Türkiye’nin AKP iktidarıyla birlikte bağımsız bir dış politika izlemeye başladığı, Ortadoğu’daki değişim sürecinde simge ve model ülke haline geldiği ve bir bölge gücü olmaya doğru ilerlediği savından hareket edenler hayal görüyor Yeni Şafak gazetesinin 15 Ekim 2012 tarihli nüshasında sürmanşetten giren haberin başlığı: “Arap Baharı’nın yolunu bulmasını Erdoğan sağladı.” İstanbul Küresel Forumuna katılan “Mısırlı ünlü […]
Türkiye’nin AKP iktidarıyla birlikte bağımsız bir dış politika izlemeye başladığı, Ortadoğu’daki değişim sürecinde simge ve model ülke haline geldiği ve bir bölge gücü olmaya doğru ilerlediği savından hareket edenler hayal görüyor
Yeni Şafak gazetesinin 15 Ekim 2012 tarihli nüshasında sürmanşetten giren haberin başlığı: “Arap Baharı’nın yolunu bulmasını Erdoğan sağladı.” İstanbul Küresel Forumuna katılan “Mısırlı ünlü gazeteci” Fehmi Hüveydi, Arap Baharı’nın kavurucu etkisinden Türkiye sayesinde kurtulduklarını vurgulayarak “Erdoğan’ın 2011’de Tahrir Meydanı’ndaki konuşmasını kim unutabilir” demiş. Ama herhalde kendisi unutmuş. Öyle ki haberin iç sayfalarda “Tahrir’deki Erdoğan’ı unutamam” başlığıyla verilen devamında da konuşmanın içeriğinden, neden unutulmaz olduğundan tek kelimeyle söz edilmemiş.
Hüveydi şunları söylemiş: “Arap Baharı’nın cereyan ettiği yıllara kıyasla çok daha iyi bir noktaya geldiği kanısındayım. Kendi içinde geçirdiği olumlu devinimle Türkiye’nin rolü büyük. Mesela Mısır’ı ele alalım. Başbakan Erdoğan’ın 2011’de Tahrir Meydanı’ndaki konuşmasını kim unutabilir? Arap Baharı’nın o kavurucu etkisinden kurtulabildiysek, şu an çok daha iyi bir durumdaysak bu Erdoğan sayesinde oldu. Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki Mısır’ın bölgede kendisine en yakın bulacağı ortağın Türkiye olacağı aşikar. Her iki ülke de bölgenin demokratikleşmesi konusunda aynı görüşte. Türkiye sembol ülke haline geldi.”
Müslüman Kardeşler’in Erdoğan’a unutulmaz karşılaması
Hüveydi neden bahsediyor pek anlayamadık ama daha bir yıl önce, Eylül 2011’de Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Tayyip Erdoğan için hazırladığı karşılama gerçekten unutulmazdı. Ziyaret öncesinde Erdoğan’ın Gazze sınırına gideceği ve Tahrir’de konuşma yapacağı açıklanmıştı. Müslüman Kardeşler bu isteklere unutulmaz bir yanıt verdi. Erdoğan’ın Gazze’ye gidişine ve Tahrir’de konuşma yapmasına izin verilmedi. Üstüne üstlük Mısır’a Batı’yla bütünleşmenin yolunu gösteren bir konuşma yapan Erdoğan’a, İhvan’ın yanıtı “İçişlerimize karışma” oldu.
Tayyip Erdoğan’ın, “Ortadoğu’nun yeni imparatoru” yorumlarıyla sunulan Kuzey Afrika gezisinde gerçekte ne yaşandığını, İslamcıların “büyüklerinden” Ali Bulaç 17 Eylül 2011’de Zaman gazetesinde şöyle yorumlamıştı:
“Başbakan’ın Ortadoğu gezisi sürerken Malatya’da NATO’nun füze kalkanı sistemi yerleştirildi. Ortadoğu seferinin gölgede bıraktığı en hayati olay buydu. … Bu geziyi ‘Türkiye’nin başlayan çağı’ olarak takdim edenler üç önemli noktayı atladılar: İlki Başbakan’ın Gazze’ye gidişine Mısır izin vermedi. Demek istedi ki, ‘Türkiye tek başına bu işin patronajlığını üstlenmeye kalkışmasın’. İkincisi Başbakan’ın Tahrir Meydanı’nda konuşma yapmasına karşı çıktılar. Demek istediler ki, ‘Ortadoğu’da toplumsal değişimin kendine özgü iç dinamikleri var, Türkiye, eğer kendi rengini vurmak istiyorsa biz bu işte yokuz’. Üçüncüsü ve elbette en dramatik olanı Başbakan’ın Ortadoğu’ya ‘Laiklikten korkmayın, anayasalarınızı laiklik zemininde hazırlayın’ şeklinde tavsiyede bulunması ile bunun Müslüman Kardeşler tarafından olabilecek en sert bir biçimde tepkiyle karşılanması. İhvan adına konuşan Mahmut Gazlan, Erdoğan’ın sözlerini büyük bir düş kırıklığıyla karşıladıklarını belirtti: ‘Bu bizim içişlerimize karışmaktır. Başka ülkelerin deneyimleri klonlanamaz.”
