürecini, halk nezdinde keskin çarpılmalar yaratmayacak bir biçimde gerçekleştirmeye çalışan AKP, Kamu Hastaneleri Birlikleri’nin hayata geçmesinde de, uygulamaya bir yıl sonra başlamak gibi, temkinli adımlar attı. Buna karşın ranttan pay kapma telaşı, neoliberal dönüşümün daha hızlı hareket etmeye zorladığı anlarda ortaya çıktı.
Öykümüz, sıkı bir arkadaş grubunun bu telaşını ve “kamu-özel ortaklığı” düzenindeki yeni icracıların belirlenişini konu ediniyor.
Demokrat ve yardimsever rektör
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Murat Tuncer. Onu AKP ve YÖK’ün “demokratik özgür üniversite” oyununun bir perdesinde figüran karakterinde görmüştük. Rektörlük seçimlerinde ikinci olmasına karşın, YÖK’teki mülakat sonrası liste başına çekilmiş, Abdullah Gül tarafından da rektörlüğe atanmıştı. Görevinin ilk günlerinde egemen medya tarafından demokrat ilan edilmişti. “İşte üniversite budur” diyen öğrenciler, “Okulun havası değişti” diyen akademisyenler röportaj için sıraya girmişti. Lakin “demokrat rektör” oyunu, Tuncer’in üniversitelilere saldıran faşistleri “Benim misafirlerim”, özel güvenlikleri ise “Görevlerini yaptılar” sözleriyle savunması ile kısa sürede bitiverdi.
Tuncer’in rektörlüğe seçilmesinde kuşkusuz öngörü yeteneğinin payı büyüktü. Ne hikmetse, Kamu Hastaneleri Birliği’nin yasalaşmasından 4 ay önce kamu-özel ortaklığı çerçevesinde üniversitelerde ihale kapabilecek bir vakfın kuruluşunda yer almıştı. Sağlık Bilimleri İleri Teknoloji Araştırma Vakfı, “Devletin kamu yükünü azaltmak amacıyla eğitim ve sağlık hizmetlerini ifa etmek, eğitim, sağlık kurum ve kuruluşlarına her türlü yardımda bulunmak” amacıyla 10 Temmuz’da resmen kurulmuştu. Vakfedenler listesinde Tuncer’in yakın arkadaşları Muhammed Özgehan, Tuncay Delibaşı ve Rıza M. Karaşen adları yer alıyordu. Bu ekip, hepi topu 50 bin lira sermayeyle devletin yapamadığını yapmaya ant içmişti.
10 parmak 10 marifet bir arkadaş
Aralık 2011’de görevine başlayan Murat Tuncer, henüz bir ay geçmeden yakın arkadaşı Muhammet Özgehan’ı rektör danışmanlığına atadı. Bir pratisyen hekim Özgehan, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde başhekim yardımcısıydı. Hiçbir finans eğitimi almamıştı ama mali işlerden sorumlu danışman yapılmasında hiçbir beis görülmemişti.
Yükselişi yeni başlayan Özgehan, yine hiçbir akademik çalışma ve uzmanlığı bulunmayan bir alanda baş gösterdi. 5 Mart 2012’de “üniversite-sanayi işbirliğini gerçekleştirmek” amacı taşıyan Hacettepe Teknokent A.Ş’nin genel müdürlüğüne, 8 gün sonra, 13 Mart 2012’de ise Hacettepe Teknokent Teknoloji Transferi Ar-Ge Danışmanlık Enerji Sağlık Çevre İletişim San. Ve Tic. A.Ş’de Yönetim Kurulu Başkanvekilliği’ne geldi. Özgehan yalnız da değildi üstelik. Hacettepe Teknokent A.Ş’deki yönetimde yanında iki tanıdık isim daha buldu: Aynı vakfın kuruluşunda yer aldığı dostları Tuncay Delibaşı ve Rıza M. Karaşen.
Özgehan, bununla da yetinmedi. Son olarak Diş Hekimliği Fakülte Sekreterliği’ne atandı. Sadece bir pratisyen hekim olan Özgehan, Tuncer’in rektörlüğünden sonraki 6 ay içerisinde hem rektörün mali danışmanı, hem fakülte sekreteri, hem de iki şirketin yöneticisi olmuştu.
Riayet etmeyeceğiz!
Ne klasik bir kadrolaşma, ne de muazzam bir başarı… Anlatılan, üniversitelerdeki ve sağlık alanındaki piyasalaştırma politikasının kısa bir öyküsüdür. Öykünün sonunun ne olacağı bilinmese de, bilinen o ki, Hacettepe’de takke düşeli, kel görüneli çok oldu. Özel güvenlikleri, öğrencilerine saldırdığında “Bu düzene riayet etmeyen herkes, güvenlik görevlilerimizden aynı şekilde cevabı görecektir” diyen Murat Tuncer’e bir kez daha söylemekte fayda var: Riayet etmeyeceğiz!