Mısır bağlamında “model ülke”, “simge ülke”, “bölgesel liderlik” iddialarının ne ölçüde karşılığı olduğunu böylece görmüştük. Yeni Şafak’ın manşetlere taşıdığı Hüveydi nasıl bir “Mısırlı ünlü gazeteci”ymişse bunları atlamış. Ya da Yeni Şafak, Hüveydi’nin adını kullanarak uydurma bir haber yapmış.
Günahı Hüveydi’ye yıkacaksak, son bir yıl içinde yaşananlardan da bihaber davrandığını söylememiz gerekir. Mesela Türkiye Suriye meselesini öne çıkarırken Mısır’ın hamle yaparak Suriye yerine Filistin meselesini öne çıkarmaya çalıştığını; Suriye konusunda da soruna çözüm bulmaktan çok Türkiye’nin inisiyatifini kırmaya dönük bir hamleyle Mısır, İran, Türkiye, Suudi Arabistan dörtlüsünün inisiyatif almasını önerdiğini Hüveydi bey takip etmemiş. Ya da İbrahim Karagül’ün Genel Yayın Yönetmenliğindeki Yani Şafak’ın hayal aleminden bir haber okumuşuz.
Ortadoğu’da podyuma çıkıp, Batı’ya göz kırpmak
Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP’nin Ortadoğu atraksiyonlarının Araplar tarafından nasıl değerlendirildiğine dair yine bir yıl öncesinden bir başka örnek… 2009’daki Davos çıkışı sonrasında Erdoğan’ı “Halife olup Arap aleminin başına geçmeye” davet eden Lübnan gazetesi Dar el Hayat’ta yazan Mustafa Zeyn’in yazdıkları:
“Türkiye sahip olduğu şöhreti imparatorluk tarihiyle kazanmadı. … Türkiye şöhretini ve gücünü NATO’nun en büyük ikinci silahlı gücü olmasıyla kazandı. … Türkiye Avrupalıların ve Amerikanların Ortadoğu’daki silahlı gücüdür… Erdoğan’ın Davos’ta Şimon Peres’e karşı tutumu, Gazze savaşındaki tutumu sadece kendisini ABD ve Avrupalılardan ayrı tutarak bölgede bir rol oynama çabasından ibaret. Bu onun Avrupa ve ABD’nin çıkarlarından ayrılacağı anlamına gelmez. …”
Ve Zeyn yazısının devamında AKP’nin asıl olarak hangi çıkarları eksen alarak hareket ettiğini, Suriye politikasında temel belirleyenin ne olduğunu şöyle yazmıştı:
“[Suriye politikasını] ABD ve Avrupa’yla birlikte koordine eden Erdoğan, Suriye rejiminin devrilmeye mahkûm olduğuna inanıyor ve Esad’dan başarılı olacak bir yönetim oluşturulmasında iddia sahibi oluyor. Bunu yaparken de kendisini ‘demokratik’ İslamcı bir model olarak sunuyor ve Batıya kabul ettirmeye çalışıyor.”
AKP’nin, Ortadoğu’da podyuma çıkıp Batı’ya göz kırpan bir model olduğunun aslında herkes farkındaydı.
Unutulmaz…
AKP’nin Ortadoğu açısından bir model olduğu, bağımsız bir dış politika izlediği, Türkiye’yi bir bölge gücü haline getirdiği falan yok. Elbette AKP’liler politika belirlerken “Bugün emperyalizm için ne yapacağım” diye düşünmüyorlar. Ancak ekonomik olarak uluslararası sermayeyle, askeri olarak NATO’yla bütünleşmiş, bu bütünleşmeyi de “ortak olma” değil “bağımlılaşma” şeklinde yaşayan egemen sınıfların; bir başka ifadeyle emperyalizmin içsel bir olgu haline geldiği yeni sömürge Türkiye’nin iktidarı olarak AKP’nin emperyalist çıkarlar doğrultusunda hareket etmesi kaçınılmaz. Bir başka kaçınılmazlık da, AKP’nin emperyalist sistem içinde benimsediği yerini unutup göreli de olsa bağımsız bir unsur gibi davranmaya çalıştığında duvara çarpacağı gerçeği.
Mesela Erdoğan’ın Libya konusunda da bir “unutulmaz konuşması” vardı: “Öyle saçma şey mi olur. NATO’nun ne işi var Libya’da…” Üç hafta sonra ordusunu, Libya’ya yönelik NATO müdahalesinin emrine vermek zorunda kaldı. Bu operasyonun kararının alındığı toplantıya Türkiye çağrılmamıştı. Türkiye NATO’nun efendilerinden değil kölelerindendi. Aynı gerçeği şimdi Suriye’de yaşıyor. Suriye’de kendince çeşitli müdahaleleri zorlayan NATO üyesi Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip bir üye olmasına rağmen karar mekanizmaları üzerinde bir etkisi olmadığını görüyor.
Hal böyle olunca söz ile gerçek arasındaki açı, birilerine hayal gördürüyor. İslamcılar yapılmış “unutulmaz konuşmaları” çok çabuk unuturken, yapılmamış “unutulmaz konuşmaları” hatı
rlayıveriyor.
Hatırlatılır…